• İstanbul 14 °C
  • Ankara 17 °C

Şehir Araştırmacılığı Kaç Para Eder?

M. Ali ABAKAY

Şehir konulu kitaplardan okurun kimisi, oldukça fazla bilgi ister, bazen yazılanları sorgular, eleştiride bulunma hakkına kendisini sahip bilir.  

Doğrusu okuyucu, satın aldığı kitabın değeri olan ücret karşılığında bilgi edinme hakkına sahiptir. Elbette okuduğu kitaptan kendisini ilgilendiren konu hakkında bilgisine bilgi katmak ister.

Şahsen şehirleri konu alan birçok araştırmamızda nelerle karşılaştığımızı ifade etmek için, müsaade isteyelim.

Görmediğimiz bir şehir hakkında bilgi sahibi olmak için en azından otuz-kırk kitap okumadan, gideceğimiz şehirde nelerin var olduğunu, nelerin olmadığını bilmemiz imkânsızdır. Sadece İstanbul için sahip olduğumuz eser sayısı 250’nin üzerindedir. Buna rağmen İstanbul’u ele alan bir kitabı yazabilmek, açımızdan güçtür. İstanbul’da en az bir ay bulunmamız gerekir ki yazacağımız kitabın eksiklikleri bulunmasın. Çünkü, yazılanda bir yanlışlık, okurun doğrunun yerine hatalı bilgi sahibi olmasına yol açar.

İstanbul dışında yaşayan birinin bir aylık sürede şehirde kalması, maddî açıdan sıkıntılarla karşı karşıya olması demektir.

Ulaşım zorluğunu bu sıkıntılar içinde düşündüğünüzde, kaleme alacağı eser için harcadığı zamanı düşünmek gerekir. Bu araştırmacı ne yer ne içer? Harcama kalemleri içinde alacağı yeni kitapları düşünürseniz, bilmediği yerleri gezmek için rehberlik edenin emeğini giderlere katarsanız, karşınıza yüksek bir rakam çıkar.

Ayları bulacak kitap yazma işinden sonra dizgi işlemleri ayrı bir çaba gerektirir. Yeni çıkan yayınları takip etme, dergilerde bulunan hatırı sayılır makaleleri, şehir konulu sempozyum bildirilerini temin başlı başına bir meseledir, bu arada.

Siz kitabı hazırladınız, basım için arayışlara gireceksiniz, bu işi ancak yerel yönetimler kabul eder, özel yayınevleri kitabı ücretle bastırmak ister. Tanınmamışlığınız, referans bulamayışınız, işin öbür dezavantalı yönleridir.

Hazırladığınız 600-700 Sayfalık esere harcadığınız masraf karşısında kitabın basımını gerçekleştirme isteğiniz sizi zor duruma bırakır. Mecburen, kitap sayfalarını kısmanız gerekir. Fotoğrafları renkli yerine siyah-beyaz basmanız söz konusu.

Bu kitabın yayıncısını bulduğunuzu var sayın. Şehir araştırmacısı olarak size verilen telif ücreti, en çok kitabın fiyatının %10’u ve eşe-dosta dağıtmak üzere 50 adetle sınırlıdır.

Bu işe sponsor olmadan girişeceğiniz işte, kaybettiklerinizle kazandığınız arasında tek teselli yazar unvanı ile bilinmenizdir.

Haytanın biri çıkar, yazdıklarınızın hangi sıkıntılara katlanarak ortaya çıktığını bilmeden, eleştiri adı altında eteğindeki taşları bir bir döker.

Üniversitede çalışmıyorsunuz, çalıştığınız işten aldığınızla evi geçindirmek oldukça güç. Yıllarınızı verdiğiniz uğraşınızda,” Bilmiyorsanız bu işi yapmayın, kardeşim!..” ifadesiyle saç ekim merkezlerinin kapısını ya aşındıracaksınız ya sizi destekleyen bir süreli yayın organında, televizyonda bunu cevaplamaya çalışırsınız.

İşiniz roman yazmak değildir, hikâye asla… Araştırma konulu kitapların okuyucu oranı zaten sınırlıdır. Amacınız, çalışmalarınızın kitaplaşması ise birçok zorluğa göğüs germeyi peşinen kabul etmişsiniz, öncesinden. İşin tuzu-biberi bu bel altı vurmalar olunca, baklayı dilinizin altında bekletmeniz, Eyyüb Peygamber sabrı gerektirir.

Yazarın yapabileceği en iyi metot bu iken, başkasının sanal ortamdan ve birkaç kitaptan devşirdiği bilgiyle ortaya koyduğu eseri pazarlama teknikleriyle çok satan kitaplar arasına bırakması karşısında ağzınızla kuş tutsanız, çabanız boşunadır. Birçok araştırmacı, ömrünün ya son deminde hatırlanır, plâketlerle susturulur veya bir-iki ödülle unutulmadığı kulağına fısıldanır. Çoğu öldükten sonra ya hatırlanır ya hatırlanmaz. Ancak, önemli günlerle haftalarda ismi satır aralarında geçer.

Yaşarken tokluğu bilmeyen, açlıkla savaşıp ayakta durmaya çalışanın öldükten sonra mezarını altından yapsanız, başına devasa kitabe bıraksanız ne olacak?

Şehirleri konu alan, bunu kendisine dert edinen yazarları, araştırmacıları holding yayıncılığının, emperyal bankacılığın kollarına terk etmenin affedilir ne yanı vardır?

Araştırmacıların tümünü belediyelerin kapısında el-pençe divanda durdurma, kendilerinin sesi konumuna getirmenin maksadı ne ola?

Ülkemizde binlerce kütüphanenin varlığı biliniyor. Kayda değer, alın teri dökülmüş, göz nuru harcanmış eserlerin öncelikle tespit edilip illerdeki kurumlar aracılığıyla edinilmesi şartken, yazarının kendi bastırdığı eserinin 1000 adedini beş-on kitap fuarında tüketemeyip, beş-on yılda depoda bekletmesinin, yeni eserler ortaya çıkarmanın önünde engel değil de nedir?  

Kültürün, sanatın, edebiyatın holdinleşen yayınevlerinin ve bankaların tekeline hapsedilmesi ortada iken, sözü geçen resmî otoritenin sessizliği, araştırmanın hayal dünyasında hüznün katmerleşmesi değil de nedir?

Sinemaya, tiyatroya, baleye, operaya, sergiye vs etkinliklere harcanan meblağın, her şehirdeki birer şehir araştırmacısından esirgenmesi bir anlam taşır mı?

Prestij adı verilen çok masraflı, çoğunlukla fotoğraf ağırlıklı cildli kitapları basan kurumlarla kuruluşlar, bu eserleri topluma, halka, öğrencilere ulaştırıyor mu?

Gelen misafirlere gösterişli poşetlerde, çantalarda bu yayınları iftiharla verenlerin şehri tanıtma adına duydukları mutlulukların saman aleviyle eş değer yapısı, kurumun veya kuruluşun başına getirilen yeni yetkililerin tuhaf tavrı yüzünden depolarda çürümesi, millî anlamda harcanan meblağın heba olması demek değil midir?

Şehre dair çalışmalar içinde bulunan biri olarak otuz yılımızı kâmilen bu işe harcadık. Hiçbir kapıya eserlerimizi götürmedik, kendi imkânımızın el verdiği ölçüde gösterişsiz, ciltsiz, renksiz biçimde, reklâma para ayıracak imkândan yoksun tarzda yayınlarımız oldu. Yüz-iki yüz takım sipariş almadan, iki senede her kitaptan en çok 250 adedini ancak okura ulaştırabildik, bir kısmını hediye ederek. Kalan kitapların on sene içinde ancak tükeneceğini sanıyoruz. Kırka yakın araştırmamızın kitaplaşma beklentisi, gerçekleşmeyecek, elbette. Peki otuz senesini ömründen heba etmenin kişiye ne faydası olacak?

-“Yazar” olmanız, en büyük ödül değil midir?   

Yazarlık, bu ülkede karın doyurabilecek meslek değildir, aslında. İnsan kanına giren mikrop gibi, sigara tiryakiliği misali, işe bulaşanın yakasını bırakmıyor, kolay kolay.

Kitaplığımızda binlerce kitaba bazen bakarken, her bir kitap için yüz adet kaynak düşündüğümüzde, bizim şu anda yüz kitabı yayınlamış olmamız gerekiyordu.

Sahi şehirlerin tanıtımının esas alındığı söylenen kimi etkinliklerde davul-zurna ile halay çekmenin, kemençe çalmanın, sipsi ile vatandaşı hop oturup hop kaldırmanın hükmü nedir?

İnsanlar, şehir tanıtımlarının esas olduğu etkinliklerde broşürlerle, CD’lerle boğdurulurken, şehre hizmeti geçen yazarların-şairlerin çağrılmayışına ne demeli?

Birkaç STK Temsilcisinin organizasyona davet edildiği, peynirle ekmeğin, karpuzla tatlıların gelenlere hediye edildiği bu tanıtım günlerinde, turizme dikkat çekilirken, konaklama ve yiyecek sektörüne hizmet eden kuruluşların sadece adı geçmektedir.

Kişi, şehri nereden tanıyacaktır, hangi eserleri okuyarak şehri öğrenecektir?

Otellerde konaklayarak, restaurantlarda yemek yiyerek, çarşı-Pazar dolaştırılarak şehir mi tanınır?

Hele şehrimizin kadayıfla karpuzla çörekle ciğer kebabıyla tanıtılmasına bir anlam veremiyorum, bu etkinliklere mana vermekten uzağız. Davul-Zurna çalarak, halaya durularak, şehri tanıttığını iddia edenlere bakarken, “Biz bize heyran biz bize kurban!..” sözü aklımıza geliyor, darb-ı mesel olarak. Bu şehir tanıtımlarında şehri temsilen katılanların her yılın birkaç haftasını güzel tatil geçirme olarak etrafa anlattıklarını duyunca şehir araştırmacısı olarak kahroluyoruz.

Davet edilmediğimizden midir, bu tespitler? Asla, böyle bir düşüncemiz olmadı, olmayacak!.. Yılda en az şehir dışında üç-dört etkinliğe katılan biri olarak, elimizden geleni yaparken, çabaların görmemezlikten gelinmesi insanı üzmez mi?

Düşünün şehir kelle-paça, kavurma, ciğer, kadayıf, çörek, peynir ile tanıtılmaya çalışılıyor.

Sormazlar mı bu gurme festivali midir ki her sene aynı şekilde etkinliklere katılım söz konusu?

Şehri tanımaktan uzak olmanın meyvesi olan manzarada tablonun parçaları daima eksik görünüyor.

Şehir Araştırmaları Merkezi’ndeki ısrarımızın sebebini anladınız mı?

Anlaşılacağımızı sanmıyoruz. Anlaşılsaydık, tüm bunlar olmazdı!...     

Şehir araştırmacılığı kaç para eder?

Bu yazı toplam 1188 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim