• İstanbul 23 °C
  • Ankara 23 °C
  • İzmir 30 °C
  • Konya 24 °C
  • Sakarya 25 °C
  • Şanlıurfa 34 °C
  • Trabzon 22 °C
  • Gaziantep 31 °C
  • Bolu 21 °C
  • Bursa 26 °C

Yitiğin Adı Yok / Kitap İncelemesi

Yitiğin Adı Yok / Kitap İncelemesi

Çağdaş Türk öykücülüğünde son zamanlarda yıldızı parlayan isimlerden Birgül Temur, bu kez kendi sesini iyice bulduğu, öykülerini özenle biriktirdiği dergilerden taşıyarak okurlarla buluşuyor. Edebiyat Ortamı, Hece Öykü, Mahalle Mektebi, Yedi İklim, Hayal Bilgisi ve Edebice gibi edebiyatın incisi sayılan dergilerde yayımlanan öykülerinden zaten tanıyorduk Temur'u. Şimdi ise ilk kitabı "Yitiğin Adı Yok" ile Matruşka Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Bu kitap, içinde on altı öykü barındırıyor ve okuyucusuna hüzünle, kendi içine dönmeyle, yitimlerle ve sessiz haykırışlarla örülü, kendine has bir dünya sunuyor.

"Yitiğin Adı Yok", daha ilk sayfalarını çevirdiğiniz an, insan ruhunun o nazik kıvrımlarına dokunmayı beceriyor. Kitaptaki hikâyeler, adeta yitirilmişliklerin birer aynası gibidir: Belki bir sevginin, belki ait olma hissinin, huzurun, bir düş'ün ya da bir yakınımızın kaybı... Her biri, yaşanan farklı bir acının sesi, ruhun o kendi kendine konuştuğu anların bir yankısı olarak karşımıza çıkıyor. Her öykü, okuyanı kendi dünyasında bir gezintiye çıkarıyor, geçmişe dönüp bakma, belki de kendi yitiklerini hatırlama fırsatı veriyor. Temur, kalemindeki incelikle, gözle görünenin ardındaki hisleri öyle güzel yakalıyor ki, okurken o karakterlerle bağ kurmamak mümkün olmuyor. Bu kitap, kelimelerin gücüyle, unuttuğumuz ya da yüzleşmekten çekindiğimiz hisleri yeniden canlandırıyor, okuyana eşsiz bir deneyim yaşatıyor.

Kitabın ilk öyküsü olan "Kırkboğum", evli bir hanımefendinin kimselere açamadığı manevi yalnızlığının izini sürüyor. Günlük hayatın o bildik ritmine sıkışıp kalmış bir ruhun, kimseye duyuramadığı sitemini şu cümleler taşıyor bize:

"Kadın uzun zamandır aynı rutinin içinde kayboluyor, kendini iyi hissetmese de durumuyla ilgili kimseyle konuşmuyordu. Hiçbir şey hayal ettiği gibi değildi.”

Bu hikâyede olduğu gibi, diğer anlatılarda da karakterlerin dışarıya vuramayıp kendi içlerinde büyüttükleri dertler var. Özellikle küçüklerin gözünden aktarılanlar, kitabın his yükünü kat kat artırıyor. “Yanaktaki Çizik” adlı öyküde bir çocuğun annesini gözlemlemesi, o tek başına kalmışlık hissinin çocukça bir ifadeyle nasıl aktarıldığına güzel bir örnektir:

“Kendisi istediğinde ancak cevap veriyor. Sesim kulağının çeperinde bir vızıltı gibi dolanıp yine bana dönüyor. Şu an kafasının içinde, yüreğinin herhangi bir yerinde ben yokum. Kendinde değil, benimle değil, annem buradan çok uzaklarda. Benim ve kimsenin bilmediği bir yerden bakıyor dünyaya.”

Aileden kopuşlar, bitiş ve kabulleniş temasının işlendiği “Ölen Babam Değil” hikâyesinde ise ruhî bir arınma hissi baskın. Temur'un kaleminde, Kuran sesi ruhta bir temizlik görevi görüyor:

“İçimdeki fırtınadan o davudi sesle kurtuluyorum. Hoparlörden kesintisiz yayılan Kur'an sesi metrelerce öteden bütün etkileyiciliğiyle kulaklarımı yıkayıp paklıyor. Önce ürperiyorum, sonra alışıyorum. Her ayet, içime yerleşen bir müjde gibi. Büyük bir dinginliği dolduruyor ruhuma, huzur sarıyor her yanımı. Güç alıyorum bu merhem mesabesindeki tilavetten.”

Temur'un öyküleri, okuyucuya kendi hislerini sorgulama, yaşadığı kayıplarla yüzleşme ve belki de o kayıpların içinden yeni bir anlam çıkarma fırsatı sunuyor. Yazar, hayatın tüm o güçlüklerine karşın, umudu ve kabullenişi incelikle işliyor. Böylece okuyucuya bir öykü anlatmanın ötesinde, bir yaşam kılavuzu da sunuyor. Onun kaleminden çıkan her satır, bir fısıltı gibi kulaklarımıza ulaşıyor, ruhumuza dokunuyor.

Temur'un hikâyelerinde en öne çıkan özelliklerden biri de karakterlerin kendi kendine konuşan seslerinin, o iç fısıltılarının harika bir biçimde kullanılmasıdır. Bu ses, bazen kızgınlıkla, bazen hasretle, bazen de bir şeyi kabullenmeyle örülüyor. "Muamma" adlı hikâyede bu iç ses, karşılık bulamayan bir bağlılığın ve yorgun düşmüş bir ruhun yankısı gibidir:

“Ben seni diriltirken sen beni inadına öldürüyordun. Bir uçurumdun; kenarında durmaktan vazgeçemediğim, ayağımın kaymasına aldırmadığım.”

Benzer bir his yoğunluğu, "Issız Ev" öyküsünde de karşımıza çıkıyor. Karakterin görünüşü, sanki ruh halinin birebir bir yansıması gibi:

“Elindeki tabureyi indirdi. Yüzü güneşe dönük bir nefes çekerek oturdu. Gözleri bir çukuru andırıyordu, teni solgundu. Göz kenarlarında ve yüzündeki her bir kırışıklık güneşin etkisiyle adeta ütü değmiş gibi açılıyordu. Kırışıklıklar belirgin, acısı daha dün gibi taze. Biraz sonra ölüm nişanı düşmüş yüzü, güneşin yanaklarında oluşturduğu kızarıklıkla biraz da olsa canlanacaktı.”

Bir başka dikkat çekici iç ses örneği ise "Gözümde Özleyiş"te beliriyor. Burada anlatıcı, kendi bitkinliğini ve hayatın üzerindeki baskısını şu sözlerle ifade ediyor:

“Hayat da beni eksiltiyor böyle. Olduğum yer, olmadığım yerin acısıyla yangın yerine dönüyor gece gündüz. Artık baş edemiyorum; düzeni bozmak, karşı gelmek gibi olumsuz şeylere yöneliyorum her geçen gün.”

Birgül Temur, bu iç monologları öyle etkileyici kullanıyor ki, okuyucu kendini karakterlerin zihinlerinin tam içinde buluyor. Bu sayede, anlatılan hisler çok daha dokunaklı ve gerçekçi bir hâl alıyor. Temur'un kaleminden çıkan her bir cümle, okuyucunun kendi yaşamından izler bulmasını sağlayarak, metinle arasında güçlü bir bağ kuruyor.

Kitaba ismini veren "Yitiğin Adı Yok" öyküsü, hem barındırdığı ruhi yoğunluk hem de uyandırdığı çağrışımlarla oldukça çarpıcı bir metindir. Modern yaşamın o bildik akışı, ekran karşısında geçen uzun saatler, hayata tutunma çabası ve bir anlam yoksunluğu hissi bu hikâyeye iyice sinmiş. Yazar, bu durumu karakterin ağzından şöyle aktarıyor:

“Rutinin içinde diğerleri gibi ben de kaybolmuş, çağın azmanlığına yenik düşmüştüm. Bu monotonluk, aynılık sonumuz olacaktı. Nihayetinde evrensel, sahici bir duyguydu "sıkılmak"... Belgesel kanalındaydım. Konuların farklılaşması olayın matematiğini değiştirmiyordu hiçbir zaman. Sonuçta hayatta kalabilmek için birbirlerini yok eden canlıların dünyasından kesitler izleyecektim. Onların hayatta kalma mücadelelerini izlerken bir süreliğine kendi mücadelemi unutacaktım.”

Kitabın sonlarına doğru yer alan “Girdap” adlı hikâye ise kişiler arası yıpratıcı ilişkilerin, tek taraflı bir sevginin, ruhî olarak yorulmanın ve zedelenmenin kelimelere dökülmüş halidir. Bu hikâye, okuyucunun içine işleyen şu satırlarla güçlü bir yankı buluyor:

“Vuruyor, öldürüyorsun. Islak perçemi alnını yalayan bir çocuk gibi bakıyorsun dünyaya. Etrafındaki her şeyi kendine yontuyorsun. Senin istediğin gibi, sana dair, seninle ilgili. Sen alabildiğine özgürken yanında nefes alana hak tanımıyorsun. Elinden gelse nefesini sayacak kadar sahipleniyorsun. Dağıldığın yerde dağıtıyorsun. En çok beni, en bariz beni, en acımasızca beni hırpalıyorsun. Gördüğünle gördüğüm aynı değil, anlamıyorsun! Ben kürekle yol alırken su alan sandalımda, sen aldırmıyorsun. Kendine tutkunsun, görmüyorsun.”

Birgül Temur, bu öykülerle okuyucuyu rahatsız edici ama gerçekçi bir yüzleşmeye davet ediyor. Kendi kayıplarımızla, sıkışmışlıklarımızla ve kırılganlıklarımızla empati kurmamızı sağlıyor. "Yitiğin Adı Yok", sadece okunup geçilecek bir kitap değil; her bir hikâyesiyle okurun zihnine kazınan, uzun süre düşündüren, yaşamın farklı katmanlarına dokunan bir eserdir. Temur'un keskin gözlem yeteneği ve hisleri ustaca kelimelere dökme becerisi, bu kitabı Türk edebiyatında kendine özgü bir yer edinmesini sağlıyor.

Birgül Temur, bu kitabında suskun karakterlerin sesi olarak karşımıza çıkıyor. Anlatılarında genelde ezilmiş, yok sayılmış, acı çeken,  kendi iç fısıltılarından başka kimsesi olmayan karakterler var. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, yalnızlar… Okur, onların deneyimleri aracılığıyla bazen kendi iç dünyasını da sorgulama fırsatı buluyor.

Köy yaşamı, soba, soğuk, kediler ve köpekler, sırtlanlar gibi ayrıntılar, hikâyelere sadece bir yer olmanın ötesinde, mefhum bir zenginlik katıyor. Bu öğeler, yaşamın sade ama güçlü taşıyıcıları olarak, karakterlerin kırılgan dünyalarına bir nebze umut serpiyor. Onlar, sessizliğin ve zorlukların arasında birer can yoldaşı gibi beliriyor.

"Yitiğin Adı Yok", tematik yoğunluğu, kendi içine dönük anlatım tarzı ve hislerle yüklü atmosferiyle öne çıkan bir öykü kitabı. Birgül Temur'un keskin gözlemleri ve şairane anlatımı sayesinde, her hikâye okuyucunun ruhunda ayrı bir yer ediniyor.

Edebiyatla yaşam arasında bir bağ kurmayı arzu eden, insan ruhunun derinliklerinde gezintiye çıkmayı seven her okura bu kitabı gönül rahatlığıyla önerebilirim. Çünkü bu eserde her okuyucu, kendine ait bir yitik, bir yankı, bir iz bulacaktır. Okurken kendinizi bazen bir karakterin suskunluğunda, bazen bir çocuğun gözleminde, bazen de bir köy evinin sıcaklığında bulacaksınız. "Yitiğin Adı Yok", okuyanı saran, düşündüren ve hissettiren, edebiyatımıza değerli  katkılar sunacağını düşündüğüm bir eser.

Bu haber toplam 535 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim