Dünyaya geldiğimizde kostümlerimizi beşiğimizin yanında buluyoruz. Mürettip ve mücellit Ekrem Şerif Uçak, Sultanahmet Devlet Basımevi kursunu bitirmiş bir usta olarak kurşunu harflere dönüştüren makinenin başında kitap dizebilir, basılan kitapları iki kapak arasında ebedileştirmek için ciltçiliğin bütün maharetlerini gösterebilirdi ömrü boyunca. Fakat matbaa makinesinden fırlayan bir dergi yolunu keserek ona, "zanaat" yerine "sanat"ı teklif etmiş, 1953 yılında Yıldız Dergisi'nin açtığı artist yarışmasında birinci olmuştu Ekrem Şerif Uçak. Fakat daha film setine koşamadan postacı kapısını çalmış, bu kez "artist"lik yerine "asker"liği koymuştu önüne. "Uçak"ın "Bora" olması için "yürüyüş kararı" saymasından başka çare yoktur. "Her Türk asker doğar, yürüyüş kararı sayılacak, say!" Asker doğsa da Ekrem Bora, askerliği biter bitmez bir film setinde artist olarak bulur kendini. İlk filminin adı "Alın Yazısı"dır. Alın yazısı artist olmasak da hepimizin ilk filmidir aslında. Senaryoyu kendimiz yazdığımızı düşünsek de kapımızı çalan her gün, Ekrem Bora'nın postacısı gibi yeni seçenekler koyar önümüze.
Neslişah Sultan'ın önüne konulan seçenek "sürgün"dü. Üç yaşında kapandı ülkesinin kapıları yüzüne. Annesi Sabiha Sultan ve babası Ömer Faruk Efendi'yle beraber Fransa'nın Nice şehrinde sultanlar gibi yaşamadı Neslişah Sultan. Avrupa'nın kapılarını asırlarca zorlayan bir hanedanın son prensesinin Avrupa hüznüyle geçirdi günlerini. Yoklukların hiçbiri vatanının yokluğu kadar etkilememişti onu. Fakat büyük senaryonun neler getireceğini kim bilebilir! Bir gün kapı çalındı ve kaderin postacısı önüne "gelin" olma seçeneğini koydu bu kez. Mısır'ın son Hidiv'i İkinci Abbas Hilmi'nin oğlu Prens Muhammed Abdülmünim'le evlenebilirdi pekâla. Adı düğün olsa da ikinci bir sürgündü Mısır. İstanbul bütün rüzgârları ve sularıyla çağırıyordu. Fakat Boğaz düşü şöyle dursun Nil de sırt çevirdi ona. Mısır'da cumhuriyetin kurulmasıyla üçüncü sürgünü yaşadı Sultan: Yeniden Fransa, yeniden Avrupa hüznü. Ve nihayet 1963'te hanedan mensubu kadınların geri dönüşünün kabul edilmesiyle beraber vatanından ayrılışından kırk yıl sonra Türkiye'ye döndü Neslişah Sultan.
Büyük senaryo, iki oyuncuyu daha perdeden aldı: Ekrem Bora ve Neslişah Sultan. Aynı gün toprağa verilmelerinden dolayı gazetelerde yan yana yer aldı tabutlarının resmi. 2009'da rol aldığı son filmin adı "Makber"di Bora'nın. 2012'de makbere uğurlarken eski hatıraları yâd ederek gülümsedi arkadaşları. Bir keresinde Büyük Efes Oteli'nde bir punduna getirerek Charles Bronson'u havuza itmişti Bora. Film çevirmek için İzmir'e gelen ünlü artistin çalımını bozmak için Sadri Alışık ve Fikret Hakan'la suç ortaklığı yapmış, koşan arkadaşlarının arasından sıyrılmak bahanesiyle bir omuz atmıştı Bronson'a. Havuza düşen Bronson büyük bir öfkeyle dışarı çıkmış, eline geçirdiği şişeyle Bora'yı kovalamaya başlamıştı. "Devleri çökerten yiğit Baybora" lakabı o günlerden kalmaydı Bora'nın. Neslişah Sultan'ın cenazesinde böyle neşeli hikâyeler anlatılmadı. Acı dolu öykülerine gelince, onları toprağa götürdü Sultan.
08.04.2012 Zaman































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.