"Sizinle bir gezintiye çıkacağız, Diyarbekir Caddelerinde, küçelerinde. Evliya Çelebî'den şehri okumuşsanız, Diyarbekir'e yabancılığınız ortadan kalkacaktır, bu yazıyla. Eminiz ki insan, görmediğine yabancıdır, bilmediği karşısında suskundur. Siz, bu yazımızla Diyarbekir'e davetlisiniz. Davetimiz, okurların tümünedir. "
Şehirleri şehir yapan medeniyet merkezinde bulunmalarıdır, kuşkusuz. Diyarbekir, böylesi vasıflara sahip şehirlerdendir. Kuzey Mezopotamya'da Dicle'nin 100 metre yükseğinde nehre nazır kurulmuş, binlerce yıllık geçmişiyle bugüne bağrında birçok eseri taşımış, geleceğe emsalsiz Kalesiyle, Burçlarıyla, Surlarıyla, Ulu Camisiyle, Sahabe Kabirleriyle, Peygamber Mezarları ve Makamlarıyla, Medreseleriyle, Hanlarıyla varlığını tescillendiren, kültür, sanat ve düşünce dünyamızın tartışılmaz şehirlerinden biridir.
Hangi şehir, bu denli mimarî yapısıyla, düşünce ve sanat isimleriyle gündeme taşır, kendisini? Bu alanda fazla şehir bulunmaz, bu zenginlikle.
Dünyada ilk kez robotların yapıldığı bir şehirdir, Diyarbekir. Bir milyon kırk bin ciltten oluşan kütüphanesiyle bir dönemin eşsiz kültür ve sanat şehri olan Diyarbekir, tarihin her devrinde jeopolitik konumuyla, önemini sürdürmüştür. Yerleşik hayata geçişin, medeniyetin ilk izlerinin yoğunlaştığı mekânlardan Çay Önü, Diyarbekir'dedir.
Dünyanın en çok şair, edebiyat, düşünce adamını bağrından çıkartan sayılı, ender şehirlerinden biri olan Diyarbekir, elliyi aşkın egemenliğin hüküm sürdüğü, birçok imparatorluğun, krallığın, devletin sahip olma arzusunun altında yatan gerçek, geçmişinden getirdiği hükmetme isteğini yarına taşıma isteğidir, aslında.
Diyarbekir Kalesi, şehrin bir site devleti olduğunu gösterir, tüm çıplaklığıyla. Bu kalenin en önemli özelliği burçlarında, surlarında birer mühür misali duran kitabeleriyle, kabartmalarıyla tarihin taşlara nakşedilmesidir.
Hükümdarların isimlerini ölümsüzleştiren kitabeler, kabartmalar, binlerce yıllık zaman süzgecinden süzülerek, hayatımıza mana kazandırırken,kültürlerin, inançların, savaşların birer canlı tanığı gibidir. Zamana, her türlü tahribata direnen Diyarbekir Kalesi Burçları ve Surları, şehir içinde kalmasına rağmen insan eliyle oluşan yıpranmadan, tahribattan günümüzde nasibini almaya devam etmektedir.
İç Kale'deki höyük, en az üç bin yıllık tarihi bağrında saklamaktadır, Subarrulardan miras kalan varlığıyla. Birçok hükümdarın sarayında Dicle'nin mevsimine göre değişen görünümüne hayran kaldığı mekân, günümüzde Roma yapılarıyla, kalkan balığında şekillenen yapının baş kısmını oluşturur. İç Kale'ye komşu olan Sahabe Mezarlarını dışa göstermeyen Camii, Müslüman Arapların şehri fethetmelerinin bir sembolü olarak ayaktadır: Hazreti Süleyman Camii.
Kanunî Dönemi'nde genişletilen İç Kale'den başlayan gezinti, ismini Ashab-ı Kehf'i çağrıştıran Fiskayası'nın adeta üstündedir. Karşısında Dicle Üniveristesi'nin kampus alanı, tümüyle görünür biçimdedir.
İç Kale'den aşağı inildiğinde Esfel Bahçelerine geçişin işareti Çifte Havuzlar'dır. Havuzlardan önce Kalenin Dicle'ye açılan kapısı, Babu'l-Mâ (Dicle Yeni Kapı) görünür. Bahçelere varmanın anahtarı sayılan kapı, eski ihtişamını, ruh cephesiyle zayıflasa bile, sembolik vasfını korumaktadır.
Kalenin en zayıf surları burada yer alır, Keçi Burcu'na kadar. Kuşatmalarda yükseklik sebebiyle alınması güç bu bölüm, günümüzde yer yer kayıplarla gözü rahatsız edecek biçimdedir. Keçi Burcu'na çıkmadan önce aşağı kısımlarda değirmenler yer alır, tarihe karışmış kalıntılarıyla yer yer. Keçi Burcu'na çıkışınızla birlikte Dicle süüzlüp akmaktadır, ayağınızın altında. Karşınızda Kırklar Tepesi görünür, altında Dicle'ye takılan altın gerdanlık On Gözlü Köprü, bir dönem Dicle üzerinden ulaşımı sağlayan tek geçiş noktasıydı. Dicle sağında bahçeler içinde tepe yüksekliğine sırtına dayamış tarihî köşkler vardır, zamana inad. Sem'an oğlu Köşkü, Kuş Dili Köşkü, Erdebil Köşkü ayakta olanlardan bir kaçıdır, karşısında şimdi yerinde temeli seçilmeyen Kavs Köşkü'yle, bir zamanlar.
Esfel Bahçeleri, halen şehrin sebze ve meyve ihtiyacının önemli kısmını sağlamaya devam ederken, yüzlerce kuşun sığındığı, ürediği, arttığı sığınağıdır adeta. Diclenin akışına usul usul baktığınızda sabahları güneşin aydınlığında ruhen bir rahatlık içinde kalır, insan. Gün batımında ışık huzmesinin vurduğu Esfel Bahçelerinde yeşilin tonları zenginleşir, akan suya vuran şavkla beraber.
Mardin Kapı'da sizi Ömer Şeddad Camiî karşılar, yanı başında Husrev Paşa Hanı'yla, Medresesiyle. Mardin'e açılan bu kapı, daha önce "Babu'l- Tell" olarak isimlendirilirdi. Mardin Kapı aşağısında Asrî Mezarlığa komşu Şemsiler Kayalığı, tarihin izdüşümünün yankısıdır. Güneşe tapanlar, her sabah Keçi Burcu'na çıkar, kayalığa gelir, inançlarının gereğini yerine getirirdi.
Husrev Paşa Hanı, şimdilik turistik bir otele dönüştürülmüş. Gezip görmenizde fayda vardır, bu hanı. Burada içeceğiniz kahveyle tarihe yolculuğa başlayabilirsiniz, tarihî mekâna hayranlıkla bakarak.
Hanın tam karşısında Sultan Suc'a Türbesi vardır, yol ortasında kalmış tarzda. Hacılar Harabesi kalmamış yerinde, elbette. Kale Surlarını takip etmek isterseniz, yol boyunda Yedi Kardeş Burcu, Evli Beden Burcu, Selçuklu Burcu yer alır. Dışarıdan eşsiz kabartma ve kitabeleriyle göz estetiğinizi zenginleştirecek burçları görmenizde fayda vardır. Varacağınız Urfa Kapı'ya (Babu'l-Rûm) gelmeden sağda Ali Paşa Camii, Medresesi, görünür. Az ötesinde şehrin en büyük konağı Cemilpaşa Konağı size bakar, davetkâr biçimde. Komşusu Vali Halhallı Behram Paşa Konağı ve Camii, sizi kendisine çekecektir. Bu arada Rûm Kilisesi, Aynî Minare Camii göze çarpar.
Urfa Kapı'ya vardığınızda Selahaddinî Eyyûbî yadınıza düşmeli. Bu kapıdan şehre girmiştir Eşsiz Komutan Selahaddin, kentin fethiyle. Sarı Sadık Mescidi-Türbesi, bir dönem dergahtı, yola katılmazdan. Az aşağıda Melek Ahmed Paşa Camii, yanında sayılabilecek Şeyh Yusufî Hemedanî Camii bulunur. İsterseniz şehrin Balıkçılarbaşı'na gidiniz. Melek Ahmed Paşa Camii sonrası solda Meryem Ana Kilisesi'ne giden ara sokak vardır, Lala Kasım Paşa Camii ile aynı hizada.
Bir dönem çocuk boyundaki balıkların çıktığı Dicle, şimdi eski cömertliğinden çok şey kaybetmiş durumda. Balığın satılmadığı Balıkçılarbaşı'nda daha çok şehrin ekonomik canlılığını koruyan alanları görürsünüz. Sağ tarafta Melek Ahmed Paşa Hamamı, son dönemini yaşamakta görünüyor. Sin Camii, az ilerinde sola düşmekte. Balıkçılar Başı'na geldiğinizde Mardin Kapı ile Urfa Kapı arasında olan Ali Paşa'nın önemli kısmı kentsel dönüşümle tanışmanın ilk aşamasına tanıklık eder haldedir.
Dünyada tek bir eserdir, Dört Ayaklı Minare... Dört taş sutunun üzerine kuurlan bir minare, altından insnaın geçebileceği genişlikte. 1900'lü yılların başında tek sutun üzerinde yükselen Muallak Minare ne kadar yoksa da Dört Ayaklı Minare, Postahane ötesindedir. Siz, bu yolla Yeni kapı'ya varırsınız. Minare solunda Surp Grigaros ile Keldanî Kilisesi bulunmaktadır. Esma Ocak Evi, görülmesi gereken tarihî bir şehir evi.
Çok ötede Arapşeyh Camii bulunur, daracık arnavut taşlarının döşendiği sokkalardan-küçelerden. Yer yer onarılmayı bekleyen eski şehrin bazaltla can bulmuş evlerinin iskeletlerine tanıklık edecektir, her bakışınız.
Siz, Balıkçılarbaşı'na dönerseniz ayaklarınız, sizi Ulu Camiiye taşır. Camiî Kebîr, Anadolu'da namazın beş yüz sahabî ile kılındığı ilk mekândır, Antakya'daki Şehid Habib-î Neccar'ın kabrinden sonra.
Burada sizi İslâmın ilk Şehir Valisi Sultan Sa'sa'a'nın defnedildiği mekânın yerine de götürür. Karşısında Hasan Paşa Hanı görünür, beş yüz seneye varan geçmişiyle. Az aşağısında başka bir han, onarımı beklemektedir. Marangozların insanı kendisinden alıp götüren çam doğramaları, kokusuyla başka âleme götürür, adeta sizi.
Dağ Kapı Meydanı'na ilerlersiniz, hemencecik. İç Kale, aşağıdadır, gezdiğiniz çerçeve içinde. Harput-Ermen- Dar- Dağ Kapı Burcu üstünde Mervanî Mescidi yer alır, şehrin kalesindeki tek ibadethane olarak. Keçi Burcu'ndaki Manastır-Kilise ve Tell-Mardin Kapı'daki Ömer Şeddad Camiî dışında bu Mescid, eski günlerine dönüşün hasreti içindedir.
Yıktıırlmış burçlar ve surların bir bölümü burada görülür. Babé Kal Mezarı, Hindû Baba Mezarı birbirine yakındır. Merkez Bankası'nın arkasında saklı görünen İskender Paşa Camiî, Mimar Sinan'dan etkiler taşır, Halhallı Behram Paşa, Melek Ahmed Paşa Camii gibi. Bazısı İç Kale'ye yakın İlk Osmanlı Camii Fatih Paşa'yı da Mimar Sinan'a atfeder, bu arada.
Sonradan açılan Çift Kapı, şehrin ulaşımının kolaylaştırılması için 1960'lı yıllarda yaptırılmış, sur içinde. Az aşağısında Evliya Çelebî'nin anlattığı Hamravat Suyunun kantaralarla getirilip şehir içinde taksiminin yapıldığı nokta bulunur. Aynî Züleyha, zaman içinde Anzele'ye dönüşmüştür, Urfa'daki Balıklı Göl'ün ikizi olarak. Balıkların kapatılan bu su kaynağında halen varlığı, yüzyıllardır kutsallığına bağlanır, şehirde.
Kalenin Sur İçi gezimiz, sola dönülerek Babû'l-Rûm'la (Rûha- Urfa Kapı) devam etmektedir. Üç Kapı'dan oluşan Urfa Kapı, Beledî Rûm'a açılır, Anadolu'ya geçişin merkezidir. Urfa Kapı'dan aşağı baktığınızda Melek Ahmed Paşa Camii görünür, az ileride. Yanıbaşında Sarı Sadık Mescidî ve Gülşenî Tekkesi'nden kalan eklentilerle bir külliyenin yalnızlığa mahkûm edilmiş silueti ortadadır. Dört yanından yola katılan yapı, küçüldükçe daha bir mana kazanmış biçimde görülür.
Diyarbakır Kalesinin düzlükte olan Dağ Kapı'dan Mardin Kapı^'ya kadar olan bölümünde kuşatmalar tarih içinde sürekli olmuştur. Bu sebeple burçlar ve surlar daha kavî-güçlü yapılmıştır.
Artuklu Egemenliği'ni simgeleyen Ulu-Evli Beden Urfa Kapı'dan Turistik Cadde'ye geçildiğinde sağda yer alır. Eski huzurevi'nin karşısında bulunan Ulu Beden, içten dikkat çekmez. Burcun yanı başından çıkıp dıştan görüldüğünde kuşaklı kitabesiyle, kartal, fil ve diğer hayvan kabartmalarıyla Artuklu Egemenliğinin ihtişamının tescili burçta bazalta verilen canlılık, taşa işlenen maharetin mimarîdeki yansımasını sağlar.
Ulu Bedenin yanı başındaki burç'ta Selçuklu izleri yansır, bazalta. Yedi Kardeş burcu'na giderken Melikşah'ın Burcu'nda hareket halindeki koşumlu at figürleri kartal kabartmalarıyla eşlik eder ihtişama.
Yedi Kardeş Burcu iç kısmıyla çarpıcıdır, yılların ihmaline uğramışsa da. Bu burç, tek kuşaklı kitabesiyle Ulu Beden'e kardeştir, adeta. Artuklu Yapısı Burç, kabartmalar yönüyle zengindir.
İki Burcun karşısında asrî kabristan yer alır. Gözün alabildiğince uzayan Esfel Bahçelerinin içinde seçilen köşkler, Dicle Nehri'ne nazırdır. On Gözlü Köprü, sur üstünden insan avucundaymış gibi görülür.
Hadım Ali Paşa'nın yaptırdığı Camiî ve Medrese( Eski Huzurevi), karşınızdadır. Az ilerisinde daha önce belirttiğimiz Halhallı Behram Paşa Camiî vardır.
Mardin Kapı'ya varmadan önce Yedi Kardeş Burcu ile Ömer Şeddad Camii arasındaki surların üstüne bakınız. Üstü kemerli biçimde kapalı olan surlar, aslında dört yanda aynı biçimde iken, sonradan yıktırılmıştır. Surların üstündeki üstü kapalı galeri, burada aslını yitirmemiştir.
İç Kale dışında burçların etrafını çevreleyen ikinci sur kalıntıları da bir metreye yakın yükseltilerden seçilir. Kuşatmalarda iki sur arasındaki boşluk suyla doldurulur. Kuşatanlar, öncelikle birinci suru geçmelidir, aradaki hendekten ikinci sura tırmanmalıdır. Böylelikle içeri girebilirler. Askerin bunu denemesi imkân dışıdır. Okların menziline girmek zordur, yukarıdan atılan taşlar, kızgın yağ burçlara merdiven dayamayı olanaksız hale getirir. Bunun için lağımlar kazılmıştır, mancınıklar yapılmıştır kuşatmayı sürdürmemek için, iki-üç yıl beklememek için.
Sultan Suc'a Türbesine varınca Balıkçılarbaşı'na gitmelisiniz. Yolda giderken sağınızda Husrev Paşa Hanı yer alır. Hemen arkasında sonradan minare eklenen medresesi bulunur.
Hacılar Harabesi'nden eser kalmayan solunuzda ticaretin merkezi başlar, peynir dükkânları yer alır, birdenbire. Peynirciler Çarşısı'na komşu Deva Hamamı, büyüklüğüyle Anadolu'daki benzeri hamamlar gibi işlevsiz durur. Sağ tarafta iki kilise yer alır, sokakta ilerlerseniz. Çok geçmeden solda Süleyman Nazif'in Babası Ünlü Tarihçi ve Devlet Adamı Said Paşanın Konağı yer alır. Bu konağın aslî hüviyetine dönüşmesi beklenmektedir, yakın zamanda restorasyonu tamamlanan Cemil Paşa Konağı gibi.
Balıkçılarbaşı'na vardığınızda Dört Ayaklı Minare yer alır. Siz, tekrra Urfa Kapı'ya çıkacaksanız öncelikle taşlardan döşenen caddede ilerleyeceksiniz, adeta binlerce senelik tarihî yollardan geçmişcesine bir duyguya kapılarak. Sağınızda Melek Ahmed Paşa Hamamı yer alır. Solunuzda ara sokaktan Safevî-Parlı-Safa Camii vardır. Mardin'de, Hasankeyf'te görülen minarelerdeki taş süsleme örneğine Parlı Camii Minaresi'nde rastlarsınız. Parlı Camii karşısında Kadı Hamamı yer alır, turizme hala işlevlendirilmeyen. Parlı Camii arkasında Muslihuddinî Larî'nin medresesi bulunur, kabriyle beraber.
Taş döşeli antika yolun nostaljisinde Melek Ahmed Paşa Camii Taç Kapısı'na hayranlıkla bakarsınız. Sol yanda Dengbejler Evi (Mala Dengbelan) yer alır. Lala Kasım Beğ Camii sonrasında Meryem Ana Kilisesi, büyüklüğüyle göze çarpar.
Diyarbekir Gezintimizde devletlerden söz etmedik, egemenlik kuran beyliklerden söz açmadık. Dünyanın en büyük kemerine sahip Malabadî Köprüsünü anlatmadık. Çermik'teki Haburman Köprüsü, Çınar'ın Zerzevan Kalesi ele alınmadı. Silvan'daki Selahaddin-i Eyyubî Camii, Hassuni Antik Kenti, Silvan Kalesi tanıtılmadı. Çayönü'ne gidilmedi, Eğil'deki Peygamber kabirleri anlatılmadı. Ünlü şairlerinden dizeler sunulmadı, yazarlarına değinilmedi. Ashab-ı Kehf'in Diyarbakır'daki varlığına söz getirilmedi.
Nasıl değinilecek ki bir tutam Diyarbekir anlatılırken. Şehre haklı bir nam veren karpuzlarını anlatmaya dergi sayfaları kifâyetsiz kalır. Şehirden dünyaya yayılan kadayıfından bahsetmedik, hiç.
Tarihî bazalt taşından yapılan konaklarına köşklerine değinilmedi. Ne Cahit Sıtkı'dan bahsedildi ne Ali Emirî Efendi'den. Hat Sanatının son ustası Hamidu'l-Amidî anlatılmadı, sesiyle yorumuyla ciddiyetiyle haklı bir üne sahip Mehmed Celâleddin (Celâl Güzelses) geçmedi satırlar arasında. Ne Ahmed Arif ne Sezai Karakoç...
Diyarbekir... Bir Tutam Diyarbekir...
Gezilip görülecek ve yaşandıkça tarihî-kültürel zenginliğinin kendisini göstereceği, insana hissettireceği şehre dair bir gezintinin bile tümü sığdırtılmadı, bir kaç sayfaya.
Diyarbekir, sizi ağırlamayı bekliyor, baharın gelişiyle; bu mart ayında. Ağaçların tomurcuk açtığı, gönüllerin barışı arzuladığı, huzurun geri geldiği, insanların kardeşçe yaşama arzusuyla dolu olduğu, gönüllerin kardeşlik çağrılarını cevapsız bırakmadığı Diyarbekir, toprağın suya hasret kaldığı gibi kardeşin kardeşi kucaklamasına tanıklığın ismi olarak tarihe notlar düşürmek istemektedir, bu mart ayında.
Size mihmandarlık yapmak istiyoruz, doğup büyüdüğümüz, yaşamakta olduğumuz şehrimizde. Gönüllerin bir olduğu, yüreklerin barış çarpıntısıyla kendisinden geçtiği, kardeşlik şarkıların dile getirildiği şehrimiz Diyarbekir, sevdalısını beklemektedir, ellerin dostça kenetlendiği, ayrılıkların artık kabul edilmediği, insanlığın göz yaşına tahammülünün kalmadığı günümüzde gönül çiçeklerinin barış tadında ruhları teskin ettiği, acıların geride kaldığı günlerin habercisi olan birlikteliğin adresi olmak istiyor.
Her gelen misafirine "ehlen ve sehlen" diyen, "Başım gözüm üstüne " diyen bu şehre siz de davetlisiniz, göreceksiniz ki "Serçavémın ser serémın" diyen esnafıyla, Diyarbekir, tarihe yolculuğun merkezinde bir şehirdir.
Diyarbekir'deki tarih ve kültür yolculuğuna hazırlanırken selamlarınızı bulunduğunuz ilden getirmeyi unutmayınız... Çünkü siz bu şehirden gidişinizde uğurlanırken hayırla duayla sevdiklerinize ulaşmanız için sizi aracınıza kadar yalnız bırakmayacak olanların diyarındasınız. Gelişiniz hayırlı gidişiniz tekrar gelmeye vesile olsun.
25.03.2013
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.