• İstanbul 19 °C
  • Ankara 24 °C

‘15 Temmuz Ruhunu Sanatla Diri Tutmalıyız’

Fatma Gülşen KOÇAK

Karikatürist Yazar Demirhan Kadıoğlu ile 15 Temmuz ruhunu ve sanatçı duyarlılığını konuştuk.

Ülkemiz büyük bir işgal girişimini atlattı. Bir sanatçı olarak 15 temmuz hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?

15 Temmuz 17 Aralık'ın açılımıdır. Bir kalkışmadır. Bir darbeden öte işgal girişimi bu aziz toprakları emperyalistlere peşkeş çekme teşebbüsüdür. . Yıllardır sincise kurulan tuzağın istifra halidir. Dışavurumudur. Fethullahçı Terör Örgütü diye adlandırılan hain örgütün hinliklerinin ve pisliklerinin açığa çıkmış halidir.  Aynı zamanda milletimiz cephesinden 15 Temmuz bir destandır, bu topraklardan fışkıran kahramanlık destanı... Pentagon şablonlu darbe planı bu milletin dik duruşuyla zir-ü zeber oldu. Şablon diyorum çünkü Pentagon hangi ülke için bu planı yaptıysa mutlaka başarılı(!) oldu. Ama bu şablonu bu deli gömleğini millete giydiremediler. Tatar Ramazan'ın ifadesiyle, millet bu oyunu bozdu! Egemen güçler bunu anlamakta zorlanıyorlar. Çünkü akılları bir türlü almıyor. "Bizim çocuklar başardı" teranesini duymaya o kadar alışmışlar ki... Bu ülkenin çocukları artık bunlara teslim olmayacak. Oyunlarına gelmeyecek. Bu ülke üzerinde hain emellerini gerçekleştiremeyecekler. Türkiye düşmanlarının kinleri hesapları kıyamete kadar devam edecek ama 15 Temmuz şunu gösterdi ki milletimizin vatanımıza sahip çıkma iradesi ve kararlılığı da kıyamete kadar devam edecek. Bunu düşmanlarımız 15 Temmuzda net bir şekilde gördü. Millet olarak teyakkuzda olma halimiz bugün yarın için değil ebediyen devam edecek kutlu bir hassasiyet halidir.

Sanatçıların 15 Temmuzdaki duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sanatçılarımızın sosyal meselelerde yeteri kadar sesini yükselttiğini düşünüyor musunuz?

Sanatçılar hep ketum davrandı. Hala da öyle. Renk vermemekte ısrar ediyorlar. Sözüm ona ağaç kesimi, hayvan hakları veya kadına şiddet konusunda hassas olan bu kesim, bir bakıyorsunuz, bu milletin milli iradesine ipotek koymak isteyenlere veya meclisin üzerine acımasızca bomba yağdıranlara karşı kör, sağır ve dilsizleri oynuyor. Tamam sanatçının bir duruşu olmalı, eleştirel yaklaşımı olmalı. Ancak bunu üç maymun oynayarak yapmamalı. Galiba önce "sanatçı" kavramını netleştirmeliyiz. Sanatçı; güzel sanatların herhangi bir dalında üreticiliği olan, eser veren kimse... Sanat adamı sanat eri, sanatkardır aynı zamanda. Sanat adamı, sözünün eridir. Sinema, tiyatro, müzik, resim, karikatür... Bunları yorumlayan ve uygulayan kimsedir. Ama cumhuriyetten günümüze kadar sanatçı kavramı hep halktan uzak, milletini küçümseyen ve fildişi kulelerde yaşayan bir kesim olarak bilindi. Aslında sanatın sağı-solu olmaz. Ancak kendini "sol" diye kategorize edenler nedense "gezi"de gösterdiği hassasiyeti, 15 Temmuz gibi ciddi bir sınavda gösteremedi. Benim şaşırdığım husus, kendini sol tandansın dışında tutan "sanatçı" tayfası da şaşkın ördek gibiydi. Halbuki 15 Temmuz siyasetin dışında tutulması gereken ve demokrasiyi ınkıtaa uğratacak bir operasyondu. Darbeye karşı bütün partiler ittifak etmeliydi, bütün sanatçılar tek yürek, tek ses olmalıydı.

15 temmuz ruhunu canlı tutabilmek için sanatçılara düşen görev nedir ve bu konuda ne tür çalışmalar yapılmalı?

Sanatçıların öncelikle demokrasi dersi alması gerektiğine inanıyorum. Müzikte nota, beste ve şan dersleri ne kadar önemli ise, demokrasi dersi de o derece önemli. Tiyatroda, replik ve sahne duruşu eğitimi ne kadar önemli ise, demokrasi dersi de o derece önemli. Resimde, karikatürde de öyle. Demokrasiyi içselleştirdikten sonra, bu konuda herkes kategorisine göre eser üretmeli. Gerçekten büyük bir sınavdan geçtik. 15 Temmuz gecesi yaşanılan olaylar perdeye aktarılabilir. Dramatize edilebilir. Romanlar yazılabilir. Ama bunun için öncelikle 15 Temmuz'un iyi anlaşılabilmesi gerekiyor. Zira o gece öylesine geçiştirilecek türden bir gece değildi. Esasen yakın tarihin en önemli olaylarından 31 Mart olayını bile tam çözemedik. 27 Mayıs, 12 Mart ve nihayet 12 Eylül... Bu olayların üzerindeki sis perdesi hala karanlık. Bu yüzden 15 Temmuz'un bir an önce aydınlatılması gerek... Ki, zaman geçtikçe sis perdesi kalınlaşmasın. İhanetin cephesinin bütün kirli planları deşifre edilmeli.

15 Temmuz'u bir mizahçı gözüyle nasıl değerlendirirdiniz?

15 Temmuz gecesi darbe patlak verdiğinde önce "şaka" yapıyorlar zannettim. Hani, sokaklarda ilginç ve sıradışı olaylar sahnelenir ve şakaya muhatap olan kişi şaşkınları oynar. Sonra şaka yapan kişi, parmağını kameraya doğru uzatır ve gülerek "sizi şakaladık, bu bir kamera şakasıydı" der ya, onun gibi... Birileri bu ortaya konan "darbe"nin şaka olduğunu söylesin diye bekledim. Ama bu oyunun bir trajedi olduğunu kimse söylemedi. Hatta, komedyen bir ismin askeri darbeyi "ti"ye alan skeci vardı hatırlarsanız; generalin biri darbe yapmıştır ve bunu bir televizyon kanalında açıklamak zorundadır. Ama gel gör ki, özel kanallar o kadar çoktur ki, hangi birisinden darbe çağrısı yapacağına karar veremez. Görüntü kaybolur gider. Düşünün; darbeciler bir kanala baskın yapıyor, diğer kanallara operasyon yapmıyor veya yapamıyor. Peki, TRT'yi kim kurtarıyor? Devletin güçleri değil, halk kurtarıyor. Hatta, öylesine gariptir ki, kartel medyasının bir televizyonunu kim kurtarıyor? Yine o aşağıladığı ve kötülediği dindar ve mütedeyyin görünümlü insanlar kurtarıyor. Mizah bunun neresinde sizce? Bence her tarafında.

Siz karikatürist olmakla birlikte uzun zaman ciddi manada köşe yazdınız. Medya eleştirileri yaptınız. Hatta çocuk kitaplarının yanısıra bir de roman yazdınız. Yetiştirilmiş Hayatlar adını taşıyan bu romandan bahsedelim biraz...

Bu roman, hayata bir sıfır yenik başlayan bir çocuğun, daha sonraki yıllarda hayata tutunarak, nasıl başarıya yürüdüğünü anlatıyor. Yetiştirme yurdunda yetişen daha doğrusu kendisini yetiştiren bir çocuğun hikayesi. Her türlü olumsuzluğa rağmen, erken olgunlaşan ve kendi kaderini çizen bir çocuğun yurt yaşamında karşılaştığı zorluklar ve bunu pozitif bir yaklaşımla atlatabilen bir karakterin yaşam mücadelesi... Yarı otobiyografik roman da denebilir. Çünkü kendi hayatımı merkeze alarak yazdım bu eseri. Maksadım belliydi; yetiştirme yurdunda kalan çocuklar için "farkındalık" oluşturmak...

Peki, sizin döneminizdeki yurtlarla şimdiki yurtlar arasındaki farkı bize söyleyebilir misiniz? İlave olarak; Yetiştirme Yurdunda kalan bir "sanatçı" olarak devlet yetiştirme yurtlarında nasıl bir politika izlemeli?

Bizim dönemimiz talihsizliklerle doluydu. Kaldığımız zaman zarfında yurtlar daha Çocuk Esirgeme Kurumu'na bile bağlı değildi. Bölge valilerin ödenekleriyle geçiniyorduk. 1983'ten sonra iş değişti. Devlet, sosyal olma özelliğini hatırladı ve her gelen hükümet çok ciddi tahşidatlar yaptı. Geçmişle kıyas yaptığım zaman dağlar kadar fark olduğunu gözlemledim... Bizim dönemimizde yokluk vardı. Garibanlık vardı. Ama şimdi sevgi evleri adı altında yetişen çocuklar var. Derslerinde biraz gerileme olsa, psikologlar emrine amade... Halbuki bizim dönemimizde sorunlar temelinden halloluyordu(!). Yani iki tokatla psikolojimiz yerine geliyordu. Bizim dönemimizde yatakhaneler 12 kişiden müteşekkildi. İkişer ranzadan oluşan ve idrarlı döşeklerden oluşan kirli çarşaflar içinde yatıyorduk. Şimdi tek yataklı ve pırıl pırıl odalarda kalıyorlar. Evet bizim dönemimizde yokluk vardı, ama ideallerimiz vardı. Şimdiki çocuklarda her şey var, ama aynı ideali bulmak çok zor. Çocukların her şeyi olmamalı, biraz ukde bırakmalı bence.

Çocuklar ve gençlerin bir sanat dalıyla ilgilenmeleri, kendilerini yetiştirmeleri anlamında neler yapılmalı?

Neler yapılmalıdan çok, gençler bu konudaki talepkar olmaları yani istekli olmaları önemli. Bir sanata heves ettikleri anda büyükler devreye girip onlara yol göstermeli. Bu bakımdan yerel yöneticilere yani, belediyelerin organize ettiği bilgi evlerine çok iş düşüyor. Kültür Bakanlığı projeler üretip, sanat anlayışını belli bir kesime hapsetmemeli. Sanat halka yayılmalı, sokağa çıkmalı. Ulaşılabilir olmalı. Kültür Bakanlığı, belediyelerle işbirliği içinde olup "sanat evleri" açmalı. Bilgi evleri derslere yardımcı olurken, sanat evleri de gençlerin sanat aşkını alevlendirmeli. Çünkü sanat anlayışı kuvvetli olan bir ülkede darbeden sözetmek mümkün değil. Entellektüel bakış açımızı geliştirmeliyiz. Entelijansiyon eksikliğimiz bizim yumuşak karnımız. Sanat, marifet ve ilmi teşvik edip gençleri yönlendirmeli, talepkar hale getirmeliyiz.

Son olarak eklemek istediklerinizi alabilir miyiz?

15 Temmuz sonrası saflar netleşti. Milletin yanında olanlar ve millet düşmanları. Milletin safında yer alan bütün duyarlı insanlar olarak hepimiz daha çok çalışmalıyız. Hangi alanda çalışıyorsak işimizi en iyi derecede yapmalıyız. Özellikle sanat cephesini ihmal etmemeliyiz. 15 Temmuz ruhunu sanatla diri tutmalıyız. Memleket düşmanlarına fırsat vermeden birlik ve beraberliğimizi korumalıyız. Suni ayrılıkları gündeme getirmeden köklü kardeşliklerimizi vurgulamalıyız. Sayın Cumhurbaşkanımızın yanında olduğumuzu bütün dünyaya göstermeliyiz. Ben topyekün ümitsiz olmaya karşıyım. Ümitsizlik hali de düşmanın işine gelir. Bu ülkeye bu millete güvenmeli ümidimizi asla kaybetmemeliyiz. Yürekler toplu çarptıkça düşmanın topu da tankı da bir şey yapamaz. Bunun en yakın örneği 15 Temmuz. Son sözümüz duamız olsun Allah cc devletimize zeval vermesin. Hainlere fırsat vermesin. Amin.

Yeniakit, 10 Ekim 2016 

Bu yazı toplam 551 defa okunmuştur.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim