Karpuz Festivali, uluslar arası festivale dönüşmüş. Buna oldukça sevindik. Biz, Çayda Çıra’yı belirtmiştik. Umarız ki çayda Çıra da canlandırılır, karpuzların gittikçe küçüldüğü günümüzde.
Bir şehri tanıtmada bu tarz etkinliklerin önemi oldukça fazladır. Lakin duyurusu ve katılımcı sayısı da o denli önemlidir.
27-30 Eylül 2012’de Anakara’da AKM’de Diyarbakır Günleri düzenlenecek. Özel bir kuruluşun çok şehir adına düzenlediği bir etkinliktir, düzenlenen etkinlik. Diyarbakır Yazarlar Birliği olarak, biz de bu etkinlikte yer alacağız, büyük aksilik olmaz ise..
Bu etkinlikte sunacağımız üç önemli sergi var:
Diyarbakır konulu kitaplar, Diyarbakır konulu dergiler, Diyarbakır Gazeteleri. Beraberinde şehre dair diğer sergiler yer alıyor.
Etkinliklerde karpuz, Karacadağ Peniri ve Tandır Ekmeği ikramı üzerinde durduk. Bir yazar teşekkülü olan birliğin yemek vermesi düşünülemediği için, bu mümkün olmadığından şehre dair kimi zaman kitap, dergi hediyemiz de olacak.
En önemlisi 1001 Diyarbakır Fotoğraf Slaytı. Konuları tasnif edilmiş fotoğraflar, otantik müzik eşliğinde sunulacak.
Farkıl çalışmaları da düşündüğümüz bu günlerde, dikkati üzerimize çekme merakımız yok. Bu güne kadar yapılmamış farklı çalışmaları sunacağımızı, standımızda gelen hemşehrilerimizi n memnuniyetle ayrılacağını sanıyoruz.
Şehre dair fotoğrafların çerçeveli halde sunulacağı standın geliri de yoksul öğrencilere verilecek.
***
Diyarbakır’da Ali Pınar’da günlerce süren bir şenliğin olduğunu kayıtlardan ve hatıralardan biliyoruz. Ali Emirî Efendi, bunun izahını çok güzel yapmaktadır.
Çayda Çıra unutulalı bir yüz sene oldu. Karpuz Festivali, ilk üçü organizasyonuyla gözde iken, sonradan resmîleştirilip sönük hale geldi.
At Yarışları canlandırılımak istendiyse de yeterli olmadı. Şimdi hipodrom var ve bu yarışlar, farklılaştı. Kimi zaman yemek yarışmaları düzenleniyor.
Gazeteci kuruluşları, kendi alanlarında başarılı gazetecileri ödüllendiriyor.
Fuarlar açılıyor: kitap, sanayi, tekstil…
Diyarbakır’da olan ve biten bu olmasına rağmen, istihdam alanında bir şeylerin gözle görülür ivme kazanmaması, acı vermektedir.
Unutmayalım bir de sanat sokağımız var. Bu sokakta, el’an-şimdilik- bir kitapçı mevcudiyeti yok, el sanatı ürün satan görülmemiş.
Kültür Sokağımız açıldı, beklentiler çoktu, istenilen gerçekleşmedi.
Yarın başka sokaklar da açılacak: Fotoğrafçılar Sokağı, Yazarlar Sokağı, Baharatçılar Sokağı,…
Sokakları açmak oldukça kolay. Bunun hakkını vermek güç. İşte tüm mesele burada. Caffelerle sanatın buluşma noktasında hangi akl-ı evvel, bunun şehir tanıtımına katkı sunduğunu iddia edebilir?
***
Aslında unutulan bir el sanatı geleneğimiz var: İpek-Puşi… Buna da bir sokak uydurttuk mu, iş tamamdır.
Marangozlar için bir sokak açılması gerekmez mi?
Şehirdeki kitapçıları toplayıp, “Burada bir arada bulunun ve vatandaşa hizmet edin… Kiracı iseniz indirim yapalım, dükkân almak isterseniz, vadeli imkanlar oluşturalım.” denilse, biizm bir kitapçılar sokağımız da olur.
Sokak, “suk” kelimesinden gelmeli: Çarşı… Bizdeki sokağın karşılığı da küççedir. Farsça guşşeden mi geliyor? Ehline sormak lazım.
Bu sokak çocukları ifadesi de sık sık geçer, meclislerde. Aslında çocuklara hakaret taşıyan bu tamlamayı, Küççe Çocukları şeklinde değiştirebiliriz. Bazıları “Küççe Çocukları” denildiğinde Diyarbekir Kırıkları’nı önermesin. Sosyal sıfata sahip devlet anlayışına, sokak çocukları ifadesi bir türlü uymaz. Buna bir çözüm bulmamız gerekir: Küççe Çocukları!..
***
Arada bir yazdıklarımızdan sitem eden birileri var. Satır aralarında adeta yanlışımzı arayan arayana. Bizim yazılarımızda dizgi hatalarından başka bir yanlış bulacaklarını sanmıyorum, bu zevatın. Bir yanlışlık arama isteği olursa, Şemamok Günleri adı altında birkaç günlük etkinlik düzenleme teklifimize takılsınlar. “Şemamok nedir?” sorusuna cevap buluncaya kadar, bir haftası geçecektir, kimisinin.
Ben, şemamok hakkında ciddiyim, açıkçası... El-âlem, domates, sarımsak, kiraz, şeftali günleri düzenler, festivaller yapar da ilk kez yapılması istenen ŞEMAMOK GÜNLERİ mi dikkat çekmez. Bari gittikçe çeşidi azalan şemamok zenginliği artar da vatandaş parfumden, deodoranttan uzaklaşır. Eskiden lavanta kokusu, gül kokusu avrdı, şehrimin küççelerinde. Şemamok, önceden her elde taşınırdı, biz yaşadık. Şimdi şemamok zamanı olmalı.
Birkaç şemamok getiren dostuma bu konuda yazacağımı söyleyince tebessüm etti. Ben şaşırmadım, açıkçası. Elbette zordur, bu topluma bir şeyi kabul ettirmek.”Şemamok” dendi mi tebessüm eden yüzler bilirim: Hele bir kokliyağ!..
Şemamok cebte taşınırdı, yeleğin cebinden eksik olmazdı. Bazen sevgiliye uzatılan elmadan daha mana taşırdı.
***
Şehri tanıtmada önce usul ve metot belirlenir, sonra yapılacak tanıtımların hedefine varıp varmadığı tahlil edilir. Düzenlenen festivallere bakınca, binlerce kişiye istihdam alanına eş harcamaların amacına ulaşmadığını görürüz.
Festivaller, büyük organizasyonlar olmalı, elbet. Lakin insanın aşa, işe sahip kılınması sonrasında kültürel aktiviteler anlam taşır.
Okuma-yazmasını bilmeyene hangi kitabı, kültürel hizmet diye takdim edersiniz? Karnı aç, çoluk çocuğu evde perişan bir kişiye kalkıp Diyarbakır Kadayıfı ikram edeerseniz, bu neye yarar? Siz, adamın eline 100 Tl değerinde bir prestij kitabı verirseniz, eminim, “Bunu satıp kaç ekmek alıırm?” sorusunu aklına düşürürsünüz.
***
Gördüğümüz o ki bir şehrin tantımı söz konusu ise öncelikle dün sorgulanmalı, bugün nerede olduğumuzu bilmek anlamında.
Dününü sorgulamayanın rock-caz etkinliklerini düzenlemesi kadar acayibimize giden bir durum yok…”Gençler, bunu sitiyor” safsatasını diline pelesenk edenlerin de kültürden sanattan anladığı bir şey olmaz. Colalı içeceklerin bedava dağıtıldığı, hamburgerlerin promosyonla verildiği, böylelikle blue jean kampanyalarının geride kaldığı ortamda bize düşünmek kalır: Biz, nerde hata yaptık?
15.09.2012
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.