Rahmetli Mevlâna İdris bazen bir çocukla, bazen bir köpekle, bazen de bir ağaçla konuştuğunu söyler Şizofreni Risalesi’nde. Akabinde ilave eder;
“Sorsanıza neden? Niçin sizle konuşmuyorum?”
Sorduğumuzda şu cevabı alırız Mevlâna’dan;
“Çünkü vaktiniz yok sizin kendinizi dinlemeye bile. Bu yüzden beni dinlemiyor oluşunuza hiç şaşırmıyorum.”
Ama daha büyük bir şeye şaşırır;
“Bir cehenneme çevirmek için her şeyi deneyip başardığınız bu hayata nasıl dayanacağınıza?”
Gülten Akın ise şöyle başlar İlkyaz şiirine;
“Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya”
Evet, kimselerin vakti yok usul usul yaşamaya. Baka baka, göre göre yavaşlayıp yürümeye kimselerin zamanı yok. Tıpkı bir Afrika atasözünde ifade edildiği gibi; “O kadar hızlı gidiyoruz ki ruhlarımız arkada kalıyor”. Binbir telaş içinde geçiyor hayat. Hep koşuşturma, hep bir şeylere yetişme telaşı!… Oysa sonuçta anlaşılıyor ki hiçbir şeye yetmiyor, hiçbir şeye yetişemiyoruz:
“Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar
Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya
Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı
Bakıp kapatıyorlar
Geceye giriyor türküler ve ince şeyler”
Ne başkasını ne de kendimizi dinlemeye vaktimiz olsa da; ne kuşlarla, ne çiçeklerle, ne de kedilerle konuşsak da bir gün o kaçınılmaz soru gelir çatar. Hayretle yaşar, gayretle yola revan oluruz. Hiçbir şeyi ama hiçbir şeyi değiştirmeye gücümüz yetmez o zaman:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.