Türkiye'nin komşularıyla "sıfır sorun politikası" bu tarihi refleksin bölgesel ilişkilere yönelik bir dış politika argümanı olarak öne çıktı. Aslında bu, aynı zamanda iç politikadaki dengelerle de yakından alakalı idi. Dört tarafının düşmanlarla çevrili olduğu retoriğinin siyasal sistemde yansıması bir tür vesayetçiliğin korku ile meşrulaştırılması idi.
Bu çerçevede "sıfır sorun politikası"na karşı çıkanların önemli kısmının dillendirmedikleri hususun vesayetçiliğin önemli argümanlarından birinin ellerinden alınmış olması olduğu söylenebilir. Nitekim sıfır sorun politikasının ısrarla başarısız olduğu, bittiği tezlerini dillendiren çevrelerin ne yapmak istediklerini, iç politikadaki beklenti ve karşılıkları göz önüne almadan okumak zor.
Sıfır sorun politikası tek başına kurucu bir strateji olmasa da konjonktürel durumda bölgede muhtemel açılımlar için ara formüldü.
Sıfır sorun politikasının sorunlu yanları bir yana, bu politikanın ısrarla iflas ettiği söylemi ile "İran'ın şeytanlaştırılması stratejisi"nin atbaşı gitmesi Türkiye'nin bölgede nasıl bir role itilmek istendiğini düşünmemize yardımcı olabilir.
Türkiye ile İran'ın çatıştırılması için İran'ın İsrailleştirilmesi bile gerekebilir. Nitekim İran'la İsrail'in Türkiye konusunda nasıl elbirlik çalıştıkları söylemini, hem liberal kesimin hem de iktidar yanlısı muhafazakar (kimileri yaftalamak için İslamcı diyor!) kesimlerin mezhebi farklılığı öne çıkararak işlemesi her şeyden önce AKP'yi ve içine çekilmek istendiği stratejik vakum açısından Türkiye'yi yakından ilgilendirir.
İran-Türkiye çatışmasında İran'ın da malzeme vermediği söylenemez. Suriye ve son dönemde Irak konusunda stratejik kuşatılmışlığını pragmatistçe kendi nüfuz alanlarındaki yapıları kullanarak aşmaya çalışması, kısa vadede elini rahatlatır gibi olsa da sadece İran'ı değil beraberinde Türkiye'yi de içine alacak bir vakuma sürükleyebilir.
Bu stratejik vakuma Türkiye'yi itelemek isteyenlerin Suriye'de Şiilik-Sünnilik ayrışması üzerinden yürüttükleri propaganda savaşına İsrail'i de ekleyerek aslında yeni bir propaganda sayfası açmaları hayli manidar. Normal şartlarda İsrail'den yana olanlar, bu hususta İran'ı İsrailleştirerek zihinsel kırılmayı pekiştirmeye çalışıyorlar.
Orkestra şefliğini bölge dışı güçlerin yaptığı, liberallerle neo-ittihatçıların da katılacağı bu yeni argümana karşı hem İran'ın hem de Türkiye'nin kısa vadeli pragmatizmi aşan bir stratejik vizyonla hareket etmeleri beklenir. Aksi durumda İsrail'le paralel görüntü veren İran bölgedeki meşruiyetini sağlayan İsrail'e karşı ne direniş argümanında tutarlı kalabilir ne de sıfır sorun politikası ile bölgede soft power olmaya çalışan Türkiye önünü görebilir.
Bu arada seküler Arap milliyetçilerinin husumetlerinin de bu bağlamda devreye girmeye başlaması, hem Türkiye açısından hem bölge açısından ne kadar hassas dengelerde durulduğunun işareti. Tüm mayınlı alanlar sömürgecilik sonrası Batılı sekter, milliyetçi bakışın oluşturduğu dengelerin bir anda silinmediğini, gerektiğinde her an yeniden canlanabileceğini gösteriyor. Hem mezhepsel hem de ulusçu sekter parçalanmışlığı aşabilmenin yolunun yine Batı'dan ödünç alınan modelleri, projeleri Ortadoğu'ya tavsiye etmek olmadığını söylemeye gerek yok.
17.01.2012 Yeni Şafak






























Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.