• İstanbul 17 °C
  • Ankara 20 °C
  • İzmir 24 °C
  • Konya 21 °C
  • Sakarya 15 °C
  • Şanlıurfa 24 °C
  • Trabzon 21 °C
  • Gaziantep 21 °C
  • Bolu 13 °C
  • Bursa 19 °C

Mehmet Âkif’in “Çanakkale’den Sakarya’ya” Ekseninde Bir Anlayış Mücadelesi

Mehmet Âkif’in “Çanakkale’den Sakarya’ya” Ekseninde Bir Anlayış Mücadelesi
Muhammed Işık

Cumhuriyet dönemi Türk düşünce hayatının hem entelektüel hem de ahlaki duruşuyla temayüz etmiş simalarından biri olan Mehmet Âkif, yalnızca bir şair değil, aynı zamanda bir fikir ve aksiyon adamı olarak da tarihi mirasımızda özel bir yere sahiptir. Onun bu çok yönlü kimliğini kavramak için derinlemesine bir inceleme yapmak gerekir; sadece ilk bakışta görünenlerle yetinmemek, aksine arka planı, amacını ve o dönemin düşünce dünyasını hesaba katmak önemlidir. İşte tam da bu noktada, D. Mehmet Doğan’ın “Mehmet Âkif: Çanakkale’den Sakarya’ya” kitabı, Âkif’in hem tarihî hem de edebî kişiliğini yeniden yorumlamamıza imkân tanıyan önemli bir başvuru kaynağı olarak öne çıkıyor.

Kitap, sadece bir derleme olmanın ötesinde, Mehmet Âkif’in hakikatle örtüşmeyen biçimlerde temsil edilmesine karşı verilmiş entelektüel bir mücadelenin ürünü olarak değerlendirilmelidir. D. Mehmet Doğan, bu çalışmasında, Âkif hakkında hem kamuoyunda hem de akademide dolaşan hatalı yargıların izini sürerken, bunların doğuş sebeplerini de sorgulama cesareti gösteriyor. Bu anlamda kitap, bir biyografi ya da klasik bir edebi incelemeden çok, fikrî bir arınma çağrısı olarak okunabilir.

220 sayfalık bu eser, Mehmet Âkif Araştırmaları Merkezi’nin bilgi şölenleri, Doğan’ın konferans notları ve çeşitli köşe yazılarından seçilmiş metinlerin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş. Ancak bu seçki, rastgele bir derleme değil; anlamlı bir bütünlük arz eden, sistematik bir kurguya sahip. Kitap altı bölümden oluşuyor ve bu bölümler, Âkif’in hem şahsi çabasını hem de üstlendiği dönemsel rolü farklı açılardan ele alıyor.

Her bölümde Doğan, Âkif’in fikir dünyasını yalnızca kronolojik değil; tematik olarak da derinleştirerek ele alıyor. Bu sayede okuyucu, hem zamanın ruhunu hem de Âkif’in bu ruh karşısında takındığı tavrı daha net bir biçimde görme şansı buluyor.

Doğan’ın kitabında altını çizdiği temel meselelerden biri de, Mehmet Âkif’e yönelik düşmanlığın kaynaklarıdır. Bu düşmanlık, sadece onun yaşadığı döneme ait bir mesele değil; ölümünden sonra da sistematik biçimde devam eden bir “gölgeleme” çabasının izlerini taşır.

Bu düşmanlığın en önemli iki boyutu olarak:

II. Abdülhamit’e yönelik tutumu,
Ve şiirinin “katı bir fakih” havasında olması nedeniyle yapılan eleştiriler dikkat çeker.

Doğan, bu eleştirilerin ardında yatan ideolojik motivasyonları sorgularken, Âkif’in ne Abdülhamit karşıtı bir figür ne de dogmatik bir din yorumcusuyla özdeşleştirilemeyeceğini açık bir dille ortaya koyuyor. Aksine, Âkif’in her şeyden önce hakikat arayıcısı bir şair, samimi bir mümin ve sahici bir vatansever olduğunu gözler önüne seriyor.

Kitapta dikkat çeken bir diğer mesele, akademik çalışmaların Âkif’e yaklaşımındaki yüzeyselliktir. D. Mehmet Doğan, birçok akademik çalışmanın, Âkif’in derinliğini kavrayamayan veya onu ideolojik bir kalıba sıkıştıran bir yaklaşımla üretildiğini öne sürüyor. Bu iddia, kitabın entelektüel tonunu daha da derinleştiriyor: Yazar, yalnızca yanlış halk algılarını değil, akademik otoritenin de kör noktalarını sorguluyor.

Aynı şekilde, popüler kültürde Âkif’in kimi zaman sadece “İstiklâl Marşı Şairi” olarak tanıtılması, onun büyük fikir mücadelesinin ve hayat pratiğiyle kurduğu tutarlı ilişkinin göz ardı edilmesine neden oluyor. Doğan, bu indirgemeci anlayışı reddederek, Âkif’in bir “rol model” olarak yeniden keşfedilmesi gerektiğini savunuyor.

Mehmet Âkif’in mirası üzerine yapılan okumalar, çoğunlukla onun şair kimliğine veya İstiklâl Marşı’nın müellifi oluşuna odaklanır. Oysa Âkif, yalnızca mısraların içinde değil, fikrî derinlikte, tarihi duruşta, yaşama biçiminde ve ahlaki tercihlerinde de okunması gereken çok katmanlı bir şahsiyettir. Doğan'a göre Âkif'i doğru okumak mümkündür; ancak bu, samimi bir niyetle onun düşünce evrenine nüfuz etmeye hazır olmakla mümkündür.

Kitap, Âkif’in yalnızca ne söylediğine değil, neden söylediğine ve nasıl yaşadığına da dikkat çekiyor. Bu yönüyle eser, okuyucusunu hem tarihi bir sorgulamaya hem de şahsi bir aynaya davet ediyor. Kitaptan sunacağım bazı alıntılar, bu derinliği daha görünür kılmakta ve Doğan’ın yaklaşımını somutlaştırmaktadır.

“Mehmet Âkif, 19. yüzyılın etkili akımı pozitivizm ve dinsizlik cereyanlarının gelecekte alabileceği şekli, meydana getirebileceği menfi tesirleri 1912’de düşünmüştür. Osmanlı ülkesinde aydınların içinde bulunduğu zihni yapının gelecekte yol açabileceği zararları o zamandan tahmin etmiştir.”

Bu satırlar, Âkif’in zamanının ötesinde bir sezgiye sahip olduğunu gösteriyor. O, pozitivizmin ve sekülerleşmenin ileride nasıl bir zihin çoraklığına yol açabileceğini erken bir dönemde öngörmüş ve buna karşı kendi entelektüel direnişini inşa etmiştir. Onun bu tavrı, sadece savunmacı bir refleks değil; aynı zamanda İslam düşüncesinin çağdaş meydan okumalar karşısındaki konumunu sorgulayan derin bir bilinç halidir. Âkif, bu açıdan sadece bir şair değil, bir fikir nöbetçisidir.

“Mehmet Âkif olmak zor... İnanmak. İnandığı gibi yaşamak. Düşünmek ve yazmak. Onun mücadelesini yapmak. Her türlü sıkıntıya rağmen şahsiyet bütünlüğünü hiçbir şekilde bozmadan var olabilmek...”

Bu cümlelerde, Mehmet Âkif olmanın özündeki yüksek ahlaki yükümlülük ifadesini görmek mümkündür. Âkif için inanmak yalnızca zihni bir kabul değil, yaşama aktarılan bir sorumluluktu. Doğan’ın burada altını çizdiği "şahsiyet bütünlüğü", bugün bile entelektüel çevrelerde eksikliği derinden hissedilen bir niteliktir. Bu noktada Âkif, yalnızca bir örnek değil, bir imtihan ölçüsüdür.

“Mehmet Âkif'in hem doğu edebiyatına büyük vukufu var, hem de batı edebiyatını yakından takip ediyor ve iyi biliyor. Ekseriya cebinde Fransızca bir eser taşıyor ve vakit buldukça okuyor. Hafızasında birçok Fransızca şiir varmış.”

Bu gözlem, Âkif’in entelektüel beslenme kaynaklarını çeşitliliğiyle tanımlayan önemli bir vurgudur. O, Doğu’ya ait olduğu kadar Batı’nın da dilini bilen, her iki dünyanın da edebi ve fikrî damarlarını kavramış bir şahsiyetti. Ancak bu sentez, bir taklit değil; yerli bir aklın, dış dünyayı eleştirel süzgeçten geçirme çabasıydı. Âkif’in cebinde Fransızca eser taşıması, onun Batı’ya teslim olduğu anlamına gelmez; tam tersine, kendi medeniyetini güçlendirme gayretinin bir parçasıdır.

“Gerekli gereksiz okuma, ille de her şeyi okuma diye bir merakı, temayülü yok. Kendisine gerekli olanı, fikir ve edebiyat dünyası için ihtiyaç duyduklarını okuyor ve bazılarını mükerreren okuyor. Çok kitap okumak yerine, belirli kitapları sürekli okumayı tercih ediyor.”

Âkif’in okuma pratiği, günümüz bilgi çağının yüzeyselliğine karşı derinlikli bir alternatif sunuyor. Onun okumaları bir bilgi birikimi arayışından çok, bir anlam derinliği arayışıdır. Bu yönüyle Doğan, Âkif’i “çok bilen” değil, “derin düşünen” biri olarak resmediyor. Bugünün hızlı tüketilen bilgi kültürüne karşı, Âkif’in bu seçici ve tekrar eden okuma alışkanlığı, zihni disiplini korumanın bir yolu olarak anlam kazanır.

 “19. yüzyılın ikinci yarısında, bilhassa Abdülhamid devrinde yaygınlaştırılan öğretim sistemi bizim uzun süre görmezden geldiğimiz önemli sonuçlar doğurdu. Eğer bu sistem bir çeyrek asır daha devam ettirilebilse idi, İslâm dünyasının çehresi çok farklı olacaktı. Osmanlı okullarından mezun olan Araplar 'genellikle Türkçeyi Arapçadan daha ustalıklı kullanıyorlardı.”

Bu değerlendirme, sadece Âkif’in şahsına değil, onun dâhil olduğu eğitim ve kültür atmosferine de ışık tutuyor. Doğan, burada Cumhuriyet sonrası eğitim sisteminin terk ettiği bir potansiyele dikkat çekiyor. Mehmet Âkif’in yetiştiği eğitim yapısı, çok dilli, çok kültürlü ve fikrî derinliğe açık bireyler yetiştirmekteydi. Bu sistemin devam ettirilememesi, hem Osmanlı sonrası Türk aydınlarını hem de İslam dünyasını ciddi biçimde etkilemiştir.

 “Mehmet Âkif: Çanakkale’den Sakarya’ya”, yalnızca bir kitap değil; aynı zamanda bir davet. Bu davet, geçmişin tartışmalarını bugüne taşıyan, tarihî figürleri ideolojik kalıplardan kurtararak gerçek kimlikleriyle tanıma çağrısıdır.

D. Mehmet Doğan, bu eseriyle sadece bir şairi değil, aynı zamanda bir vicdanı, bir irfanı ve bir duruşu yeniden hatırlatıyor bizlere. Onun perspektifinden baktığımızda, Mehmet Âkif’i doğru okumak, aynı zamanda kendimizi, tarihimizi ve değer dünyamızı da yeniden okumak anlamına geliyor.

Bu eser, özellikle genç araştırmacılar, tarih meraklıları ve edebiyatseverler için sadece bir bilgi deposu değil, aynı zamanda ufuk açıcı bir kıvılcımdır.

Bu haber toplam 4155 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim