• İstanbul 14 °C
  • Ankara 13 °C

‘Alevilik İslam’ın özüdür

Fatma Gülşen KOÇAK

Ömrünü İslam milletinin ortak değerlerini güçlendirmeye adayan Dünya Ehl-i Beyt Vakfı Başkanı Fermani Altun ile Alevilik meselesini birlik beraberlik noktasındaki gayretlerini ve ülkemizi ilgilendiren önemli hususları konuştuk.

Uzun yıllardan beri önemli bir misyon yürütüyorsunuz. Vakfınızın kuruluş gayesinden bahseder misiniz?

80’li yıllarda bendeniz Ehl-i Beyt Gazetesi çıkarıyordum. 12 Mart olunca kapatıldı. Vakfın kuruluş gayesi Türkiye’de İslam toplumu içinde alabildiğine bilgisizlik ya da eksik bilgi var. Bu bilgisizlikten kaynaklanan sorunlar yaşanıyor. Bir bakıyorsunuz mezhep olarak alevîlik, sünnîlik boyutunda ne sorunlar yaşanıyor. Halbuki Yaratan tek, Peygamber (sav) tek, Kur’an tek, tarihimiz de tek. Bilhassa Anadolu insanı için. Anadolu’dan Balkanlara, ta Çin’e kadar İslam hep aynı referanslı. Hz. Resulullah Efendimiz’in Ehl-i Beyt’i referanslı. Yani medeniyet, hoşgörü, kültür, tasavvuf… Bütün dünya insanlığını kucaklayan bir merhamet yurdu Anadolu. Bu bakımdan Anadolu insanı ne büyük bir servet. Bunun dışında kalan İslamiyet ikiye bölünmüştür. Bizim dinimizde saltanat sevdası, çıkar ilişkisi, zalimlik yok. Bizim dinimiz merhamet ve ahlak dinidir. Bizim dinimizde terör yok, şiddet yok. Mesela ben 50 yıldan beri idamlara karşı çıkarım, her zaman. Yani bir adam başka bir adamı öldürdü diye siz de onu öldürüyorsanız ne farkınız kalıyor ondan? Bu devlet cinayetidir. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu da aynı şeyi söylüyordu bu konuda. İşkence de aynı şekilde devlet terörüdür. Ama 50 yıldan beri bunu savunuyorum. Çünkü adamın suçu ne olursa olsun onun karşılığı adalette vardır zaten.

Vakıf çalışmalarında maddi boyutu sizin yüklendiğiniz biliniyor doğru mu?

Dünya Ehl-i Beyt Vakfını kurduktan sonra 11 tane kurultay yaptık. Kendi olanaklarımla yaptım, kendi maddi imkanlarım vardı. Bir de benim farkım şudur: ben hem bir tasavvuf uzmanı hem de iyi bir ekonomistim. Uluslararası Ekonomi okudum ben Avrupa’da. Bu ülkeye 1,5-2 milyar dolar ihracat yapmışım. Kendi imkanlarını inancına harcayan birkaç kişiden biriyim.

Kurultayların amacı neydi?

Şimdi bu kurultaylarda, düşünebiliyor musunuz, 80 ülke bir araya geliyor. Bunlardan rahatsız oluyordu bazıları. “Burada İran var.” diye sorun edenler, diyanetin, bazı siyasilerin varlığını sorun edenler… Düşünebiliyor musunuz insanlar nasıl ayrıştırılmış?  Ama bizim kurultaylarımızda 80 ülke 500 temsilci bulunuyordu. Devletin bile zor yapabileceği büyük bir hizmet. Böyle 11 kurultay gerçekleştirdik. Biri Almanya’da, on tanesi Türkiye’de. Ama herkes geliyordu. Herkes şunu söylüyordu: “Fermani Altun’un bir çağrısıyla bütün dünya buraya toplanıyor.” Bu çok önemli bir şans. Çünkü 50 yıldan beri verdiğimiz bir hizmetin karşılığı bu.

Marjinal sol örgütlerin Alevî gençlere yönelik propagandaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Biz Dünya Ehl-i Beyt Kurultayı yapıncaya kadar Türkiye’de Alevîlik sanki bir ideolojiymiş, bir kültürmüş gibi, Alevîlik sanki İslam dışıymış gibi bir izlenim vardı. Ama öyle olmadığını, Alevisinin, Sünnisinin hepsinin ortak değerinin Ehl-i Beyt olduğu Peygamberimiz ve Kur’an-ı Kerim tarafından belirtilmiştir. Bizler bunu anlattık. Bunu öğrettiğimiz zaman tüm Türkiye’de Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz 81 ilden bize minnettarlığını ilettiler. “Allah razı olsun, siz bize İmam-ı Azam’ı anlattınız, siz bize İmam Şafii’yi anlattınız, siz ortak değerlerimizi anlattınız” dediler. Ve daha çok Ehl-i Sünnet kesim sahip çıktı çünkü inanç düzeyi daha yüksekti. Alevilerin bir eğitim yeri yoktu, imkanı yoktu. Sistem tarafından dışlanmışlardı. Dergahlar, tekkeler de kapatılmıştı. Bunların kapatılmasıyla Aleviler büyük bir bilgisizliğe itildi. Daha sonra gelen sol ideolojiler, sanki Alevilik bir ideolojik tercihmiş gibi algılamaya başladı. Onun için “Alevilik İslam’ın özüdür” dedik. Alevilik Kur’anın ve Ehl-i Beyt’in özüdür. Bunları anlattık. Bu bütün dünyada çok büyük ilgi gördü. Bütün dünyada dostlarımız çoğaldı. Kollarımız her tarafta. Bizim tüm toplantılarımıza herkes katılabilirdi. Eski bir Diyanet İşleri Başkanı şimdi danışma kurulu üyemiz. O zamanlar da katılırdı toplantılarımıza. Nevzat Yalçıntaş Hoca vefat edene kadar danışma kurulu başkanımızdı. En büyük desteği veren dostumuz, Allah rahmet eylesin. Bünyemizde herkes vardı. Müftüler de katılırdı.

Erbakan Hoca da sık katılırdı değil mi?

Öyle anma törenleri oluyordu ki, on bin kişi katılıyordu. Erbakan Hoca gelirdi. Yarım saat o konuşurdu yarım saat ben. Çünkü Erbakan Hoca kültür düzeyiyle büyük bir alimdi. Ayrıca farklılıkları doğru gören bir insandı. “Farklılıklar haktır.” Diyordu. Hoca bana defalarca milletvekilliği teklif etti. Başbakanken aradığım zaman randevu falan yok, hemen kabul ederdi. Otururdu benimle saatlerce sohbet ederdi. Bir toplantısı varsa “mübarek geldi” deyip bir saat ara verirdi. Hatta ev hapsindeyken de Altınoluk’a ziyarete gittim. İki buçuk üç saat bırakmamıştı.  Çok hatıralarım var, onları hazırladım. Bir kitapta yer vereceğim.

Küresel güçlerin Alevi vatandaşlarımız üzerindeki projeleri sizce nelerdir?

Asıl bizim kendi ülkemizde yumuşak karın bırakmamamız gerekir. Yani siz bir açık bırakırsanız bu açığı emperyalizm, Siyonizm bütün güçler kullanmaya çalışır. Nasıl bırakmayacağız? Mesela ben Türkiye’de din-vicdan özgürlüğü olmadığına inanıyorum. Üç eski diyanet işleri başkanı bizi devletin bir parçası olmaktan çıkarın diyerek istifa etti. Din işleri bir şeyin parçası olduğunda onun hegemonyasından kurtulamıyor. “Aman efendim vakıflar, cemaatler…” deniyor. Adaletin olduğu bir ülkede kim suç işlerse onun hukukta bir cezası var. Cezasını verirsin. Bu böyle devam ettiği sürece başımızda olan veya olacak her iktidar bu kurumu (Diyanet’i) kendi çıkarları doğrultusunda kullanır. Bu da toplumsal yapımıza zarar vermeye devam eder.

Tüm camileri kim yapıyor? İnanan halk yapıyor, yaptırıyor. Eskiden camiyi yaptırırlar, imamın maaşını da aralarında toplayıp verirlerdi. Bunda hiçbir sorun yok. Devletin karışmaması lazım. Şu anda bu tartışılıyor. Bizim Türkiye’deki en büyük meselelerimiz: 1) Fikir ve düşünce özgürlüğü 2) Din-Vicdan özgürlüğü 3) Adalet. Bu üçünün olmadığı ülkelerde yatırım da olmaz. Sefalet ve cehalet olur. Huzur bulamayız. Ben şuna inanıyorum. Aç insanın dini olmaz.

“Açlık sofuluğu bozdurur.” derler.

Açın dini olmaz. Cahilin dini olmaz. Zalimin de dini olmaz. Biz huzurlu, doğru-dürüst, sevgi ve saygıda yarışan bir toplumduk. Eskiden bu özelliklerimiz daha ön plandaydı. Bunlar çok büyük kazanımlardır. O zamanlar %15 okur-yazarlık vardı ama bu duygularımız da vardı. Şimdi %90 okur-yazarız. Suçlar yüzde bin beş yüz arttı. Neden bu manevi değerler erozyona uğradı. Anadolu insanının İslamı büyük bir şans. Kadına verilen değer en başta. Kadın kutsaldır. Bugünkü İslamiyet, 1400 sene evvel kadına verilen değeri yok eden bir anlayışı yerle bir edip güneş gibi doğdu. Zulmü yok etmiş, merhameti, adaleti getirmiş. Hatta bir gün bir topluluk geldiğinde Peygamber Efendimiz Hz. Ali’ye: “git bak bakalım bunlar kimdir, ne yapar” demiş. Hz. Ali araştırdığında onların bir köle pazarı olduğunu öğrenip Peygamberimize iletmiş. Resulullah da “Siz nefsiniz için köle alıp satıyorsunuz. Önce bu davranışınızı terk edin ondan sonra İslam’a gelin” diye buyurmuş. Yani biz bu büyük inancın mesajlarını doğru anlayıp gelecek nesillere aktaracağız.

Hz. Ali Efendimiz buyuruyor: “İlim bir nokta idi. Cahiller çoğalttı onu.” Düşman vurmakla bitmez, dost kazanmak gerek. Kazanılan her dostta bin tane düşmanı yok etmiş oluyoruz. Son yıllarda yaşadığımız sıkıntıların temelinde ilim, irfan ve muhabbetin erozyona uğraması yatıyor.

Rabbimiz  elçilerini neden göndermiş insanlara? İnsanların insanlık değerlerine sahip çıktığı zaman dünya nizamı olur. Bu nizam için insanlara akıl vermiş, elçiler ve kitaplar göndermiş. Demek ki kurtuluş reçetesi bu manayı anlamakta, bunları öğrenmekte yatıyor.

Bir dönem yürütülen Alevî Açılımı neden devam etmedi?

Ak Parti’nin bir dönem Alevî Açılımı, özgürlükler, Avrupa Birliği Standartları gibi adımları ülkede büyük bir umut ve heyecan yarattı. Ama ne yazık ki ilk dönemlerden sonra FETÖ’nün eline düştü Türkiye. Onların eline düşünce bunların hepsi kesintiye uğradı. Türkiye için çok büyük bir şanstı. FETÖ Türkiye’de çok büyük hasar yarattı. Ekonomik hasar, adalet hasarı ve daha bir çok hasar. Perişan ettiler ülkeyi. 8-9 sene sürdü bu. Sonra darbe oldu. Belki devam etse Türkiye’yi savaşa sokacaklardı. İdari siyonizmin bir maşası oldu FETÖ. Sinsi bir şekilde açılımı durdurdular. Hatta o zamanlar bizim bir çok toplantımıza bakanlar, milletvekilleri katılıyordu. Bu çalışmalar takdir topladı. Dergahların, tekkelerin açılması söz konusuydu tekrardan. Alevilere çok büyük destek oldu. Aleviler de destekledi. Marifet ve maneviyat sahibi kim varsa bizim için en değerli insan, en değerli yönetim odur. Bu anlayıştayız. Ama maalesef bu şanslar kaybedildi ve bir türlü toparlayamadı Türkiye.

 FETÖ Alevi dernekleri ile ilgili yapılanmaya gitti. Bunda amaçları neydi?

Sadece Alevilerle ilgili değil, birçok yere el attılar. Ama Alevilere el atamadılar çünkü Ehl-i Beyt Vakfı vardı. Bakıyorsunuz, İslam coğrafyasında İslam düşmanları ve siyonizmin en büyük düşmanı Ehl-i Beyt topluluğu. Neden? Çünkü Ehl-i Beyt onlara çanak tutmuyor.

FETÖ, Antep’te Alevi Federasyonu kurdu. Bazı grupları kullandı. Bize de yaklaştı. 6 yıl beni dinlemişler. 2000’lerden sonra çok olaylar yaşadık bunlarla ilgili. Ben bunların kim olduğunu 28 Şubat’tan biliyorum. Bunların hepsi bizi yok etme projesi. Biz bunları tespit ettik. Biz bir program yapmak isteyince Alevi Federasyonu izin vermez dediler. Neden diye sorduğumuzda bir cevap alamadık. Velhasıl bunlar kullanacağı grupları kendi yanlarına çektiler. Bizi de çağırdılar ama bizim gücümüzü görünce üstelemediler. Çünkü 50 yıllık tecrübeden geliyorum. Onlara pek güvenmiyorduk, hiçbir zaman samimi değillerdi. Mesela Abant’ta toplantı yaparlardı, bizi çağırmazlardı. Ak Parti Milletvekilliği yapan adamlar da katılırdı o zamanlar. Bazı kuruluşları da kullanırlardı. Onlara ciddi finans desteği verdiler.

Hangi tuzakları kurdular?

Bir zamanlar cami ile cemevini birleştirme tuzağı kurdular, olmadı tabii. Onun amacı da caminin bir köşesine cemevi kurdurup, bir yanda namaz kılınırken bir yanda saz çaldırarak insanları birbirine vurdurmaktır. O tuzağı ilk defa ortaya koyan bendim. “Türkiye’nin geleceğiyle oynuyorlar.” dedim. Bu davranışlar onları rahatsız etti. Çok olaylar yaşadık. 2003-2005 yıllarında bizi hapse düşürmeye çalıştılar. Ama sahip olduğumuz tecrübeyle üstesinden geldik. Türkiye’ye istedikleri zararı veremediler. 15 Temmuz’da darbe başarılı olsaydı buradan sonra İran’a saldıracaklardı. Çünkü emperyalizmin birinci hedefiydi Türkiye’yi yok etmek, İran’ı sindirmek.

2013’lere kadar devlet onların ellerindeydi. İnsanlar hep kan ağlıyordu. Türkiye kan ağlıyordu. Çünkü tehditlerin, şantajların önü alınamaz olmuştu. Böyle…

Efendim, Diyanet’ten beklentileriniz nelerdir?

Diyanet tabii bir devlet kurumu. Diyanet yasası 1965’te devreye girdi. Bence Türkiye’nin din ve vicdan özgürlüğünü tatması için Diyanet’in bağımsız olması, sistemin dışına çıkması lazım. Benim arzuladığım Diyanet, bütün inanç kesimlerinin dahil olduğu bir İslam Şurası kurulması. Her kesimden belli sayıda insanın içinde bulunduğu bir şura. Bu birlik her kesime adaletli bir şekilde muamele eder, herkes söz sahibi olur. Aksi takdirde bu bölünmeler, ayrışmalar kaçınılmazdır. Bu dağınıklığın sebebi Diyanet’in devlet endeksli çalışması. Bir şura ile çalışsa, herkese aynı bakış açısıyla baksa böyle olmazdı.

Türkiye tarihiyle, coğrafyasıyla, insanıyla ve İslam anlayışıyla bir derya ülke. Bu ülkenin de bir İslam şurasına ihtiyacı var. Bunu da kuracak olan elbette Diyanet’tir.

Mesela biz Mehmet Nuri Yılmaz’la, Ali Bardakoğlu ile Kerbela Anma toplantıları yaptık. Mehmet Görmez’ler falan çok güzeldi. Ama son zamanlarda maalesef Diyanet bizlerden koptu. Bizler de haliyle ondan koptuk. Beraberce topluma doğruları anlatma davranışı zayıfladı. Benim ayda 10-15 tane TV programına katılımım olurdu, şimdi o da bitti. Bunlar toplumda Alevi kelimesine karşı önyargıyı kırdı. Şimdi hepimiz Aleviyiz diyebiliyoruz. Çünkü Alevi Muhammed (a.s.)’a bağlı, Hz. Ali’yi seven Müslüman demektir. Ne büyük bir mesafe kat etmiştik ama ilerleyen zamanlarda buna istediğimiz desteği alamadık ne yazık ki. Şimdi öyle sıradan programlara ne büyük destekler veriliyor. Bize devlet tarafından bir kuruş verilmemiştir. Ateistler vs zannediyorlar ki devlet bizi çok destekliyor. 1 lira dahi yok tabii. Zamanında rahmetli Erbakan, Ecevit bize toplumun birliği için bize destek verdi. Kore’de birlik ve kardeşlik buluşması yapıldı, Dünya Barış Adası’nda. İslam dünyasını temsilen beni çağırdılar.

Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu derdi ki: “Beni Dev Sol’un başkanı ile aynı hücreye koydular, kardeş olduk. Koca gökkubbeyi paylaşamadık, geldik bir hücreyi paylaştık.” Düşünün. Böyle bir devlet olur mu insanlara öyle işkenceler yapılır mı? Onun için derdi ki: “İdam konusunda sana katılıyorum. İdam insanlık suçudur.” Şimdi bu güzel insanları anıyoruz, rahmetle anıyoruz. Bir gün Muhsin Yazıcıoğlu: “Avrupa’dan geldim. 12.000 Mark’ım var. Dünya Ehl-i Beyt Vakfı’na bağışlamak istiyorum. Siz burada hayırlı bir iş yapıyorsunuz. Katkım olsun.” dedi. Kabul etmedim, çünkü onların daha çok ihtiyacı vardı. Ama ideolojik gruplar da gelirdi. Sakallı insanları görünce bunlar İranlı mı diye sorarlardı. Bunlar yanlış tepkiler. Ama bize her gittiğimiz yerde “Siz bu ülke için, Müslümanlar için şanssınız.” dediler.

Birlik ve beraberlik konusunda siyasilere düşen görevler nelerdir?

En başta ekonomik ve kültürel rekabete girmek gerekiyor. Bir devletin güçlü olması iki sebebe bağlıdır. Biri ekonomik güç, diğeri kültürel güç. Siz ekonomide güçlü olursanız sefaleti, kültürde güçlü olursanız cehaleti yok etmiş olursunuz. Bu da dünyada itibarınızı artırır. Toplum içinde de birlik ve beraberliği sağlar. Milletin özgüveni artar.

Bunları gözden kaçırırsanız terör de boy verir, şiddet de, mezhepçilik de… Yönetici olacak siyasetçinin bunların farkında olması gerekir.

Hz. Ali buyuruyor: “Devletin gerilemesi 4 sebebe bağlıdır:

  1. Önemli işlerin geri plana atılması,
  2. Önemsiz işlerin ön planda tutulması,
  3. Ehliyetsiz, liyakatsız insanların ön planda yönetimi idare etmesi,
  4. Ehliyetli, yetişmiş insanların geri planda kalması.

Son olarak Anadolu İrfanından bahsedelim. Bu irfanı kaybetmemek için ne yapılmalı?

Anadolu’da bizim yaktığımız meşale Çin’e kadar uzanıyor. Balkanlar bizim vasıtamızla Müslüman oldu, onlar bu şuuru daha iyi taşıyor. Ben Tiran’da Dünya Bektaşiler Kurultayı yaptım. Orada Sabri Koçi Diyanet İşleri Başkanı’ydı. İmam-ı Azam takipçisi, Ehl-i Beyt muhibbi olduğunu söyledi. Ortodoks papazına da söz verdik, o da Bektaşi olduğunu söyledi. Herkes orada beraberce bir program yaptık. Çünkü oraya siyaset giremedi. Komünizm zamanında bakıyorsunuz bütün Müslümanlara aynı muamele yapmışlar, senin mezhebin şu dememişler. Hepsini birden ezmişler. Böyle bir ayrışma girmemiş. Bu böyleyken Anadolu’da bizim Yunus Emremiz, Hacı Bektaş-ı Velimiz varken bizim daha çok sahip çıkmamız, “biz biriz” dememiz gerekiyor. Çünkü nesillerimize ideolojilerimizi, mezheplerimizi değil İslam ahlakını miras bırakmamız gerekiyor. Bunu dünyaya Ehl-i Beyt evlatları taşımıştır.

Tarihimize bakıyoruz, 900’e yakın tarikat var, hepsi Ehl-i Beyt’e bağlı. Peygamberimiz buyuruyor: “Ehl-i Beyt’ime sarılan kurtulur.” İmam-ı Azam’ı Ehl-i Beytten ayrılması için tehdit etmişler. “Beni 1000 parçaya bölseniz her parçam Ehl-i Beyt’e gider” demiş. Bu mübarekleri takip etmeliyiz. Bunlar TV’lerde çok anlattım. Ama Arap dünyasına gidin İmam-ı Azam, İmam Şafii denince “ooo” diyorlar, Vahabiler onlara kafir diyor. Türbelerini bombalıyor, kitaplarını yakıyorlar. Demek ki Anadolu insanı olarak farkımızı bilmemiz, bunlara sımsıkı sarılmamız gerekiyor.  Biz sevgiyi, muhabbeti, tasavvufu, merhameti ön plana almalıyız. Biz bir aileyiz. Ayrılmamak, ayrışmamak gerekir. İdeolojiler dünyada çöpe atılmış şeyler. Sağ, sol diye bir şey kalmış mı Allah aşkına? İdeolojiler kirli bir ceket.

İnsanı insan yapan değerler islamın içindedir, ideolojilerin değil. Adalet, merhamet, iyilik. Bir oruca, zekata baktığımızda bunların sosyal mesajı anlatmakla bitmez. Bütün ibadetlerin temelinde bu değerler var. Kişi zaten kötüyse onun dinle bağdaşan bir yanı yoktur. Çünkü din iyi insan olmamız için var. İnsanların önüne bunların konması lazım.

Efendim teşekkür ederiz.

Estağfirullah. Sözün özü kendimize dönmemiz, kendimizi bulmamız gerekiyor. Yeniden kucaklaşmamız, yeniden birbirimizi sevmemiz lazım. Sevgide, dostlukta yarışmamız gerekiyor. Üç günlük dünyada tek servet sevgidir. Ben teşekkür ederim.

Bu yazı toplam 1078 defa okunmuştur.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim