• İstanbul 16 °C
  • Ankara 14 °C
  • İzmir 15 °C
  • Konya 14 °C
  • Sakarya 15 °C
  • Şanlıurfa 20 °C
  • Trabzon 15 °C
  • Gaziantep 15 °C
  • Bolu 11 °C
  • Bursa 15 °C

Yalnızlıklar içinde şehir söyleminin sessizliğini bozma çağrısı

M. Ali ABAKAY

Ey Can!.. Yalnızlıklar içinde şehir söylemini çığlığa dönüştürememenin ezikliğini, ruhumun en ücra noktasında hüzünle iç içe yaşarken, kalabalıklarda kimsesizliğimi başım dik alnım açık şekilde ömrüme mühür bilmenin erdemini, açık yüreklilikle belirtmekten farklı bir haz duymaktayım, her türlü olumsuzluğa karşı.
Ey Can!.. Şehir için yola çıkarken, mimar değildim, şimdi de olmam mümkün değil. Şehirlerin ne tür kördüğümlere boğdurulduğunu görmenin üzüntüsüyle çalkalanan yüreğim, kalemimle çok şeyler yazmasına rağmen, okumaktan uzak düşen bir cemiyetin farkında olmayı ummadan sadece düşündüklerini söyleyenlerin dikkatinden uzak kalmadık, eş-dosta magazin malzemesi olmaktan kendimizi alamadık. “ “Şehir” dediğin ne oluyor, birader?” diyenlere şehirlerin bağrında hançer misali saplanan yüksek katlı binaların halen ne idüğü belürsüz çağdaş yaşamın ayak sesleri olduğunda ısrar edenler vardır. Ne idüğü belürsüz medeniyetin, kapitalizmin vahşi çarklarında öğütmeye devam ettiği şehirlerimizde mimarî, çok kazanma hırsı ile gözünü para bürümüş, her iktidarda renkten renge girmeye alışmış bukalemun ticarî anlayışın kurbanı edilmiş, yüzlerce yıllık geçmişin birer mührü gibi şehirlerin sembolü olmuş yapıların ruhuna okunmuş. 
Ey Can!.. Çarpık kentleşmenin-şehirleşmenin kurbanı edilmiş şehirlerde dünün mimarî tezyinatını beğenmeyen mimarlar, yerel yönetimler, resmî makamlar, şimdi de geçmişe hasret içinde, nostalji ile dolu ve timsah gözyaşları içinde kimi önemli günlerde haftalarda günah çıkarır gibi, yapılanların yanlışlığını belirtmelerine rağmen, şehirlere yapılan kötülük, yaşanan vahşet devam ediyor… Bu ülkede Şehirle çevre ile ilgili bakanlığın mevcut olmasına rağmen, yaşananlara baktığımızda şehirlerin hayatlarının artık incelmiş pamuk ipliğine bağlı olması karşısında tarihe karşı sorumluluğumuzu hangi mükellefiyet şuuru içinde yerine getireceğimizden umutsuzluğa düştük.
Ey Can!.. Esnafın hayırla duayla açtığı iş yerleri yok, şimdi. Siftah yapan esnaf, komşusuna yönlendirmiyor, gelen müşteriyi. Herkes, daha fazla satmak ve çok satmasına rağmen az kazandığını ifade ediyor. Anlayacağınız, beti-bereketi kalmamış, bu işlerin. Her şehrin bağrında yükselen ve ne ararsanız bulabileceğiniz, reklâmları yapılan çağdaş yaşamın mutlu-gülen yüzü AVM anlayışında, esnaf ortadan kalkarken her şeyi bulmanın kolay olduğu bu mekânlarda gereksiz harcamaların yapıldığını da görmekteyiz. İnsanın aklıyla hareket etmediği, gördüğüne esir olduğu, parası olmasa bile çarpık ekonomi anlayışının insanı tüketime teşvik ettiği, bankaların kredi kartı vererek nemalandığı, üretimden çok tüketimi kamçılayarak, her ay kişinin aldığı maaşa adeta ipotek koyduğu devrandayız. 
Ey Can!.. Her şeyimizi ipotek altına koyan bankacılık anlayışında evi, arabayı, ev eşyasını, giyimi-kuşamı, yemeyi-içmeyi akla ne gelirse karşılamayı taahhüt eden, bunun karşılığında insan yaşamını kendisine her ay taksit adı altında faizle esarete alan, çocukların değil torunların bile kişi öldükten sonra kurtulamayacağı bir altından yapılma kölelik zinciriyle bağlandığı devrandayız.
Ey Can!.. Yaşantımıza şekil vermeye çalışanların kim ya da kimler olduğunu bilmektesin. Bu yol, merhameti de ortadan kaldırmış, insanın sadece kendi kendisini bildiği, kendinden başkasını görmediği, kendisine yetmeğe çalıştığı, başkasından haberdar olmaktan hoşlanmadığı, her ay çalışıp kazandığını AVM ve Banka İpoteklerine karşılık verdiği, vahşi emperyalizmin kölesi-kulu olduğunu ifade etmese de kabullendiği, globalleştiği varsayılan dünyada mabudun paraya dönüştüğünü belirteyim mi? 
Ey Can!.. Bizi kendi ürettiklerini almaya önce reklâmlarla teşvik eden, şimdi kendi isteğimizle aldığımız ürünlerin sahiplerini bilmemize rağmen alışkanlıkların kötü müşterisi olan bizim, bu huyumuzdan vaz geçme isteğimizin köreldiğini belirteyim mi?
Ey Can!.. Uyuşturucudan daha kötü olan bu alışkanlıkların “Marka” ismi verilen kimi ürün gamlarının müptelası kesilenlerin dışa daha bir güzel görünme endişesi ve kendi güzellik anlayışlarını bize zaman içinde olağan hale getiren durumlar, mantığın kabul etmemesine rağmen, liberal-serbest ekonomi-ortak Pazar gibi farklı söylemlerde birleşen sömürü sisteminin tatlı-şirin yüzü değil midir?
Ey Can!.. Dünyanın neresinde aç varsa orada fakir insanların gözüne baka baka yalan söyleyenler, devasa yapılarını yükseltip kan emen vampirler misali varlıklarını devam ettirerek, mazlum insanların emdikleri kanları misalleri, ellerinde avuçlarında ne varsa talan eden emperyalist düşünce, çirkin yüzünü daima fakir çocuklarını ya sünnet etme ya kadınların doğurganlığına son verme veya kendi ürünlerini hediye ederek, çirkin gördüğümüz imajlarını hümanizm yaftasıyla düzeltmeye çalışmaktadır.
Ey Can!.. İftarını Allah rızası için açanları aç karnına colalı içeceklerine icbar edenlerin çok kazanma hırsı, sahurlarda kamçılanmıyor mu? Aç-perişan insanımızın sofrasında üç nimeti zor bulduğu ortamda kendilerinin savunucuları oldukları ve sahiplendikleri televizyon kanallarında yirmi-otuz çeşit yiyeceğin ortasına koyarak, mutlu aile tiplerini gösterdikleri reklâmlarda colasız içeceklerin olmadığı sofralarda yaşamın eksik olmadığını göz göre göre yalanlar icad edip bizim insanımızı hem sağlık hem maddî açıdan ifsad etmeye yeltenmeleri, şimdi işgale uzanan biçimde devam etmiyor mu?
Ey Can!.. Bu anlayışın ahtapot kolları, yabancı sermayeyi aklayıp, allayıp pullayarak yerli hale getirip karşınıza sizden biri olarak çıkartması, bilinmeyen durum değildir. Hammaddesini senden alıp işleyerek elli katına bir bedelle size satan anlayışın savunulur bir yanı ne zaman doğru olacaktır? Patatesten mısıra kadar sinekten yağ çıkartırcasına sadece tüketim çılgınlığını kamçılayan, teşvik eden bu anlayış, bu gidişle gelecekte toplumların nüfus kontrolünün de anahtarı olacağa benzemektedir. 
Ey Can!.. Her şeyin yapısıyla oynayan meyveden sebzeye etten içeceğe, ekmekten yiyeceğe, eşyadan kumaşa varıncaya kadar kendi çizdiği projelerle insan hayatının üzerinde elli-yüzyıllık idealleri olduğu söylenilen ve bunun artık aşikâr bilindiği ortamda kırk satır kırk katır seçeneğini önümüze koyan anlayışın şehirlerimizde mimarîden musıkîye, giyimden kuşama, dilden inanca doğru hayatın her alanına nüfuz etmiş ahtapot kollarını kesmeye daha zaman var mı? 
Ey Can!.. Bilmektesin ki kendi kendime seslendiğim ve seninle paylaştığım düşüncelerim, artık “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın!..” misali olmaktan çıkmış, dünyanın her yerini saran bir yangın afetine, dermanı olmayan salgın hastalığa dönüşmüştür.
Ey Can!.. Dediklerime katılmayabilirsin, söylediklerim sana güç ve anlaşılmaz gelebilir. Bilmediğin konularda söylediklerim sana belki anarşist düşünceler şeklinde aklına benim iflah olmaz bir cezaevi firarisinden daha tehlikeli, toplum düşmanı biri imajını getirebilir.
Ey Can!.. Ben “Şehir” derken yüzyılların hesaplaşmasının gerekli olduğunu ifade ediyorum. Benim düşündüklerim, çağın medeniyet adı verilen sömürgeci zihniyetine karşı kendi medeniyetimin dirilişiyle yeniden bu güne ve geleceğe hükmederek, yeryüzünü özlenen mutluluğa, saadete, huzura kavuşma idealini gün be gün büyütmek, ömrümüz yetmese dahi çocuklarımızın eliyle bunu gerçekleştirip torunlarımızın bizi rahmetle anmasını sağlamaktır.
Ey Can!.. Çoktandır sana mektuplar kaleme almadım. Çok söz söylemek istemiyorum, emin ol. Yazdıklarıma gelince ağlamadan yana kurumuş göz pınarları ile yaşamak istemediğim böylesi bir yaşamın utancıyla, fakirlerin, kimsesizlerin aç ve perişan yaşadığı, aşsız-barksız olduğu topraklarında benim nasıl rahatça yaşam süreceğimi düşünebilirsin?
Ey Can!.. Yeryüzünde günahkâr bir yaşam sürerken, yapacağımız hayırlarla fakirin fukaranın gurebanın hayır duasını almakla ancak çekeceğimiz azabı hafifletebiliriz. Dünyada yaşarken çektiğimiz vicdan azabı, belki dinebilir. Fakat bilmen lazım ki insana yapılanları, diğer canlılara yapılanları, tabiata girişilen savaşla ortaya çıkan tahribatı asla affetmek mümkün değildir. İnsanlığın ortak değerlerini hiçe kim saymışsa, saymaya devam ettikçe, sayacaksa onların karşısında kalemimiz hiçbir dem, hiçbir an başı eğik ve mürekkepsiz kalmayacaktır.
Ey Can!.. Ölmesek, emaneti almayacaksa Yaradan, elimiz kalem tuttukça sana mektuplar göndereceğim, hüzne aşina yüreğimin sessiz çığlıklarını havî yazılarımı. Belki “Görevini yapmadın!..” denilse bana, seni şahidim gösteririm. Kabul eder misin ve benim yazdığıma tanıklığın olacak mı bu çağın kirliliklerine karşı olan öfkem için? 
Ey Can!.. Kalk ve yönel sevdiğine, aç ellerini ve içinden geçenleri fısılda yüreğinle, duyan vardır, işiten vardır, gören vardır. Bilmez misin, her anımızın, ömrümüzden giden zamandan sayıldığını. Ömür bir takvim yaprağının eskimesi misali, törpülenir her gün. 
Ey Can!.. Doğunun da batının da Rabbi olan Hakk’a emanet ol!.. Mukadderse yeniden görüşmek dileğiyle, esen kal, karanlık içre aydınlığın tekrar yeryüzünde doğuşuna kadar.

Bu yazı toplam 825 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim