Bölge dışı sömürgeci güçlerin Osmanlı sonrası oluşturdukları dengeler, bölgeye yabancı unsurların girmesi ve bu coğrafyanın ruhuna, kültürüne yabancı çözümler sadece kaos getirdi. Belki de bu kaos nedeniyledir ki bölge dışı güçler kurdukları hegemonik- bağımlılık ilişkisini sürdürebildiler.
İngilizlerin ve kısmen de Fransızların Osmanlı sonrası coğrafyada gerçekleştirdikleri sömürge yönetimi ve peşinden bağımsız 'ulus devletçik'lerle bölgedeki nüfuzlarını sürdürme çabaları bir süre devam etse de 2. Dünya savaşından sonra belirgin biçimde Amerika bu boşluğu doldurduSovyet etkisi ise kara sömürgeciliğe karşı kızıl sömürgeci karşı dengeden ibaretti.
Bir türlü kurulamayan "yeni dünya düzeni"nin tek küresel gücü olarak Amerika, bölgedeki nüfuzunu işgallerle belirleyici hale getirirken bir bakıma sömürge döneminin şartlarına dönülmüş oldu.
Her sömürgeci güç gibi Amerika da Ortadoğudan bir gün gidecek. Zaten dünyanın en fakir ülkesi Afganistan'ı on yıldır bombalıyor olması, Irak ve Ortadoğu petrolünün musluğu kendisinde olmasına rağmen işgal etmesinin başka açıklaması yok: Bu topraklardan çekildiğinde geride bıraktığı düzenin devamını sağlamak...
Ortadoğu'da yeni bir düzen kurulmakta olduğu çok açık... Bu yeni düzenin ne yönde şekilleneceği sorusuna verilecek cevap, ne yönde bir boşluk oluşacağı ve kimin dolduracağı ile yakından alakalı. İngiliz sömürgeciliği gibi Amerikan hegemonyasının da sonunun geldiği artık netleşti. Newsweek Dergisi'nden Niall Ferguson da tam bu konuyu ele alarak muhtemel bir gelecek tasarımı çizmeye çalışmış. Yazıda üç ihtimalden söz ediliyor. "Mutlu senaryo", ülkelerin ardı ardına Batı demokrasilerine geçmesi ve "kabus senaryosu", ya iç savaş ya İslami devrimin ortaya çıkması olarak gösterilirken, üçüncü muhtemel senaryo ise "yeniden canlanmış bir Osmanlı İmparatorluğu" olduğuna dikkat çekiliyor.
Yazının amacı muhtemel bir Osmanlı denkleminin, Amerika'nın bırakacağı boşluğu doldurma tehlikesine karşı batıyı uyarmak. Bana kalırsa bu uyarı aynı zamanda Türkiye'ye yöneliktir ve mevcut hükümeti baskı altına almayı amaçlamaktadır. AKP kadrolarında nostaljik düzeyde dillendirilen yeni Osmanlıcılığın stratejik bir hedefe yönelme ihtimaline karşı bir tür uyarı olarak okunabilir pek ala. Ve Osmanlı boşluğunun doldurulması hususunda stratejik hesaplarının Batının aklına yeni düştüğünü sanmak da çok yüzeyselce bir yaklaşım olur.
Türkiye'nin Avrupa Birliği yolunun açılmasının muhafazakâr –demokrat siyasetçiler eliyle olması tesadüf değildir. Türkiye'nin AB üyeliğini en fazla Amerika'nın istemesi hatta bu yönde baskıya varan ısrarda bulunması muhtemel boşluk sendromu stratejisiyle alakalıydı. Türkiye hem AB kanalıyla Batı içinde tutulacak, hem de Batı, Türkiye üzerinde Ortadoğu'ya daha kolay nüfuz edecekti. (Bu tespitlerin bugün için fazla bir orijinalliği olmasa da on yıl önceki yazılarımın bir tekrarından başka bir şey değildir).
Arap baharı adı verilen yeni düzen arayışının Amerika sonrası bölge dengelerini ne türden şekilleneceği, bunun için kimin rol model olarak ısrarla öne çıkarılmak istendiğini iyi izlemek gerekiyor. Bir yanda Ezher açıklamasında olduğu gibi, "İslam Medeniyetinde din devleti yoktur" türü deklarasyonlarla bölgedeki İslami hareketlerin taleplerini seküler demokrasiler yönünde evrilmesi istenirken Türkiye modeli hayli iş göreceğidüşünülüyor. Diğer tarafta Türkiye içinde bir niyet okuması yaparak, en kötü senaryoya göre medya üzerinden baskı ve kontrol mekanizmaları geliştiriliyor.
Türkiye açısından kulağa hoş gelen "yeni Osmanlıcılık" bir ulus devletten nasıl imparatorluk stratejileri geliştirileceği sorusuna takılıp kalmaya mahkum... Üstelik Batılı normlarda bir ideolojik devlete Osmanlı giysisinin yakışıp yakışmayacağını düşünmeden gurur okşamak tuhaf kaçıyor.
23 Haziran 2011 Yeni Şafak































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.