Başta fıkıh ve kelâm olmak üzere tüm İslâm ilimleri, Kur'an'a dayanmaya ve O'nu esas almaya özen göstermişlerdir. Aynı şey, tasavvuf ilmi için de geçerlidir.
Tasavvuf alanında eser kaleme alan her mutasavvıf, yazdıklarını Kur'an ayetlerine dayanarak yazmaya azami dikkat etmişlerdir. İslâm âleminde yetişen en önemli mutasavvıflardan biri, pek çoklarına göre de en büyüğü olarak kabul edilen İbnü'l-Arabî (ö.638/1240) de, "Fusûsuʹl Hikem" adlı eserinde, Kur'an ayetlerine sık sık başvurmaktadır.
Şu cihanda Âdemoğlu üç şey ister: devlet, servet, hikmet. Devlete talip olan, servetten ve hikmetten uzak dura ki kuvveti adaletini aşmasın, servete talip olan devletten ve hikmetten uzak ola ki, malına güvenip hududundan taşmasın, hikmete talip olanlar da devletten ve servetten uzak dura ki, hakikatin yolundan şaşmasın.
Tasavvufi görüşlerin ağırlıkta olduğu bu kitap, yirmi yedi peygamberin her birinin hikmetlerine odaklanır. Türkçesi "Hikmetlerin Özü" olan eserin içeriğindeki hikmet kavramını iyi anlamak önemlidir.
Peki hakikat, hikmet ne ola ki?
Hikmet, eşsiz benzersiz yaratılış karşısında sürekli tekrarlanan bir hayret, hayranlık, şaşkınlık ve "nedir" sorusu ile yol almaktır. Bu varlık nedir, bu inanç nedir, bu hayat nedir? Bu ölüm nedir? Bütün bunları algılayan bir bilinç olarak bu benliğin anlamı nedir? Hikmet, boşlukta dönüp duran bir oluşa yönelik soru sormaz. Hikmet sevgisi, burada her an tazelenen eşsiz yaratılışı sevmektir.
Devamı: https://www.kitaphaber.com.tr/peki-hakikat-hikmet-ne-ola-ki-k6296.html
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.