Siması benzerdi. O da zayıf, kara kuru bir kişiydi.
Sözü, sohbeti benzerdi. Her ikisi de konuşurken ve yazarken dosdoğru idiler. Dostlarından çok düşmanları vardı bu yüzden.
Ya fikirleri?
Fikir zikir mevzuunda da ha Osman ağabey, ha Abdurrahim ağabey! Anlayacağınız, Abdurrahim Ağabey, Serdengeçti’nin hayrülhalefi idi.
Bu ikilinin tanışıklığı 1960’lara kadar gidiyor. Osman Yüksel, Abdurrahim Karakoç’un Hasan’a Mektup’larını yayınlıyor. Tanışma bu yayından sonra, yanlış hatırlamıyorsam. Bir gün Osman Ağabey’in Ankara Denizciler Caddesi’ndeki dükkân ve ev olan mekânına biri giriyor...
Osman Yüksel kapıdan gireni hemen tanıyor, daha önce ne karşılaşmışlardır, ne de resmini görmüştür.
“Yiğit yiğidi gözünden tanır” derler ya öylesine.
O ilk muhabbet hiç eksilmiyor.
Osman ağabeyi severdik, son günlerinde Ankara’da, Aktaş’ta Site Yurdu’na yakın bir yerde bir ev tutmuştu, tabiî bodrum kat! Orada ziyaret etmiştik. Meşhur hastalığı onu fena halde titretiyordu. Kendi ifadesiyle araba markasına benzer bir hastalığa tutulmuştu: Parkinson!
Soranlara da, Başbuğ Türkeş “Titre ve kendine dön” dedi ya, biz başladık titremeye, diye nükteli cevaplar veriyordu.
Abdurrahim Ağabey de sonunda Ankara’ya taşındı. Zaman zaman görüşürdük. Keskin zekâsı, güçlü ifadesi tıpkı Osman ağabey gibiydi. Onunla ilgili bir çok hatıra da anlatırdı. Osman ağabey dergisini kendi çıkarmıştı, Abdurrahim Ağabey’in dergi çıkarmasına gerek yoktu, çünkü Vakit-Akit vardı. 12 yıl, elinden kalem düşene kadar yazdı.
Şimdi Abdurrahim ağabey de hatıralarda kaldı. Allah gani gani rahmet etsin.
Refahın, bolluğun, iktidarın yozlaştırıcı tesirine karşı Osman Yüksellere, Abdurrahim Karakoçlara şimdi çok daha fazla ihtiyacımız var.
12.06.2012 Yeni Akit































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.