• İstanbul 18 °C
  • Ankara 23 °C

Akif'in yakılan meali aslı mıydı, başka mıydı?

Akif'in yakılan meali aslı mıydı, başka mıydı?
Geleneğin taht-ı terbiyyetinde yetişen gönül erleri artık yavaş yavaş aramızdan çekiliyorlar. İlim, irfan, edeb, hilm, nezâket, zerafet yüklü bu insanların sohbetine de, temaşasına da doyum olmuyor.

Anadolu’nun tam ortasında bir köyde bu gün inzivaya çekilmiş olan Ali İhsan Okur Hoca, işte bu müstesna zâtlardan biri. Hatıratını kaleme almak üzere Hoca ile yaptığımız mülâkatlarda kendimizi bir Osmanlı müderrisinin dizi dibinde hissediyoruz. Sözleri öylesine irfan yüklü, öylesine baldan tatlı…

Hayatı “bu kadar olur” dedirtecek ölçüde hareketli ve hikmetli. Otuz yıla yakın Mısır’da kalmış, üniversitede önce talebe, sonra hoca olmuş ve emekli olduktan sonra memleketine dönmüş. Mısır üniversitelerinde Türk Edebiyatı dersleri vermiş, bu yüzden klasik edebiyata son derece hâkim. İnanılmaz bir hafızası var, sohbetini sürekli şiirlerde destekliyor. Hayatının her dönemi birbirinden ilginç enstantanelerle dolu. Bunlardan tadımlık birkaç tanesini paylaşalım şimdi…

Tek başına Mısır yollarında

Daha çocuk denecek yaştayken, Mısır’a ilim tahsiline gitmeyi kafasına koyar. Resmi girişimlerden sonuç alamayınca kendi imkânlarıyla gitmeye karar verir. Sene 1949. Bir Ramazan sabahı heybesini omzuna atıp, yaya olarak yola çıkar. Yozgat’tan, yürüyerek Nevşehir’e kadar gider. Daha sonra bazen tren bazen kamyonla Adana’ya, oradan Mersin’e ulaşır. Mısır’a bir türlü geçiş yolu bulamaz, Suriye’ye ve ardından Lübnan’a gider. Uzun bir mücadelenin ardından nihayet Mısır’a ulaşır. Yol boyunca yaşadığı enteresan hadiseler yazmakla bitecek gibi değil.

Böyle babaya böyle evlad yakışır

Son derece vakur, celadetli bir babanın oğludur. Ali İhsan Hoca Mısır’da talebe iken babası bir gün ziyarete gelir. O günler, Arap-İsrail savaşlarının sona erdiği ve Arapların mağlup oldukları günlerdir. Sabah namazını eda ettikten sonra babası yanına gelir ve “Şimdi hemen giyin, bir taksi bul, doğruca Abdünnasır’ın yanına gideceğiz. Ben Arapça bilmiyorum, sen gelip bana tercümanlık yapacaksın. Ona diyeceğim ki, beni ordunun içerisine koy, ordudan 1000 kişi seçeyim. Bana bir de tercüman ver, beni orduya komutan tayin et. Bak bu İsrail’e neler yaparım ben…” Ağrına gitmiştir İsrail’e karşı alınan bu mağlubiyet. Tabii ki Abdunnasır’la görüşemez ama bu samimiyeti kayıtlara geçecek bir samimiyettir.

Devamı: https://www.dunyabizim.com/portre/akif-in-yakilan-meali-asli-miydi-baska-miydi-h10267.html

Bu haber toplam 521 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim