• İstanbul 15 °C
  • Ankara 15 °C
  • İzmir 19 °C
  • Konya 15 °C
  • Sakarya 18 °C
  • Şanlıurfa 24 °C
  • Trabzon 16 °C
  • Gaziantep 19 °C
  • Bolu 13 °C
  • Bursa 16 °C

Edirneli İşadamı Kemal Kılıç; Sesi Sözü Yüzü Huzur Veren Adam

Fahri TUNA

Kırk Güzel İnsan / Fahri Tuna 

Şehirleri bizlere sevdiren nedir? Nelerdir? Tarihi eserleri mi? Doğal güzellikleri veya leziz yemekleri mi? Kız kuleleri, saat kuleleri, hisar kuleleri mi? İnkâr etmeyelim; bu saydıklarımın da bir miktar, hatta bayağı bir miktar etkileri olabilir o şehri sevmemizde.

Ama itiraf edelim: Bize bir şehri bize sevdiren o şehirdeki güzel insanlardır. İnsanlarıdır. İnsanlığıdır.

Elli yedi yıllık ömrümde, rabbime şükürler olsun, O’nun lütfu keremiyle bana armağan ettiği görevler sayesinde Prizren’den Mardin’e, Gagauz Yeri’nden Malatya’ya, Şumnu’dan Urfa’ya… sayıları yüzü bulan şehriler tanıdım. Tanıdım derken, içinden geçmedim, birkaç lokma yiyip iki gece konaklayıp gitmedim; insanlarını, ruhunu adeta gönlüme kazıdım.

Gecenin 23.30’unda ulaştığımız Mardin’de otelimize gelip kızımla beni o saatte evine yemeğe götüren ve anneciği –Allah uzun ömürler versin- Dervişe Teyze’min lezzetli elleriyle pişirdiği Kaburga Dolması ikram eden Mardinli Arlan Şahkulubey ve kızı Ece Şahkulubey’i, yahut yüz yirmi kilometre mesafedeki başkent havaalanına özel aracıyla gelip tehir nedeniyle on dört saat orada beni bekleyen ve altı gün süreyle gecesini gündüzüne katarak beni ağırlayan, bu uğurda bir maaşına denk masraf yapmasını engelleyemediğim Gagaguz Yeri Tomay Belediye Başkanı Fedor Topçu kardeşimin kalendermeşrepliğini ve misafirperverliğini nasıl unutabilirim.

Bunlar gibi yüzlerce güzel dostla tanıştım, kaynaştım, yaşadım ben bir ömür.

Hemen her şehirde böyle güzel dostları olan, Koç ve Sabancı Holding’ten daha zengin ve varlıklı biriyim ben. Dost Holding’e sahibim çünkü. Dost Holding hisse senetleri de benim değil, tümüyle dostlarımındır; bu böyle biline…

Düşündüm bir an ‘ben Edirne’yi niçin çok seviyorum?’ diye. Veya ‘Bana Edirne’yi bu kadar çok sevdirenler kimlerdir?’ diye.

İki düzine isim geldi aklıma. Şair Mustafa Hatipler’den Hâfız Mahmut Eroğlu’na, Öykücü öğretmenler Sedat Sayın’dan Tuba Yavuz’a, pırlanta kalpli kardeşlerim Sibel Eroğlu’ndan Neriman Ekinci’ye, güzel ve başarılı il müdürleri Hüseyin Özcan’dan Serhat Ocak’a, yol arkadaşlarım General İvan’dan (siz onu Recep Kozan olarak biliyorsunuz)  İbrahim Tarancı’ya, Edirne’nin delikanlıbaşısı Serkan Oltandiken’den polis memuru Bülent Uzerden‘e, öğretmen kardeşlerim Birgül Erken’e, Şadi Kuloğlu’na, Murat Uluç’a, Mehmet Bülent Burç’a… Özbeöz Edirneli, özbeöz akademisyen, özbeöz lezzet ustası, özbeöz insan Müberra ve Rifat Gürgendereli çiftine, Edirne sevdalısı Cengiz Bulut’tan 3K ile Edirne’ye kalite katan Ayşe Başar’a… Fotoğrafın ustaları Behiç Günalan’dan Remzi Eskikaplan’a. Ve yarınlarda Türkiye’nin on birinci porte yazarı Selene Cabalar’a. (İlk planda aklıma gelmeyen kardeşlerim, unuttuklarım beni bağışlasınlar lütfen…) Edirne sizlerle güzel, Edirne sizlerle zengin, Edirne sizlere ayakta; bilesiniz…

Ama biri daha var; onu yazmalıyım. Anlatmalıyım biraz.

Gösterişsiz, ortada işleri, ürünleri, eserleri görünen, ama –neredeyse- kendisi hiç görünmeyen biridir o.

Vermeyi almanın üç kat önünde tutan bir kahraman.

Bulunduğu her ortama, girdiği her topluma, açtığı her mekânla şehrine kalite aktan, kendisi de ‘a kalite’ bir adam

Hep kolaylaştıran, hep güzelleştiren, hep lezzetleştiren adam.

Dostlarının acı veya sevinçli günlerinde hemen ‘yanı başında bitiveren’; acılarını paylaşa paylaşa azaltıveren, sevinçlerini kattıklarıyla arttıran bir gönül adamıdır o.

Sözü azdır özü çok. Aldığı azdır verdiği çok.

Denge adamıdır; dengeli adamdır. Dengeleri gözeten adamdır.

Hesabını kitabını iyi bilir. Kırk kere düşünmeden adım atmaz.

Hayır hasenat adamdır, amma… bilinmesini duyulmasını istemez: Kaç kere yetimleri öksüzleri, kaç kere yolda kalmışları, kaç kere açları açıkları yedirmiş içirmiş giydirmiştir, söylemez, görenlere de tembih eder. O ‘kul’ değil, Allah bilsin’cidir.

Yetim büyümüştür kendisi de aslında. Analı babalı yetimdir. Babası o iki yaşındayken Almanya’ya yerleşmiştir, annesi de o on iki yaşındayken iki küçük kardeşiyle babasının yanına. Urfa’nın merkezinde iki küçük kardeşiyle ‘Nine’sine emanet üç öksüz yetimdirler artık.

Yoku ilk o gün orada o zaman yaşayacaktır küçük Kemal. ‘Yok’ ne demektir iliklerine kadar hissedecektir. Sonra da ilk ticari işine adımını atacak; daha ilkokul öğrencisiyken kalem kâğıt satmaya başlayacaktır .

Ve sonra, on üçündeyken, üç kardeş bir otobüse bindirilir, ta Fizan’a gönderilir, dayısının yanına. Fizan nerede midir? Başka bir ülkedir orası, başka bir dünya, başka bir âlemdir. Küçük Kemal Kılıç’ın otobüs yolculuğu Urfa’da başlayıp Edirne’de bitmiştir. De, sonrası hiç de kolay olmayacaktır.

Ortaokula başlar Kemal; ama sınıf arkadaşları başka renkten, başka dünyadandırlar sanki. O kapkara, onlar sapsarıdır mesela. O da Türkçe konuşmaktadır amma sanki başka bir dilden konuşmaktadır. Daha ilk gün Güneydoğu şivesiyle dalga geçilecektir bu ‘rengi kara kalbi ak’ küçük adamın. O da zaten üç gün dayanabilecektir bu ‘ötekileştirmeye.’ Bırakır okulu, ‘Hayat Üniversitesi’ne kayıt yaptırır.

Hayat Üniversitesi Kapıkule Ticaret Fakültesi’ne on yılını verir: Önce lahmacun kebap fırınında çalışmaya başlar. On yıl boyunca turistlerden hem ‘dil’ öğrenir hem ‘dünya.’ Çok iyi bir TRT izleyicisidir artık; Uzun süre TRT spikerlerini izleye içselleştire şivesi İstanbul şivesine dönüşecektir artık, zamanında onu hor gören çoğu Edirnelinin aksine. Dayısının bir olumlu katkısı daha onda zuhur edecek, kitap okuma alışkanlığı kazanacaktır; beş yıl boyunca gece vardiyalarında yüzlerce kitapla yeni ‘dünyalar keşfedecek’tir Kemal.

On sekizinde de kendi işini kurar. Yaklaşık otuz yıldır kendi işinin başında olacağı günler işte o gün, o yaşta başlar.

Her şey yerinde yolundadır. İyi kazanan iyi bir esnaftır ya. Bir sabah kalktığında darbe olur: 1994 Çiller Krizi vurmuştur onu. Döviz bire üç katlanmıştır. Ve yüz binlerce küçük esnaf gibi bizim Kemal de ‘topu atacak’tır.

Akıllı sabırlı şükürlü adamdır Kemal Kılıç.  Ona ‘çok şey veren Allah’ yine ‘verir’ inancındadır; kısa zaman içinde verecektir de.

Sıfırdan, ne sıfırı, eksiden başlar yeniden işe. Piyasada gördüğü eksiklikler vardır. Örneğin organizasyon işleri. Örneğin lezzet, kaliteli restoran işi. Örneğin turizm işleri. Zamanla bir bir bu işlere girer. Yeniden toparlar. Adı adım iyi kazanan ve sağlam yol alan bir esnafa dönüşür. Zira daha tecrübelidir artık, insan unsurundan faydalanmayı daha bir öğrenmiştir. Ve ‘aldatmamak üzerine kurulu’ dünyasının ona zamanla çok şey kazandıracağına inancı tamdır. Sevilen sayılan aranan bir adam olur yavaş yavaş Edirne’de.

Bir sabah uyandığında 17 Ağustos Deprem’i olmuştur. Merhamet ve dürüstlük abidesi adam, televizyonlardaki yürek yakan görüntüler karşısında sabredebilir mi hiç? Soluğu Gölcük’te alır.

Onun bu insancıllığını Büyük Allah, kendisi gibi altın kalpli bir prenses ile ödüllendirecektir: Gölcük’te yaralılara cansiperane hizmet veren Mübin Hemsire ile tanışacak, hoşlanacak gönül vereceklerdir birbirlerine. Acıların içinden nice sevinçler de devşirecektir Yüce Mevla.

2001’de evlenirler,  iki sene sonra Elif Cemre’leri doğar, dört sene sonra da Enver Burak’ları.

Lâle tasavvufta Allah’ı remz eder, bilirsiniz. Kalbi gösterişsiz bir Allah sevgisi ile dolu bu adam, Meriç’in kıyısında açacağı şehrin en güzel restoranına ne isim verebilir ki ‘Lâlezar’dan başka. Öyle de olur. Sadece enfes lezzetleriyle değil, teknik detaylardaki kalite ve doğal zenginliğiyle de, ‘a kalite’ ulusal bir markaya dönüşecektir zamanla Lâlezar. O davet sahibidir; davet eder işlerine içlerine iş yerlerine herkesi: Adını ‘Davett’ koyar organizasyon firmasının.

Daha kırkında şehrin sayılı iş adamlarından birisidir artık Kemal Kılıç.

Vilayet de onunla iş yapmaktadır, birçok kamu veya özel kurum da. Bir yılı daha şimdiden dopdoludur düğün siparişleriyle mesela.

‘Yok’ yoktur onda. Urfa’dayken yaşadığı ‘yok’u terk etmiştir. Her isteği ‘var’a dönüştürmeye çalışır.

Para rakam sayı onun için üçüncü hatta dördüncü plandadır: O mutlu etmeye, karşısındakinin mutluluğuyla da mutlu olmaya bakar.

Titizdir detaycıdır kılı kırk yarar da öyle uygular.

Dostlarına da çok vefalıdır. Yedirmek içirmek ikram şanındandır.

İyi bir analisttir, iyi bir satranç ustasıdır; ölçmesi biçmesi tartması sinüs kosinüs limit integrallidir adeta. Ha bu arada, üçüncü gün bıraktığı ‘resmî tahsiline’ de kırkında yeniden başlar. Önce ortaokulu bitirir, artık liseli Kemal’dir.

Çok iyi bir aile babası, çok iyi bir dost, çok iyi bir işadamıdır.

Fatih’in babası, Edirne’nin gerçek banisi Sultan II. Murad Han adına yeni kurulan vakfın da mütevellisindendir.

Bu millet bu devlet ve bu gençlik adına gözünü kırpmadan on binleri vermiştir, şahidiz. Vermeye de devam etmektedir.

Benim kardeşimdir o. Ben onun ‘Fahri Baba’sıyımdır. TT Arena’da kesişir yollarımız sık ısk, Galatasaray’ın maçlarında.

‘Var’ın ‘varlık’ın, varsıllığın yakıştığı adamdır o.

Duruşuyla bakışıyla sözüyle huzur verir insana.

Sesi huzur doludur onun.

Şu huzursuz dünyada, ‘huzur dağıtan’ bir güzel adamdır Kemal Kılıç.

Sesi sözü yüzü huzur dolu kardeşimiz o bizim.

Bu yazı toplam 1151 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim