• İstanbul 16 °C
  • Ankara 21 °C

TYB Tarihi Roman Ödülü Sahibi Beyazıt Akman'la Röportaj

TYB Tarihi Roman Ödülü Sahibi Beyazıt Akman'la Röportaj
Milletlerarası Tarihi Roman ve Romanda Tarih Bilgi Şöleni Tarihi Roman Ödülünü alan Beyazıt Akman'la romanları hakkında konuştuk.

Tarihi roman için yüz küsur yıllık romancılığımızın vazgeçilmezi diyebilir miyiz?

Elbette denilebilir. Bizimkisi gibi köklü, derin ve zengin bir tarihi bulunan milletler için edebiyat içinde tarihi roman kaçınılmazdır. Bu romanların niteliği, anlatım tarzı, kurguları ve üslupları zamana göre değişmiştir ama tarihimizi anlatan hikâyeler her zaman olmuştur.

Tarihi roman yazmadan önce okuduğunuz, beğendiğiniz tarihi romanlarımız hangileridir?

Ben Batı edebiyatları eğitimi aldığım için genelde beslendiğim kaynaklar da doğal olarak bunlar olmuştur. Sir Walter Scott, Christian Jacq, Valerio Manfredi, Ken Follet gibi tarihi romanın büyük ustaları bu isimler arasında ilk aklıma gelenler... Türk edebiyatı’ndaki isimler daha sınırlı, ama Attila İlhan’ı, Feridun Fazıl Tülbentçi’yi ve Halikarnas Balıkçısı’nı burada zikredebiliriz.

Roman yazarlığında bilginin mi yoksa ilhamın mı daha önemli olduğunu düşünüyorsunuz?

Roman tam bir ağır taş işçiliğidir, hele hele tarihi roman için uzun süreli araştırmalar gerektiğinden bilgininin ve emeğin rolü daha da ön plana çıkar. İlham yazarın sürükleyici kurgular oluşturması ve tarihi bilgilerdeki boşlukları tamamlaması için gereklidir. Ama ilham ancak araştırmadan sonra ortaya çıkabilir.

Tarihin gerçekleri romanın gerçekleri ile ne ölçüde telif edilebilir?

Bu gerçeklik konusuna ben şu şekilde bakıyorum. En başında şunu ifade etmek gerekir: tarihi roman, adı üstünde tarihe, bilgiye ve belgeye dayanır ve tarihi roman yazarının ben roman yazıyorum diyerek bu tarihi kafasına göre eğip bükmeye hakkı yoktur. Milli bir sorumluluk bilinci gerekir. Kurgu, tarihsel gerçekliğin üzerine inşa edilmelidir. Ama burada şu ayrımı da yapmak gerekir; bir gazeteci gerçeklik vardır ki bu basit, ham gerçekliktir. Şu şunu öldürdü, o bunu yaraladı, o şununla evlendi gerçekliğidir bu. Ama bir de edebi bir üst gerçeklik vardır ki, buna biz hakikat diyebiliriz. Bu, evrensel, zamanlar üstü bir gerçekliktir. Tarihi romanın da bence asıl sadık olması gereken şey bu hakikattir. Aksi taktirde tarihi romanı, tarihi belgelerden ve dönemin gazetelerinden ayıran hiçbir şey kalmaz.

Tarih sizin için nasıl bir anlam ifade ediyor? Eserlerinizi kaleme almadan dönemini araştırmak, havasına girmek gibi bir temayülünüz var mıdır?

Elbette dönemi araştırıp havasına gireceksiniz, başka türlü yazılamaz ki. Romanı yazarken yeri gelince yeniçeri olup savaş meydanlarında çarpışacaksınız, yeri gelince bir esir gibi zindanlara atılacaksınız. Yazdığınız her bir karakter gibi hissetmeyip dertlenmedikçe sağlam hikâyeler ortaya çıkamaz. Araştırma konusu ise bu işin vazgeçilmezidir. Ben özellikle aynı zamanda bir akademisyen olduğum için yıllarca araştırmadan yazmaya koyulamam. Piyasada ne yazık ki üç-beş ayda bir sultanın romanını yazan sözde tarihi romancılar var. İşi ayağa düşürüyorlar. En son romanımı ben dört yılda yazdım. Bu, yüzlerce belge ve arşiv demek. Benim altım ayım sadece karakterlerin gardırobuna gider.

Sırf roman yazmak için mi eserlerinizi kaleme alıyorsunuz? Yahut da tarih anlatmak maksadıyla mı tarihi roman alanını seçtiniz?

Ne sırf roman yazmak için, ne de tarihi öğretmek için tarihi roman yazılır. Aslolan güzel edebiyattır ama tarihi roman yazdığınız için tarihin size yüklediği bir sorumluluk bilinci vardır. Osmanlı tarihini anlatan popüler romanlar iki ana hataya düşüyorlar. Bunlar ya tamamen kendi tarihimizi olumsuz ve harem kavgalarına hapseden oryantalist romanlar oluyor ya da “vatan, millet, Sakarya!” belagatiyle yazılan, hamasi söylemler içeren, araştırmadan ve edebi değerlerden yoksun çalışmalar. Burada önemli olan hem hakkaniyetli, kendi tarihimizi tüm zenginlikleriyle gözler önüne seren ama bunu yaparken de romana ve edebiyata hakkını veren eserler üretmeye çalışmaktır.

Hangi ortamlarda daha rahat yazarsınız?

Disiplinli bir çalışma tarzım vardır. Hem araştırma hem de yazma sürecini titizlikle ve düzenle sürdürürüm. Genelde evdeki ve üniversitedeki ofis ortamımı tercih ederim. Çoğu zaman kahve içmeden yazamam.

Romanda gerçeğe mi yoksa kurguya daha çok önem verirsiniz?

Tarihi romanda bu ikisi arasında çok ince bir çizgi vardır. Kurgu, tarihi gerçekliği tamamlayacak şekilde tasarlanmalıdır. Ama bunu yapacağım diye tarih ders kitabı gibi sevimsiz bir şey de çıkmamalıdır ortaya. Hikâye, sırf kurgusuyla ve hikâyesinin güzelliğiyle her şeyden önce okuru cezbetmeli ama bu tarihi araştırmanın üzerine inşa edilmelidir.

“Bir roman yazayım ama tarihi olmasın” diye düşündüğünüz oldu mu?

Araştırmacı akademisyen kimliğimden midir, bilemiyorum, ben hep tarihi ve romanı iç içe düşündüm.

İlk romanınızda İstanbul’un fethini ve Fatih’i anlattınız. Böyle bir başlangıç yapmanızın özel bir sebebi var mı?

Batı’daki Türk-İslam algısı konulu doktora araştırmalarında yabancı metinlerde hep İstanbul’un fethinin bir başlangıç olduğunu gördüm ben ve çıkış noktamın da bu olması gerektiğine karar verdim. Bu olay Batı kolektif hafızasında öyle önemli bir yere sahipti ki Osmanlı klasik tarihini anlatmaya girişeceksem ilk önce bu konuyu tüm zenginliğiyle yeni nesillere aktarmak istedim. 29 Mayıs 1453’te İstanbul fethedildiği zaman Batılı bir seyyah, “Bugün dünyanın son günü, medeniyet namına bildiğimiz güzel her ne varsa bitti, güneş battı, Barbar Türkler şehrimizi istila etti,” diyor. Ben de beş yıllık bir çalışmanın ardından o tarihin neden “Dünyanın İlk Günü” olduğunu, aslında insanlık adına yepyeni bir altın çağın miladı oluşunun hikâyesini anlatmaya çalıştım. Ben o romanı 2000’li yıllarda araştırmaya koyulduğumda sektörde tek bir fetih romanı ya da filmi dahi yoktu.

İlk romanınız fetihle ilgiliydi, ikinci romanınız Endülüs’le, Müslümanların kovulduğu bir coğrafya ile ilgili… Kronolojik sebeplerle mi iki romanı peş peşe yayınladınız?

Ben Osmanlı klasik çağını anlatayım istedim ama bunu yaparken de klişelerden uzak, özgün, pek bilinmeyen hikâyeler anlatayım dedim. Adını aldığım sultan II. Bayezid’in tarihteki başarıları bizde hep sönük anlatılmış, geçiştirilmiştir. Hâlbuki ben orada zengin, özellikle zamanımıza hitap eden bir hikâye yakaladığıma inanıyorum. Özellikle kronolojik olsun diye düşünmedim. Doğu-Batı ikilemi ya da hesaplaşması dediğimiz şey önemli benim için.

Bundan sonraki eserlerinizde Osmanlı tarihinin zaman sırasına uyacak mısınız?

Hayır, böyle bir kaygım yok. Kronolojik sıraya göre benim Yavuz’u anlatmam gerekir ama ben son yıllarda Yavuz olsun, Kanuni olsun bu konuların artık iyice işlendiğini, her kesimin taşlarını döktüğüne inanıyorum. Söyleyecek yeni pek bir şey yok. “Bu konu şimdi çok iyi satıyor,” gibi bir düşünceyle asla hareket etmem. Tam tersine, yazılmayanı yazmak isterim. O dönemin biraz dinlenmesi gerekiyor. Edebiyatın özgün olması, yeni hikâyeler anlatması gerekir. Bu yüzden dört yıldır kuruluş üzerine çalışıyorum. Yeni roman (Osman: Aşk ve Savaş, iki cilt) Türk ve dünya edebiyatında hiç olmadığı kadar geniş çaplı bir araştırmayla Osman Bey’i anlatacak. Yeni Türkiye’nin inşasına giriştiğimiz bu günlerde yeni bir imparatorluğun kuruluşundan öğrenecek çok şeyimiz var diye düşünüyorum.

 

 

Beyazıt AKMAN

 

Beyazıt Akman, 1981’de Kastamonu’da doğdu. İngiliz Dili Eğitimi üzerine olan lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi ve ODTÜ’de üniversite ikincisi olarak yüksek şerefle bitirdi. 2004’te dünyanın en prestijli burslarından biri olarak kabul edilen Fulbright bursuyla Amerika’ya gitti. 2006’da İngiliz edebiyatı master derecesini aldı ve Illinois State Üniversitesi’nde doktoraya başladı, İngiliz edebiyatı ve İslam üzerine dersler verdi. 2012’de “Batı Edebiyatı’nda İslam Algısı ve Türkler” konulu doktora teziyle mezun oldu.

 

Shakespeare ve Daniel Defoe’da Türk imgesi hakkında uluslararası akademik dergilerde makaleleri bulunan yazar Amerika’da pekçok konferansta bildiriler  sundu. Genç akademisyen, doktora araştırmasıyla 2010’da Washington’daki dünyaca ünlü kütüphaneler ve müzeler kompleksi olan Smithsonian Enstitüsü’ne özel araştırmacı olarak kabul edildi. 2012-1014 yılları arasında New York Üniversitesi, Geneseo’da Dünya Edebiyatı ve İslam, Doğu-Batı ilişkileri, ve Osmanlılar ve Batı gibi konularda dersler verdi. Amerika’da on yıl yaşadıktan sonra 2014’te Türkiye’ye kesin dönüş yaptı. Halen Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi’nde araştırmalarına devam etmekte, Batı Dünyası Araştırmaları Enstitü Müdürlüğü’nü yürütmektedir.

 

Yazar İmparatorluk: Osmanlı Klasik Çağı Üçlemesi’ne Amerika’da; üniversite kütüphanelerindeki kaynaklarla birlikte yerli ve yabancı yüzü aşkın eseri inceleyerek beş yıllık bir araştırmanın ardından başladı. Fatih’i ve Fetih’i anlatan, serinin ilk kitabı Dünyanın İlk Günü 2009’da yayınlandığında büyük bir ilgi görerek yetmiş bine varan satış rakamıyla en çok satan ilk romanlardan biri oldu. Halen İngilizceden Arapçaya, Bulgarcadan Çinceye pek çok dilde çevirileri devam eden epik, Türkiye’de tarihi roman ve drama furyasını başlattığı gibi sinema ve dizilere de esin kaynağı oldu. Yazar 2012’de üç yıllık bir araştırmanın ardından serinin ikinci romanı Son Sefarad’ı yayınladı.

Bu haber toplam 7477 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim