• İstanbul 13 °C
  • Ankara 10 °C

Alman hapishaneleri Hitler dönemini andırıyor

Fatma Gülşen KOÇAK

Almanya’da Türkiye lehine istihbarat çalışması yaptığı gerekçesiyle Almanlar tarafından tutuklanan Strateji Uzmanı ve Gündem Analisti Muhammed Taha Gergerlioğlu ile hapishane sürecini ve ülke gündemini konuştuk.

Efendim, Almanya’da tutuklanma hikâyenizi ayrıntılı bir şekilde anlatır mısınız? Neler yaşadınız?

Almanya’da 17 Aralık 2014 tarihinde saat 23 sularında Frankfurt Havaalanına inmiştim. Bir anda hava alanında, uçak perona yanaştırılmadan bloke edilmiş ve etrafında ciddi bir güvenlik tedbiri vardı. Uçaktan en son çıktım. Çıktığımda beni derdest edip, bir yere götürdüler. Sonra dediler ki, “Sana tebliğ ediyoruz. Türk devleti adına casusluk yapmaktan, Milli İstihbarat Teşkilatının gizli subayı olmaktan, Türk devletinin lehine çalışma ve Alman devletinin aleyhine faaliyetlerde bulunmaktan tutuklandınız.” Birkaç gün polis nezarethanesinde kaldım. Sonra mahkemeye çıkartıp, beni bir hapishaneye gönderdiler. Daha sora 3 hapishane değiştirdim. 11 aya yakın hapishanelerde ömrüm geçti. Bu arada 6 ay boyunca iddianamenin hazırlanacağını söyleyerek, iddianamemi hazırlamadılar. 6. Ay dolmak üzereyken tekrar iddianameyi hazırlayacaklarını söyleyerek, hadiseyi uzattılar. Birinci iddianamenin boyutu değişti. Buradaki suçlama da Milli İstihbarat Teşkilatının gezici subayı olduğumu, FETÖ, aleviler ve bunun dışında KCK’lıları PKK’lıları yurt dışında takip ettiğimi ve bununla ilgili ellerinde delillerinin olduğunu söylediler. Avrupa’dan sanayi ve teknolojik hırsızlık ve casusluk yaptığımı iddia edip mahkeme sürecine getirdiler. Mahkememiz eylül aylarında başladı, 10 kasım 2015 yılında tutuklamam sona erdirildi.

Ben genelde dünyanın her yerine seyahat ediyorum. Avrupa, Afrika, Amerika, Uzakdoğu, Ortadoğu bölgelerinde çok çeşitli çalışmalarım var. Bu çalışmalarım genelde özel sektörü temsilen, sanayici ve tüccarı, sivil toplum kuruluşlarını, üniversite hocalarını ve yöneticilerini temsilen kimi zaman da basın ve medya gruplarını temsilen gerçekleşti. Daha çok Almanya’ya seyahatlerim oldu. Almanya’daki seyahatlerimin ana nedeni Almanya’da yaşayan 5 milyon Türk, Müslüman ve Müslüman-Türk var. Orası benim için bir anlamda da bir vatandı. Yani Müslüman neredeyse orası benim vatanımdır. Almanya’ya ilk gidişim 1994-1995 yıllarına rastlar. Bir arkadaşımın orada Allah dostlarından bir zatın yaptıklarıyla ilgili idi. O zat orada kilise civarında bir Hristiyan mezarlığında idi. Allah dostunu sevindirelim diye gitmiştik. Almanya’ya ilk gidiş hatıram da böyledir.

Hapishane günleriniz nasıl geçti?

Hapishanede, 210cm e 322cmlik bir hücre odasında 11 ayım geçti. Hatta bazı hücreler daha küçük ve dar idi. Camdan dışarıyı görmek mümkün değildi. Camın önünde delikli sacdan yapılmış bir zırh var idi. İlk önce 300-400 senelik bir şatoda kaldım. Aynen Victor Hugo’nun hikayesi gibi geldi bana. Almanya denilince teknoloji akla geliyor. Ama camı penceresi kapanmayan bir yerdi, çok soğuk bir yerdi. Belki 10 tane kapıyı açarak gardiyanlar yanımıza ulaşabiliyorlardı. Almanya’nın yapısına baktığımız zaman dışarıdan çok demokratik, insan haklarını savunan, insan haklarını önceleyen bir tabiat görüyorsunuz sokakta. Ama hapishanelerde çok ciddi eziyet var. Alman hapishanelerinde her gün intihar var ve bunlar istatistiklere geçmiyor. Kimse de sorgulamıyor. Türkiye’nin her yerindeki insan hakları ile ilgili konuları sorgulayan Alman insan hakları savunucuları, içeriye girince anlıyorsunuz ki birinci ve ikinci dünya savaşı filmlerinden Almanya’nın üslubunu ve yapısını biliyoruz, aynı üslupta hissettim. Zannettim ki ikinci dünya savaşı esiriyim. Hiçbir farkımın olmadığını bizzat derin derin yaşadım. Hiçbir şeye dikkat etmiyorlar. Bir Müslümanın yemek konusundan tutun, insanın her türlü değeri ile ilgili bir düşünceleri yok. Sadece Alman hapishanelerinde 18 yaşından küçük kişilere çok ciddi değer veriyorlar ve onları kazanmaya çalışıyorlar. Diğerleri ile ilgili, Hristiyan olsun Müslüman olsun hiçbir dertlerinin olmadığını resmen görüyorsunuz. Sistemin gereği, Alman hapishanelerinin görevi, bir maksada ve hedefe göre hazırlanmış. Bir anlamda, birçok insanı sebepsiz yere tecrit edip sorguluyorlar. Bu ceza ve adalet kanunlarına göre, uzaktan sanki normal bir işlem gibi gözüküyor. Halbuki ciddi bir baskının, ciddi bir psikolojik baskının olduğunu halk üzerinde görüyorsunuz ve her bir birey birkaç polis tarafından sanki izleniyor. Bu hissi verirler. Almanya’daki ve Avrupa’daki yaşayan insanlara da sorduğunuzda bunu hissettiklerini söylerler.

Bu süreçte sizi hayata bağlayan ne oldu?

 Tabi ki bir Müslümanın hayata bağlanması, insan hapishaneye girdiği zaman sorguyu şöyle yapıyor. “Bu Cenabıhak’tan bana bir derstir. Bu ders acaba nasıl bir derstir” diye başlıyorsunuz sorgulamaya, inancınız gereği. Zahiri sebepleri var ama batıni sebepleri nedir. Farklı sebeplerine doğru gitmeye çalışıyorsunuz. Oradaki, aşağılanmak, itelenmek, kakalanmak, insan yerine dahi konmamak bir memlekette kariyerli ve seviyeli bir iş görüyorsanız orada daha çok bu muhasebeyi ciddi yapıyorsunuz. Bu muhasebeyi yapmak, bunun Allah’tan geldiğine inanmak ve Hz. Yusuf’u örnek almak… Yusuf Suresinin tadına gerçekten hapishanede insan doyamıyor.

Efendim, devletimiz yurtdışında varlığını hangi alanda hissettirmelidir?

Devletimiz altı bin yıllık büyük bir devlettir. Ben devletimizin, Cumhurbaşkanımızla hatta Erbakan Hoca ile başlayan bir süreç, elimizden çalınmış bir devleti tekrar geri almaya çalışıyoruz. Bunu resmen anlıyorsunuz. İçerideki ve dışarıdaki bu işi sevmeyen ve istemeyenler de hep beraber müttefik olmuşlar, sizinle mücadele ediyorlar. Bu devleti bu adaleti savunan, bir kanadı Mekke ve Medine’ye dayanan, bir kanadı Hazreti İbrahim Aleyhisselama dayanan, bir kanadı Orta Asya’ya giden kendine has kadim devletin, kendine has tabiatları var. Bu tabiatın tekrar ortaya çıkmasını, istemiyorlar. Bunu yurt içindeki insanlarımız havuzun içindeki balıklar gibi belki hissetmiyorlar ama, yurt dışında bunu çok daha iyi hissedebiliyorsunuz. Sorgulanmamız bile farklı. Ben sorgulanmamda çok farklı sorular beklerken daha çok medeniyete, tefekküre dayalı, İslam’a ve Tayyip Beyin kaynaklarına dayalı sorular aldım. Hep merak edilen bu, “nerden çıktı bu adam”. Devletimiz bu yarım yamalak haliyle bile, ihtilal yemiş ve ihtilal yapmaya çalışan grupların içimizde var olmasına rağmen, bu hali ile bile çok güçlü bir devlettir. Bu devletten, yeryüzündeki bütün devletlerin hepsi çekiniyorlar. Bunu resmen de biliyorsunuz ve hatta sizinle uğraşıldığını da o kadar iyi anlıyorsunuz ki. Tek başınıza bir hapishanede bir Alman devletinin bileğini büktüğünüzü hissediyorsunuz. İmanınız var, hedefiniz var, sizin çalışmanız ve gayeniz Resulullah’ın gayesi, ceddinizin atalarınızın gayesidir. En son devletlerimizden Osmanlı Devleti, 150-200 yıllık üzerimizde olan ataleti atmalıyız. Biz 100-150 yıllık bir ülke değiliz, binlerce yıllık bir ülkeyiz. Tekrar aslımıza dönmenin verdiği şeref ve haysiyetle hem hapishanede dimdik oluyorsunuz, göğsünüz ayrı bir kabarıyor. O zamanlar Zaman gazetesindekiler bizi “Tayyip Beyin gölge savaşçıları” olarak manşetlere taşımışlardı. Gölge savaşçısı olmak ne kadar güzel bir şeydir, bir davanın gölge savaşçısı. Hatta o başlığı okuduğum zaman bu davanın gölge savaşçısı gibi bir duruma düşebiliyorsak ne mutlu bize diye bu beni ayrıyeten sevindirmişti.

Efendim, sizce Türk devletinin istihbaratında ne gibi güçlendirmeler yapılmalıdır?

Bu çok önemli bir soru, ama Türk devletinin istihbaratının kaynaklarına ve köklerine dayanırsa güzel istihbarat olur. İstihbarat üç modeldir. Bu üç model istihbaratın bir tanesi fiziki istihbarattır. İkincisi nefsi ve heves istihbaratıdır. Üçüncüsü de ruhi istihbarattır. Bu üç istihbaratı Türkiye Cumhuriyeti Devleti şu anda kendini modellediği biçimiyle Amerikan modeli gibi bir model ile yönetiyor. Ama yıldız istihbaratı kaynaklarına giderse çok farklı istihbaratlar oluşturabilir. Bunun ilmi kaynakları vardır, sosyal kaynakları vardır, tabi kaynakları vardır. Osmanlıda üniversitelerde48 temel ilim öğretirlerdi. Bunun birincisi usül ve erkan ilimi idi. Biz, medeniyetimize uygun hareketler içerisinde olabilmemiz için Osmanlının usül ve erkan ilmini tekrar deruhte etmemiz gerekir. Ama nasıl bir deruhte, yeni bir felsefe ile, yeni bir hedef ile, yeni bir Kızılelma ile, yeni bir paradigma ile yapmalıyız. Dünkü hedefimizden istikbale gidebilmemiz için, namüsait şartları, içine düştüğümüz zorunlulukların birçoğunun geçici olduğunu görmeli ve asıl tedavilerimizi nasıl yapacağımızı, teşhis ve tespitlerimizi belli kaynaklardan beslenerek yapmalıyız.

Efendim, 15 Temmuzdaki “enişte” bahsinde sizin çok önemli tespitleriniz var. Bunları bir daha alabilir miyiz?

Milli İstihbarat Teşkilatı devletin çok önemli bir kurumudur. Kurumun çok ciddi bir şekilde yıprandığını gördüm, yıpratıldığını gördüm. Hatta birçok arkadaşımız “böyle istihbarat teşkilatı olmaz” diyor idi. Ama biz bazı şeylerine şahittik. O anda enişteye haberin nereden gittiği konusu vardı. Enişteye giden kaynakları bildiğim için onu kamuoyu ile paylaşmıştım. Zaten bu konuşmadan sonra Milli İstihbarat Teşkilatı konusunda ciddi tartışmalar bitiverdi.

İstihbaratların özellikleri şunlardır, istihbaratlar güçlülüğü ifade etmezler, zafiyeti de göstermezler. Güçlü gözükmezler, kendi haklarında yapılan yorumlara cevap vermezler. Bu arada da çeşitli kaynakların ülke içinde o zafiyet döneminde ne düşündüğünü iyi tespit ederler. Bu anlamda da 15 Temmuz süreci Milli İstihbarat Teşkilatı için çok önemli bir veri alanıdır. Birçok kurumun, bireyin ve temsilin nasıl düşündüğünü ve meydanı nasıl boş bulduklarını izlemiş ve gözlemiştir diye düşünüyorum.

Efendim, Almanya bizim için neden önemli, Almanya’daki Müslümanlara nasıl sahip çıkmalıyız?

Ben laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yerinde olsam, üç ülkede İslam’ın yayılmasını ve Müslümanların çoğalması için çok ciddi politikalar üretirim. Bir tanesi Almanya’dır, bir tanesi Rusya ve diğeri de Çin olmalıdır. Çünkü bu ülkelerde Müslümanlar çoğaldıkça Türkiye Cumhuriyeti Devleti Anadolu’da rahat eder. Almanya, adeta Avrupa’nın her zaman bir savaş makinasıdır, 100-200 yılda bir muhakkak bir şeyler yapar. Bizim de insanımız ve halkımız oraya göç etmiştir, 60 yıldır oradalar. Bu insanlar o kadar zor şartlar içerisinde Türk ve Müslüman olduklarını unutmadılar. Aksine Anadolu’dayken şuurlu Müslüman olmayanlar bile orada şuurlu birer Müslüman haline geldiler. Yeryüzü Müslüman için mescittir, vatandır. Dolayısıyla Almanya’da 5 milyon Müslüman yaşıyor ve 80 milyon Müslüman adayı yaşıyor. Ben inanıyorum ki Almanlar Müslüman olsalar, bize bile pabuç çıkarttıracak ameli güzel işler yaparlar diye düşünüyorum.

Efendim, 15 Temmuz darbesi için ne düşünüyorsunuz? Yeni darbeler olmaması için ne yapmamız gerekir?

15 Temmuz darbesi bence Müslümanlar için en önemli tarihtir. Bir başlangıçtır. Bizim köklerimize dönmek için, sistemin ve rejimin içerisinde bir aralıktır. Bu aralıkları çok iyi değerlendirmemiz gerekiyor diye düşünüyorum. Çünkü sistemimizin ve rejimimizin içerisine yerleşmiş, mafsallara yerleşmiş yabancılar var. Bu yabancılar kimi zaman paralelleri örgütlüyorlar, kimi zaman başka ülkelerin menfaatlerine çalışıyorlar. Batılı ve liberal düşüncede ve dünyayı liberal ve batılı gözle gören yabancılar ve bunların yerlileri tabi ki. Biz cumhuriyet dönemindeki en büyük savaşımız, sanki biz batılılaşmak için savaştık. Hep batılılarla savaştık ama batılı olmak için çok büyük gayret ediyoruz. Bu gayretimiz belki Müslümanların tekrar uyanışına vesile olacak bir gayret. 15 Temmuzun ruhu farklı bir ruhtu. Bu ruhun ciddi değerlendirilebildiğini zannetmiyorum. Bu ruh sanki başkaları tarafından istismar ediliyor. Bilhassa cemaatler üzerinden Müslümanlara saldırmaya çalışıyor. Tayyip Bey seçilmiş bir cumhurbaşkanıdır. Bu seçilmiş cumhurbaşkanı darbeye karşı dik durmuş ve darbeye karşı bir darbe yapmış bir cumhurbaşkanıdır. Dolayısıyla içeride mareşaldir. Dışarıda da, Suriye’de ordumuz birçok seferlere ve harekâtlara giriyorlar. Dolayısıyla çifte mareşalliği elde etmiş bir 15 Temmuz kahramanı görüyoruz. Onun şaşında tefekküründe ve istikbali gösterişinde ayrı bir Kızılelma hissediyoruz. Biz bu Kızılelma’ya talibiz. 150 yıllık dar ufuktan, 6bin yıllık bir ufka doğru gittiğimizi hissediyoruz. 15 Temmuz bunun birinci günüdür, miladıdır.

Ülke olarak içinde bulunduğumuz bu zor zamanda, milletimize ve devletimize ne gibi görevler düşüyor?

Çok şuurlu olmamız gerekiyor. Bireyin ferasetli ve basiretli, yöneticilerin merhametli ve adaletli olması gerekiyor. Biz büyük bir tarihin evlatlarıyız. Tarihimizden ötürü bugün toplu bir saldırıya maruz kaldık. Bu kurtuluş savaşından öte bir savaşa dönüştü. Bütün hatlarıyla, tüm teknolojik verilerle, her türlü imkânla halkımızın üzerine

100 yıllık kültür emperyalizmiyle uğraşan halkımız, bir de hem ekonomik hem de sosyal bir savaş veriyor. Hem de devletinin dimdik ayakta durabilmesini sağlayabilecek bir savaş veriyor. Bu arada hayatını idame ettirmeye çalışıyor. Dünyadaki ekonomik savaş çok önemli. Halkın fakirleşmesi, faize bulaşması ve halkın bu fakirlikle beraber cahilleştirilmesi, bununla beraber de fitnenin ve ciddi dedikodunun oluşturulması ki bu bugün sosyal medya aracılığı ile yapılıyor. Basiretli ve uyanık olması gerekiyor. ne yaptığını bilen bir yapıya geçmesi lazım, onun için küçük küçük topluluklara ihtiyaç var. Birbirilerimizle tebessüm etmek, selamlaşmak ve güzel insanları birbirleriyle tanıştırmak, düğün ve cemiyetler dışında küçük sohbet halkaları oluşturmak, mesleki dayanışmalar dışında gönül sohbetlerine vesile olacak elit ehli sohbetleri dinleyecek entelektüelleri bulmak, bunları bir sohbet alanlarına itmek gerekiyor diye düşünüyorum. Avam, havas ve havasülhavas irtibatında, derecelemesinde havasülhavaslara da çok ciddi vazifeler düşüyor. Onlarında bu konuda basiretli olup avama yön veren insanlar olması şarttır.

Bu yazı toplam 705 defa okunmuştur.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim