Kimi zaman şehrin ismini belirtirken iki şeklini de kullanırım. Yazılarımız arasında bizi tercihe zorlayacak şartlar varsa şahsen “Diyarbekir” ifadesini kullanmak, yazan biri olarak benim için daha sevimli görünmektedir. Fakat bu, “Diyarbakır” isminin sevimsiz olduğunu göstermez.
Bir dönem “el-Âziz” olarak adlandırılan Harput aşağısında yer alan yerleşim alanı, bu gün “Elazığ” biçiminde kullanılmaktadır. Aynı biçim Diyarbekir ve Diyarbakır
Bunu kalkıp bazı yerlere bağlamak, öküz altında buzağı arama sevdasına kendini kaptırmış olanlar, nereden bilecek “Diyarbekir” isminin yüzlerce yıllık serüvenini? Diyarbakır, 100 yaşına ulaşmamışken Diyarbekir, bin yıla ilavetten yüzlerce yıl öncesinin adıdır.
Kimileri, bu ismi kullanmayı Osmanlı Ruhu’na bağlar. Bu yanlıştır. “Osmanlı” yok iken “Diyarbekir” vardı. Bazıları Osmanlı Ruhu’nu tutturmayıp ıskalayınca işi Müslüman Araplara bağlar ve dolayısıyla esas amaçlarına gelirler. Bu da yanlıştır. Diyarbekir, bir dönem sadece şehri değil, coğrafyanın önemli bölümünü içine alırdı, El-Cezire gibi.
İsmi “Diyarbekir” iken bu şehrin, el sanatları vardı. İpekçilik faaldi. Demircilik doruktaydı. Kuyumculuk, rakip tanımazdı. Keçeden kilime, kilimden halıya, kumaştan mintana, mintandan marokene akla ne gelirse mevcut insanı ile işin ehli bir şehirdi. Elimizdeki kayıtlarda bu şehir, Osmanlı Dönemi’nde belli başlı ilk beş şehir arasında daima ilk üç sıralarda yer almıştır.
Bu gün Diyarbakır’da ne var? Eskiden yüzlerce tezgahın varlığı, 10 dokuma fabrikasına eş idi. Yılda on bini aşkın top kumaş gönderilirdi, İstanbul’a. Bu gün bu fabrikalar var mı?
Kuyumculukta adı sanı olan bir şehirdi. Bu gün durumlar nasıl?
Demircilik alanında, bakırcılıkta, keçecilikte, kilim ve halı dokumada aynı ifadeler geçerlidir.
Halıcılık kaç yıldır köreldi, bu kentte? Hangi esnaf, “Bu Diyarbekir işi halı dokumasıdır.” diyebilir? İsfahan Halısı’nı bilen var mıdır? Kirmanşâh Halısı’nı bilen var mıdır? Isparta el dokuma halısını kaç kişi hatırlar? Diyarbekir Halı Motiflerini araya araya bir hal oldum. “Şu halı Diyarbekir’de dokunmuş.” diyene rastlama şansım olmadı. Yoksa Diyarbekir’de halı hiç dokunmadı mı?
Hangi kilimde şehir markası vardır? Kim, “Bu kilim, yerel motifler içeren el dokumamızdır.” yalanına sığınabilir? El tezgahlarında (Tevn) dokunan kilimler, artık kalmadı. Karacadağ’da, gözden ırak birkaç köyde kalan varsa bile kilim üretimi köreldi ve yok olmaya mahkûm kılındı.
Kaç bakır ustası kalmıştır, bir elin parmaklarını aşmayacak şekilde? Hangi usta, “Ben, şu anda bunu bunu üretiyorum, imal ediyorum.” diyebilir?
Teknolojiye karşı direnmesi mümkün değildir, el emeği ve göz nuru isteyen bu meslek dalları. Fakat işi öğrenmek ve devam ettirmek, prestij haline gelmiştir. Madem bir şehir, tanıtımla turizmle kalkınmada ayrıcalıklı kılınmak isteniyorsa el sanatları kendi kaderine terk edilemez. Terk edilmediğini söyleyen varsa kendileriyle teşrik-i mesaimiz olmadığı içindir.
Bazı kitaplar görüyorum, şehir konulu. Bir çok el sanatlarından bahsedilir, durur sayfalarında. Garibim ben, şehir kazan ben kepçe, dolanırım bir türlü bu el sanatlarını göremem yerli yerinde. Madem olmayan sanatları konu ediniyorsun, yalan söylemeye ne gerek var. En az elli yıl öncesinden mevta olan bu sanat dallarına fatiha okumayı geciktirmenin anlamı var mı, birader?
Yemek çeşitlerine girmek istemiyorum. Kimi yazılarımızda yemeklerin illere değil bölgelere ait özellikler taşıdığını belirtmiştim. Kalkıp mercimek çorbasını biberi, baharatı farklı diye yerel yemek kapsamına alamayız. Soran kim olursa olsun, şiddetle buna, günümüz şartlarında karşı olduğumuzu belirtelim. Büryan için iki şehrin kavgası Meclis’e yansımadı mı? En kabul edilebilir olan Ashab-ı Kehf Mekânı bizde iken Tarsus-Afşin arasında mahkemeler olmadı mı? Elin oğlu şehrini tanıtmak için en küçük malzemeyi değerlendirirken biz elimizdeki onca zengin malzemeyi bırakıp, zerdeli pirinç pilavı ile duvaklı pilav arasındaki ayrıntılarda boğulamayız. Sakatad ürünü yemeklerle zaman kaybedemeyiz.Kelle-işkembe (kibe), mumbar (bağırsak), karaciğer ile zamanı öldüremeyiz. Bizi bu yönümüzle kınayan kınasın. Hiç umursamıyoruz.
Bizim derdimiz Diyarbekir ve Diyarba
Fast-food anlayışın getirdiği sağlık problemlerinin insan ve ekonomi üzerindeki etkilerinin olumsuzluğuna değinelim. Hamburgere karşı lahmacunu alternatif göstermenin yanlışlığına düşmeden, mutfak anlayışımıza ve sıvı içeceklere açıkça müdahale olan reklam çarpıklığına çeki-düzen getirmedikçe hoplamanın ve zıplamanın gereği ne ola? Geçende iftihârla bir yarışma jurisinde görev aldığını belirten bir zat, Diyarbakır Etli Dolması’nın tadını anlata anlata bitirmedi. Meğer sumaklı olanı şehrimize ait imiş. O da yarışmada oldukça yemiş, sumaklı dolmayı. Kendisine bir şey demedim. Biraz sonra kalkıp giderken, elindeki çocuğunun hamburger isteğini karşılayacağını belirten şu cümleyi duydum:”Ayıp sana cips aldım, colanı içtin. Bir sat sonra hamburger alırım. Şu anda amcalarla önemli konuları konuşuyoruz.” İyi güzel de ben artık o arkadaşın çocuğunun amcası olmaktan çıktım, olmaya da niyetim yok.
Biz bu şehrin hem kültürüne hem geleneğine hem mutfağına hem giyimine dair- buna musıkî, masal, fıkra, halk oyunları dahil-, çocuklara doğarken verilen isimler de olmak üzere her şeyi ile karışmak zorundayız. Folklorumuza sahip çıkarken kimi art niyetlilerin çirkin yakıştırmalarını da kare kökü ile iade ediyoruz. Biz, toplumu değiştirmeye değil, dünde kalan güzellikleri herkesle paylaşmanın mutluluğunu paylaşmak istiyoruz. Bu yolda çektiğimiz sıkıntıları da umursamıyoruz.
Bizi inancımızla, kültürümüzle, yaşantımızla garipseyen kimilerinin alçaltıcı ibarelerle konuşmalarına sebebiyet verenler olarak kendimizi görüyoruz.
Ojeli parmakların teştte hamur yoğurduğunu, tandırda ekmek pişirdiğini, süt sağdığını, çapa yaptığını duyan varsa beri gelsin.
Bir derneğimizin -Benim de bu derneğe üye olduğum söyleniliyor, daha bu derneğe uğramış olmamama rağmen- düzenlediğini Şehriye Gecesi’ne katıldım. Lahmacun için yoğrulan, çeksen uzayan, koparsan eline yapışan, kessen zamka dönüşen hamuru ile şehriye kesen kınadan yoksun parmakları, avuçları gördüm. Bu nasıl gecedir ki hemşehrilerimiz, bu geceye rağbet etti. Birkaç türkü söyleyerek canlandırılmak istenen, daima gizli bırakılmış şehriye âdetini kim bu derecede katledebilir? Birkaç şiir okuma ile bu geçiştirilemez ki!… Erkek mantığı ile Şehriye Geceleri ne zaman modalaştı? Bilen yok, muhataplar ortada değil. Şehriye kesimlerinde kadınlar ve özellikle kızlar, hiç erkekle karşılaşmaz, gelişleri ve gidişleri ayrı olurken televizyon ekranlarında sergilenen, sahnelere yansıyanlar ne derece doğru? Bunu icrâ edenlerin düşünmesi gerekmez mi, ey akl-ı selimle hareket ettiğini ifade edenler? Bu eleştiride de mi haksızız?
Şehir şartlarının zorlaması sebebiyle bazı değişikliklere “evet” diyebileceğimiz düğünlere gelince, ortaya konan saçmalıkları bizim adetlerimize yamamayı alışkanlık haline dönüştürenler, vicdanınız sızlamıyor mu? Siz, “Şehir Düğünü” adı altında salon kültürünü yerleştirerek düğünleri olması gerekenlerin dışına çıkartırken, dünün temiz mazîsini kirletme hakkına nasıl sahip olmaktasınız? Mahalle arası sokaklarda yapılan düğünleri kabul ettiğimiz anlaşılmasın, ifadelerimizden. En azından gençlere geçmişe dair bilgi verecek kimi âdetleri canlandırsanız ya!.. Biz ne hamam faslını ne fener alayını istiyoruz. Yapacağınız düğünün şayet örfe ve âdete uygun olduğunu iddia ediyorsanız, en azından olması gerekenlerin başlıcalarını yerine getirin. Yok, imkânınız el vermiyorsa sosyete düğünü tabir edilen Mozartlı, Ankara Havalı, Arabeskli, Uzun Havalı ve diğer belirtmediğimiz şekildeki düğünlere devam edin. Lakin şehir ismini kullanmayın, kullandırtmayın. İki kere halay çekmekle bu düğünlerin Diyarbakır Düğünü olduğunu belirtmeyin.
Biz ne kadar değişmişiz de haberimiz yok. Kimileri, bizim hangi çağda yaşadığımızı sorgulayacaktır, bu yazımızla. Biz, şu anda 21. Yüzyılın ilk çeyreğindeyiz. Yıl, ay ve gün önemli değil.
İnsanın evlâdını evlendirmesi, hayatındaki mutlulukların en önemli olanlarındandır, biliriz. Kastettiğimizi çarpıtma yoluna kimse baş vurmasın. Yapamıyorsanız, “”Diyarbakır Düğünü” icrâ ettiğinizi iddia etmeyin.
İşte Diyarbekir ve Diyarbakır
Diyarbekirlilik, sokakta tanımadığın kavga eden iki kişiyi azarlayıp, kavganın önüne geçmekti. Buyrun bu gün de yapın.
Diyarbekirlilik, aç olan komşuyu doyurmaktı, inancı ne olursa olsun. Buyrun bu gün de yapın.
Diyarbekirlilik, hastası olana Hak emri yerine gelinceye kadar desek vermekti. Buyrun şimdi de yapın.
Diyarbekirlilik, çocukla çocuk büyükle büyük olmaktı.
Diyarbekirlilik, tanımadığın insana kardeş gözüyle bakmaktı.
Diyarbekirlilik, aç olan yolcuyu doyurmaktı, fakire kol kanat açmaktı.
Diyarbekirlilik, diline ve beline ve dahi eline sahip olmaktı.
Diyarbekirlilik, harama el uzatmamaktı.
Diyarbekirlilik, yanlış hesabı görünce muhatabının hakkını geri vermekti.
Diyarbekirlilik, yerde bulunan eşyayı, parayı, pulu sahibine ulaştırmaktı.
Diyarbekirlilik, Dinî bayramlarda herkesin birbirinin hatırını sormaktı. Bayramları tatil saymamaktı. Düşküne, fakire gereğini yerine getirmekti.
Diyarbekirlilik, izin verilmeyince büyüğün karşısında susmaktı, ayakta durmaktı. Yüze vurulan tokada ses çıkarmamaktı.
Diyarbekirlilik, kavgada araya başkası girince durmaktı, büyüklerin dediğine sımsıkı uymaktı.
Diyarbekirlilik, komşunun avluya uzanan meyve ağacının dalından düşen meyveyi, komşuya geri vermek, çocuklara bu durumda sımsıkı tembihti.
Diyarbekirlilik, varla yok arası elde avuçta ne varsa paylaşmaktı, şükretmekti.
Diyarbekirlilik, iş başa düşünce mevkiî makam olmaksızın istenileni yerine getirmekti.
Diyarbekirlilik, dürüstlüktü.
Diyarbekirlilik, verilen söze baş gitse de uymaktı.
Diyarbekirlilik, arkasından insanın konuşmamaktı.
Diyarbekirlilik, anaya ve babaya hörmetti.
Diyarbekirlilik, insanlıktı.
Diyarbekirlilik, komşunun komşuya kardeş olduğunu, kardeşten öte bir bağdı.
Diyarbekirlilik, şiirden anlayan insanların yığınla olduğu şehirdi.
Diyarbekirlilik, tasada ve kıvançta birlikteliğin adıydı.
Diyarbekirlilik, ilim ve irfanda bir şahikaydı.
Bu gün bunları söylememiz mümkün mü?
“Diyarbekir” denince güzel, çalışkan ve dürüst kent akla gelirdi.
“Diyarbekir” denince eski şehrin sur içi düşünülür.
“Diyarbekir” denilince kale akla gelir.
“Diyarbekir” denilince sanat dilden düşmezdi.
“Diyarbekir” bir çok yazar, şair ve düşünür söz konusuydu.
“Diyarbekir” denince hanları hamamları akla düşerdi.
“Diyarbekir” denince şehirlerden göç alan ve her sığınanın ekmek kapısı bulduğu kent idi.
“Diyarbekir” adı denilince asalet vardı.
“Diyarbekir” dendi mi terbiye söz konusuydu.
“Diyarbakır” diyenlere baktığımda bu güzellikleri elimizin tersiyle bir kenara itmiyoruz. “Diyarbekir” dememizin sebebi anlaşıldı mı?
Ol zaman sözü uzatmanın gereği var mı?
Ben, Diyarbekir’i özlüyorum. Şu anda yaşadığım kenti değil.
Not: Zannımca hangi şehirden olursak olalım, değişen bir durum yoktur. Siz, bu yazıyı okurken, "Diyarbakır- Diyarbekir" ifadesinin yerine kendi şehrinizin adını yazarsanız, sonuç değişmeyecektir. Gittikçe vasfını kaybeden şehirlerin insanı içine aldığı çürüme, mimarîde, musıkîde, gelenekte, giyim-kuşamda, dilde olmak üzere hayatın her alanında kendisini göstermektedir.
24.02.2013
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.