Başımız bağlıymış meğer bu beldeye. Sevdalanmışız yüzyıllar öncesinde. Yola düşülmüş, dağlar aşılmış, başlar kesilmiş uğruna. Nice canlar verilmiş fethi için. Niceleri mesken tutmuş buraları, “yurdum” diyebilmemiz için.
Kütahyalı hemşerim, dünyaca ünlü seyyah Evliya Çelebi, ilki 1648’de Ankara’dan İstanbul’a ve diğeri 1655’de Melek Ahmed Paşa ile İstanbul’dan Van’a giderken iki kez uğramış Beypazarı’na. 1648 senesinde geldiği ve üç gün kaldığı bu ziyaretinde Beypazarı hakkında bakın neler yazmış:
“Evsâf‐ı kal‘a‐i Germiyân Hezârı ya‘ni şehr‐i Beğbâzârı
…
Ahvâl‐i pür‐me’âl‐i Bebekbâzârı:
İbtida bânisi ma‘lûmun değildir. Lâkin ib‐tidâ fâtihi Kütâhiyye pâdişâhlarından Germiyânoğlu Ya’kub Şâh’ın veziri Dinar Hezâr fethetmeğile Germiyân Hezârı derler. Ammâ şehrin ulemâ ve zuferâları Bebekbâzârı derler. Amma lisân_ı Etrâk’da Beğbâzârı derler. Hakkâ ki haftada bir gün güzel müzeyyen bâzârı durup cemî’î zî-kıymet bî-kıymet bulunur. Ammâ cümle halkın kâr (u) kesbleri tiftik keçisi olmağıla sûf ipliği çok füruht olunur. Ammâ müşterisi vardır senede nice bin kantar sûf ipliği bey’ ve şirâ olunur. Lâkin sofi olmaz. Ammâ lâtif muhayyeri olur. Bâzâr-ı azimde her hafta etrâf kurâlardan on bin âdem cem’ olur. Hâla bu şehr Anadolu eyâleti hâkinde Engürü sancağı hudûdunda Âsitâne-i sa’âdetde her kim şeyhülislam ise anların hâssıdır kim hâss-ı hümâyûndan ifrâz olunup müftî tarafından subaşısı hâkimdir ve yüz elli akçe ile sadaka olunur kazâdır. Senevî kadısına yedi kîse hâsıl olur şerif kazâdır. Ve cümle (--) aded kurâları vardır. Ve damga emîni ve sipâh kethüdâyeri ve yeniçeri serdârı vardır…”[1]
Evliya Çelebi’nin de belirttiği gibi Beypazarı yani Germiyân Hezârı’nda Kütahya’nın kokusunu almam yadırganacak bir şey değilmiş meğer.
Size Beypazarı’nda sakin başka bir hemşerimden bahsetmek istiyorum. Yedi-sekiz yıl öncesine dayanır tanışıklığımız. Beypazarı’na her gelişimde yanına mutlaka uğrarım. Aslında ilk karşılaşmamız tesadüfen gerçekleşti. Beypazarı’ndaki meşhur havuç heykelinin bulunduğu meydandan yukarıya doğru kıvrılan tarihi sokakta ağır ağır ilerliyordum. Buram buram Beypazarı kurusu imal eden taş fırınların önünden, ikram edilen kuruların tadına baka baka yürüyordum. Eski ahşap evler, taş konaklar, tarihi câmiler ve hanlar, içinde bulunduğum zamanı unutturmuştu. Birbirinden renkli lokumlar, cezeryeler ve baharatların sergilendiği tezgâhları iştahla inceliyordum. Bakır, gümüş ve ahşap işlemenin en göz alıcı parçaları, Beypazarlı hanımların el emeği göz nuru ürünleri, çarşının zenginliğini ortaya koyuyordu. Y
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.