Siyaseten yola çıkılabilecek, icabında aynı hedefe ateş edilebilecek ve hatta “siyasi ortaklık” yapılabilecek insanlar, değil mi ki “talepler ve ihtiyaçlar kalemiyle” kendisine benzemeyeni huzursuz ediyor, kendisine benzemeyeni şaşırtıyor, kendisine benzemeyenin hayat alanını daraltıyor, onlar artık “öteki”dir, “öteki” telakki edilmelidir...
Bunu, bu şekilde, dolambaçlı laflarla anlattığıma bakmayın.
Bu kavramlaştırmayı son derece “saygısız ve terbiyesiz bir üslupla” yapıyorlar.
Herhalde siyaseten pozisyon aldıklarını düşünüyorlar... Sanki ele aldığımız ve tartıştığımız konu, “siyasal karşıtlaşmanın” ürünüymüş gibi.
Hadi daha açık konuşalım:
Görünüşte hükümeti eleştiriyorlar ama hedefte öteki var. “Öteki”nden duydukları rahatsızlığı meşru muhalefetle kılıflamaya çalışıyorlar. Bir anlamda, bilinçaltlarını ele veriyorlar: Herkes her şeyi tüketemez. Tüketme hakkı ve ayrıcalığı yalnızca kendilerine ait...
Hükümete çak kardeşim.
Başbakan’ı yerden yere vur.
Bin tane Uludere yazısı yazdın... Bin tane daha yaz...
Uludere’de akan kanların bir gün bu iktidarı boğacağını söyle...
Küfür manşetleri at...
Nezahetine yakışır laflar gönder... “Sefil” de, “Zavallı” de, “Zorda olan sensin aslanım” de...
Elinden gelen her melaneti sergile...
İktidarlar gidicidir... Başbakan bugün vardır, yarın yoktur... Yarın bir başka vasat kurulur, bir başka siyasal iklim oluşur, bir başka siyasal kültür ülkeye egemen olur. Sen de ettiğin küfürlerle kalırsın.
Fakat muhalefetini, varlıklarını “yaşam alanına saldırı” saydığın insanlar üzerinden yapma... O insanların modernizmle sınavını, tüketim alışkanlıklarını, tüketim ihtiyaçlarını yahut “kapitalist hayat içindeki çürümüşlüklerini” siyasal bir sonuç olarak değerlendirip, durumdan vazife çıkarma... Yani, işi “yaşam alanı savunusuna” dökme. Ayıp oluyor.
Bu işi 28 Şubat sürecinde Bedri Baykam gibiler yapardı. Emin Çölaşan gibiler yapardı.
Sosyolog Emre Kongar da teorik (!) kılıf hazırlardı...
Mesele gelir, “Ay şekerim, köylüler geldi, semtimizi işgal etti” sonucuna dayanırdı.
8HAMİŞ:
Kelimelere dans ettirme becerisine sahip usta yazar, babası ve kardeşiyle birlikte, her zaman yemek yedikleri içkili lokantaya gitmiş... Artık içki verilmediğini görünce şaşırmış... Durumu, “hükümetin oluşturduğu korku atmosferiyle”açıklıyor. İki adım öteye gitse, onlarca içkili lokanta bulacak. Gitmiyor... “Korku” edebiyatı yapıyor... Bu türden yazıları, eskiden, Deniz Som yazardı. Ne tuhaf!
14.06.2012 Star






























Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.