Aşağı yukarı sekizinci ve dokuzuncu yüzyıllardan itibaren Müslümanlar mealini geçen haftaki yazımda belirttiğim hadîs-i şerîf ('İlim ve hikmet, mü'minin kaybolmuş malıdır, bulduğu yerde alır') ışığında bilgi ve hikmetin peşine düşmüşler, onu buldukları yerden almışlardır. Müslümanlar, bu şekilde kendi medeniyetlerinin de temellerini atmış bulunmaktadırlar. Mûsikîye dâir yabancı kaynaklardaki bilgi ve düşünce de dokuzuncu yüzyılda Beytu'l-Hikme çatısı altında yapılan tercüme hareketi ile birlikte başka kültürlerden İslâm dünyasına girerek bu alandaki bilginin zenginleşmesine sebeb olmuştur. Buna ilave olarak özellikle tasavvuf kültürünün mûsikîye getirdiği yorumla ve katkılarla mûsikî, anlam olarak da zenginleşmiştir. Ancak İslâm müzik bilgi ve kültürü, kadîm bir geçmişe dayanmaktadır. Yani 8 ve 9. yüzyıllarda başlamaz. Evet, bu yüzyıllardan itibaren elbette bir gelişme olur ama İslâm medeniyetinin aslında yaslandığı kadîm bir geçmiş vardır. Müzik de bu kadîm müzik bilgisi üzerine inşâ edilmiştir.
Böyle bir mukayesede Batı ile sadece Avrupa'yı anlamanın daha doğru olacağını düşünüyorum. Avrupa'da bugün Avrupalı'nın icrâ ettiği ve dinlediği müziğin geçmişi ya da bu müziğin kendi formunu bulduğu zamanlar, İslâm medeniyetinin kadîm müzik algı ve tanımına göre daha yenidir. Ayrıca Avrupa müziği, tahrif edilmiş İncil'den sonra bu muharref yeni dine göre oluşturulmuş yeni inanma biçimi ve kilise doktrinine göre yeniden tasarlanmıştır. Hıristiyanlık İslâmiyet'ten daha eskidir ve fakat bu, Hıristiyan dünyanın müziğinin de daha eski olduğu mânâsına gelmemektedir. Kilise, İncil'in tahrifatından sonra müziği de kadîm köklerden kopararak yeniden tasarlamıştır. Bu yeni tasarım, yüzyıllar içinde şekillenerek bugünkü formuna ulaşmıştır.
Yazının devamı için:http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/YalcinCetinKayaPazar/m%C3%BBsik%C3%AE-kad%C3%AEm-bir-ilim-ve-sanattir-2/56729





























Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.