Yunus Emre (1240-1320) Anadolu’da Türkçe (Oğuzca) divan tertip eden ve mesnevi yazan ilk şair. Ona, Türkçenin edebî anlamda ilk kâşifi, hatta mucidi desek yeridir. Bu durum onu yalnızca dil ve edebiyat tarihi açısından değil, millî tarih/kimlik bakımından da değerli kılar. Köprülü’nün Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı kitabından beri Yunus Emre, millî tarih/kimlik inşasının önemli bir parçası olarak ele alınır. Türk tarihi kurgulanırken bir çeşit Türk İslâm’ı da kurgulanmak istenir ve bu konuda Yunus Emre’den fazlasıyla istifade edilir. Yunus hem dil ve üslup yönüyle hem de seküler düzene tehdit oluşturmayan bazı “ılımlı” görüşleriyle öne çıkarılır. O âdeta dikenlerinden arındırılmış bir güldür; şeriatı telkin eden fikirleri görmezden gelinir. Bunlar tabiî ciddiye alınacak yaklaşımlar değil. Yunus bir bütün olarak değerlidir bizim için. Öyle olmalıdır. Hayatıyla, manasıyla, üslubuyla, çağrısıyla… Yunus Emre’nin sadece bizim için değil, insanlık için de önemli bir şahsiyet olduğunu düşünüyorum. Hayatına dair incelemeler sadece ilmî araştırmalarla sınırlı kalmamalı; roman, hikâye, sinema, dizi gibi kurgu sanatlarının da konusu olmalı. Nitekim oluyor da. Fakat ilmin ulaştığı yeni bilgi ve bulgular yazılacak yeni kurgusal eserlere de yansıtılmalı. Sürekli yazılmalı Yunus gibi isimler, güncellenmeli ve gündemde tutulmalı. Ama nasıl?
Bir okur olarak hakkında az çok bilgi sahibi olmadığım bir şahıs hakkında yazılmış biyografik bir romanı okumayı tercih etmem genelde. Çünkü o kişiye dair ilk tanışıklığım kurguya dayalı bir metinle olsun istemem. Romancı, hayal gücünü devreye sokarak ele aldığı şahsın hayatındaki boşlukları doldurur, onu bir bütünlüğe kavuşturmayı arzular. Dolayısıyla anlatılan hikâyenin neresinin kurgu neresinin gerçek olduğunu ayırt edememek beni huzursuz eder. Buna karşılık hayatını, fikirlerini veya icraatlarını bildiğim tarihî şahsiyetler hakkında roman okumayı severim. Çünkü merak duyduğum bir kişi hakkında araştırma yaparken, onun hayatının zihnimde bölük pörçük değil, bütünlüklü bir portresi olsun isterim. Kendi hayal gücümle doldururum o kişinin hayatındaki boşlukları ve merak ederim: Acaba bir romancı hayal gücüyle o hayatı ne kadar zenginleştirmiş? Benim hayalimdeki portre ile benzerlikleri ve farklılıkları neler? Bununla birlikte romancının da kendisine şu soruları sormuş olmasını umarım: Romancı anlattığı şahsın hayatını kurgularken ne kadar özgür davranabilir? Kendi düşüncelerini o şahıs üzerinden dillendirmesi “etik” midir? Yoksa bu düşünceleri yan karakterler vasıtasıyla gündeme getirmesi daha mı doğru olur? İşte tam bu kertede hayatını romandan okuduğunuz şahıs hakkında önceden bilgi sahibi olmanız devreye girer: Romancı bunları kendine sormuş mu sormamış mı, kendini ne kadar sınırlandırmış, ne kadar hür bırakmış, anlarsınız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.