Abdurrahim Karakoç, saz çalmayan halk şairi idi.
Onda bir nükte, bir hiciv vardı her zaman, en gamlı şiirinde bile... Ama şiirinin ruhunda “ironi” saklıdır ve bunu size bilerek sezdirir. Şiirin “mana”sı da, gücü de budur bence!
Şair vardır ki, nesir ona yakışmaz; nâsir vardır ki, şiir ona yakışmaz.
Abdurrahim Karakoç keşke hep “şair” kalsaydı; sadece “hepimiz”in, “millî ruh”un, “hayatımız”ın şairi olarak kalsaydı.
Abdurrahim Karakoç’un şiiri o kadar güçlü ki, 20. yüzyıldan 21. yüzyıla geçmiş belki en büyük iki şairden biri odur.
İkincisi kim diyeceksiniz? İkincisi iki yaş büyüğü ağabeyi Bahattin Karakoç’tur. (Ailece şairler. Dört kardeşin de edebiyat tarihinde ayrı yeri olacaktır.) Bahattin Karakoç’un özelliği daha farklıdır. (Bir başka Karakoç: Sezaî Karakoç... “İkinci Yeni”nin belli başlı ismi ama “Şair desem mi?” diye çok düşünmüşümdür. O bir mütefekkir ve sancılı bir mütefekkir... Fikrini kesik ve bazen secili cümlelerle anlatan, meselelere kafa yoran, üreten bir “nâsir” !)
Abdurrahim Karakoç “nâsir” olarak ne kadar iz bırakabilir? Bunu tartışmayacağım.
Ama benim için o hep şairdir; “şair” olarak yaşadı ve “şair” olarak hayata veda etti..
Onsuz “şiir” artık yetimdir.
Şimdi gönlümüz buz tutar; yüreğimiz üşür, ruhumuz üşür, benliğimiz üşür.
09.06.2012 Yeni Çağ































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.