• İstanbul 19 °C
  • Ankara 22 °C

Emrullah Hatipoğlu ile Röportaj

Fatma Gülşen KOÇAK

İlmin asaletini irfanın inceliklerini üzerinde hakkıyla taşıyan hocalarımızdan Kıymetli Sultanahmet Camii Emekli İmamlarından Emrullah Hatipoğlu Hocamızla Ramazanın son günlerini hakkıyla yaşamayı Kadir gecesini, Bayramı, orucun ruhu ve Müslüman olmanın şuurunu ve diğer önemli meseleleri konuştuk.

fatma.jpg

Ramazan’a vedaya hazırlanıyoruz. Nasıl bir veda olmalı ki Ramazan bizden razı olsun?

Nasıl karşıladığımızı dikkate alırsak nasıl bir veda bizden razı olur, olmaz noktası ortaya çıkar.

Biz Ramazan’ı memnun edersek o da bizden memnun olur. o nasıl memnun olacak, getirdiklerine sahip çıktığımız zaman. Biz Ramazan’da indirilen Kur’an’da emredilmiş namaza sahip çıkmışsak, teravihi de o beş vakit namaza bina edersek o zaman bizden herhalde hoşnut olur. Oruç ibadetini sadece yemekten içmekten ve nefsani arzulardan kendimizi uzak tutma şeklinde anlamamış da bütün azalarımızı bu oruç ibadeti içerisine dahil etmişsek yani elimiz, ayağımız, gözümüz, kulağımız, dilimiz gibi azaları haram sayılan şeylerden uzak tutabilmişsek işte o zaman onlarında oruca katılımızı sağlamış oluruz.

Böyle bir orucu tutan Müslümandan herhalde Ramazan hoşnut olur. Hz. Peygamber her zaman cömertti ama Ramazan’da daha da cömertti. Allah’ın bize imkanları bu manada Allah rızası için ihtiyaç sahipleri lehinde kullanırsak bu manada cömertliğimizi yansıtacak şeyler yaparsak ümmetin sıkıntılar içerisinde varlık yokluk mücadelesi veren mensuplar ki onlar bizim kardeşlerimiz, onların ıstıraplarını dindirecek birtakım hamleler maddi cihetten infak anlayışı içerisinde yapabilirsek o zaman Ramazan’ın getirdiklerine sahip çıkma anlamında Ramazan’ı Şerif bizden hoşnut olur. Affedilerek kurtulmak istediğimiz eksikliklerimiz var, Ramazan bunun için bir fırsat.

Kadir Gecesini nasıl idrak etmeliyiz?

Ramazan ayının son 10 günü içerisinde itikaf ibadetini bizzat Efendimiz yaşamış, uygulamış? Kadir Gecesi nasıl ihya edilirin örneğini veriyor. Allah ile adeta manen buluşma şeklinde. Baş başa bir insan bir dostuyla olsa gibi düşünelim. Onu nerede yapıyor, işte tamamen dünyevi işlerden uzaklaşacak. Tasavvur edin, Hazreti Peygamber bunu yapıyor, Hazreti peygamberin buna ihtiyacı var da bizim ihtiyacımız yok mu acaba? Kadir gecesini onun ihyaya ihtiyacı var bizim yok mu?

Kadir Gecesini nasıl ihya edelim; böyle edelim. Bundan sonra bu akşam dahil bütün geceleri her bir gece Kadir Gecesidir diyerek boş bir zamanını geçirmemek üzere yaşayalım. Televizyon kanallarını, internet kanallarını, Whatsapp, sosyal medya kanallarının hepsini kapatabiliyor musunuz? Tek yöneleceğiniz sizi yaratan, yaşatan, rızıklandıran, sahip olduğunuz bütün imkanları size bahşeden Allah.

Geçen kürsüde sordum “günde kaç defa kaç kişi ile telefon görüşmesi yapıyorsunuz” dedim. Dediler ki en az 5-6 kişi ile görüşürüz. Tamam, bu hayatın bir ihtiyacı. Peki, Allah ile kaç defa görüşüyorsunuz dedim. Onunla kim görüşebildi ki biz görüşelim, anca Peygamber. “hayır, ben böyle bir şey demiyorum, Allah’ın kitabını okumanız demek Allah ile görüşmeniz konuşmanız anlamına geliyor.” Kaç defa bu ihtiyacı hissediyorsunuz, bunu size söylerken kendi nefsimi de katarak söylüyorum.

Kadir Gecesini bu kadar kıymetli kılan Kur’an bizim ülkemizde yasaklanmıştır. Ama Müslümanlar o sarp yokuşları aşmak için gayret ettiler. Allah’ta o imtihanda başarılı oldukları için imkanlar bahşetti. Şimdi, Kur’an’ı Kerim yasaklanması diye bir şey var mı? Ama bu defa başka şeyler onu engelleyici hale geliyor. Elimizden düşürmediğimiz o alet bazen Kur’an’ın okunmasını engelleyen bir büyük engelleyici unsur haline geliyor. Bu aletler put olmamalıdır. Put ne idi, kulun doğrudan Allah’a ulaşmasını engellemek maksadıyla ortaya konmuş şey. Putperestlik tevhit inancına, Allah’a kulluğa ters. Ellerimizde taşıdıklarımız bu işlevi yapıyorsa gerçekten soru sormak gerekir, ben nasıl Müslüman’ım. Kur’an ile bağlantısı olmadan Müslüman olunur mu?

Bayramı nasıl yaşamalı ve nelere dikkat etmeliyiz? Bayramda anne-babası yolunu gözlediği halde köyüne değil de tatil beldelerine giden insanlara ne dersiniz?

Maalesef batıdan esen rüzgarlar var. Bir kere ferdiyetçilik onun beraberinde getirdiği bencillik bu başta aile kurumunu yıkıyor. Sizi dünyaya getiren bir ananız babanız var. Sonra sizinle birlikte o anne babadan dünyaya gelen kardeşleriniz var. Akraba ilişkileriniz var. Her biri ile alakalı sizin dininiz size sorumluluklar yüklüyor. Sılayı rahim diye bir kavramımız var. Bereket getirir, ömrü de bereketlendirir, rızkı da bereketlendirir. Nedir bu; gideceksiniz akrabanızı arayacaksınız, bulacaksınız ziyaret edeceksiniz. Varsa ihtiyaçları ilinizden geldiğince, maddeten ve manen. Moral de verirsiniz. Onu gidip bulmanız sormanız ilgilenmeniz onun için en güzel moral olur.

Ama siz kişisel ferdi hayatı tercih ettiğiniz için sizin dünyaya gelmenize vesile olanları dahi ihmal edebiliyorsunuz. Ananız babanız ihmal edildikten sonra diğer akrabalarınızı haydi haydi ihmal edersiniz. Bütün bunlar bir sosyal ilişki bağını oluşturuyor. Her biri dinen bir değer olarak ortaya koyduğu için bir ibadet değeri de kazanıyor.. Bu ferdiyetçi anlayış bencilliğimizi öne çıkaran anlayış sosyal bağları da koparıyor maalesef. Bunu da tamir edecek İslam’dan başka bir şey yoktur. Bu hastalığın tedavisinin yolu da yine Kur’an’a yöneliştir, Hz. Peygamberin sünnetine yöneliştir.

Sultanahmet’te görev yaptığınız dönemlere ait bir hatıranızı paylaşır mısınız?

Bir tarihler, ben Sultanahmet’e geldiğim ilk yıllara tekabül eder bu, ikindi namazı öncesi vazifeli imam olduğum için avludan içeriye doğru geçerken orada uzun boylu, sarışın, sakallı, şalvarlı cübbeli, sarıklı bir adam dikkatimi çekti. Yanında da bir hanım efendi. Yabancı olduğu her hallerinden belliydi. Sonra ezan okundu, namaza durduk. Namazda birinci rekatta, birinci safta en uzun boylu adam olarak onu fark ettim. Namaz bitti, Kur’an okuduk, Fatiha dedik. O da geldi “TekabbelAllah” dedi, yani Allah kabul etsin. Ben de “mineyneente” dedim, sen nerelisin. O da bana Türkçe cevap verdi, ben Amerikalıyım dedi. Türkçe konuştuğunu gören cemaat sordu, hocam galiba bu sonradan Müslüman oldu bu durumda. Nasıl bir sebep ile Müslüman oldun dediler.

“Ben 9 sene önce Türkiye’ye ilk defa geldiğimde uçaktan indim, otele geldim. Yorgun olduğum için yattım. Fakat hayatımda duyduğum en güzel sesle uyandım. Sabah ezanı… o güzel sesi dinlerken içinden bir ses bana emretti, ne yatıyorsun doğrulsana dedi. Ben gayri ihtiyari doğruldum. O içimdeki ses emretmeye devam etti, ne duruyorsun dünyada duyduğun en güzel sesin geldiği yere gitsene. Ben apar topar, neredeyse koşar adımlarla sesin geldiği yere gittim”. Camiye gitmiş, Laleli Aksaray taraflarını tarif ediyor.

“Sonra o sesin geldiği yere vardım, içeriye girdim. Bir kısım insanlar yatıp kalkıyordu. Biraz bekledim, bir müddet sonra imam öne geçmiş, cemaat kalkmış dizilmişler, saf olmuşlar. Ben de aralarına girdim. Yattılar yattım, kalktılar kalktım.” Cevabını verdi. Peki o adam o esnada dinlediği ezanın manasını biliyor muydu, hayır. Manasını bilmediği o ezan onu nasıl etkiledi ki o ezan onun Müslüman olmasına vesile oldu. Manadan yola çıkılarak bunun cevabını bulamıyoruz. Okuyan müezzinin sesi vesile olacak ya, demek ki samimi ve güzel okumuş. Allah onu o kadar güzel bir ses olarak hissettirmiş ki bu onun Müslümanlığına yol açmış.

Siz Büyük Hocalara yetiştiniz. Onlardan biri olan Gönenli Mehmet Efendiyi anlatabilir misiniz?

Gönenli Mehmet Efendi, Allah rahmet eylesin, dedi ki; “öyle bir dönemde bulunduk ki Kur’an nerede ise unutulmaya yüz tutmuştu. Okunması yasaklanmış, okuyanlar takip edilmiş. Kur’an’ın unutulmaya yüz tuttuğu bugünlerde okutmak gerekiyordu. Doğrusu biz gereği kadar kendimiz ilim yolunda okuyamadık ama okutmak lazım olduğu için o yolu seçtik.” Bu hoca efendinin bize kendi ifadesinin mefum beyanı olarak düşünelim. Böyle bir hoca efendi, yasaklar döneminde yaşamış bir hoca efendi, Kur’an okuyanlara ilgi alaka gösterip kanatlarını gerdiği için hapse atılmış bir hoca…

 Pek çok imamlarımızın, kardeşlerimizin örnek alacağı fedakarlıklarla dolu hayatı olan bir hoca efendi. Baskılara aldırış etmeden yoluna devam eden, Allah’ın dinine kitabına hizmet etmeye çalışan bir hoca efendi.

Sürekli göz hapsindeydi. O zaman emniyet amirliği Şehzadebaşında. Hoca efendiyi polis muhalefetiyle davet etmiş oranın amiri. “hoca efendi, bu çocuklara dağıttığın paralar nereden geliyor” demiş. Dış bir kaynaktan geliyor diye bir ön yargıları var. o da “Allah gönderiyor” demiş. Müdür bey, “hocam ne demek Allah gönderiyor, niye bize göndermiyor da hep size gönderiyor” demiş. “O onun bileceği iş” demiş. Ankara’dan talimat verilmiş ve bir baskı oluşturulmak isteniyor. Tam bunları böyle konuşurken bir komiser içeri girmiş. Hocamızı görünce, “Ah hocam, hani derler ya gökte ararken yerde bulduk diye. Kaç gündür sizi arıyordum. Bende size ulaştırılmak üzere bir emanet var. Onu vermek için” demiş. “nedir hayrola” demiş hoca efendi. Cebinden bir tomar para çıkarmış. “Aldık teşekkür ettik”. Hocam siz burada hayrola diye sormuş. “müdür bey çay içelim diye davet ettiydi de”. Komiser, “hocam bi emriniz olur mu” deyip çıkıp gitmiş. Hoca efendi de; “müdür bey Allah nasıl gönderir gördün mü? Bu senin arkadaşına bu parayı ben mi verdim? Allah’ın kitabına yardım etmek isteyenlerden birisi senin yardımcın sayılan bu arkadaşımıza veriyor, o da bana ulaştırmak için günlerdir arıyormuş. Kim verdi bilmem”. Müdür bey demiş ki; “hocam biz de biliyoruz ama yukarısı böyle istiyor” demiş.

Bakınız o dönemlere rağmen, hapishane yatıyor, bu hizmetlerden vazgeçmesi için, yorulması için her gün sıkıştırılan bir hoca efendiden bahsediyoruz. Bütün imamlarımızın, müezzinlerimizin, din hizmetinde bulunma bahtiyarlığına erdirilmiş bütün kardeşlerimizin örnek alması gereken bir hoca efendiden bahsediyoruz.

Ciddi dini meseleler televizyon ortamlarında tartışılıyor. Bunu nasıl karşılıyorsunuz?

Çoğu dedikodudur. Tartışılıyor dediğiniz nokta ile alakalı ifade ediyorum. Mutlaka her konuşmada faydalı taraflar olmakla birlikte çoğu faydadan çok kafa karıştırıcı niteliktedir. Arapçada bir söz vardır, Türkçesi, “muhalefet et, tanınırsın”. Genelin düşüncesine aykırı bir düşünce her zaman merak edilir. Bazılarında böyle bir hastalık var, bu yolla tanınmak hastalığı. Onlar karşı çıkarlar, Hz. Peygamberin ashabından başlayarak. Mezhep imamları, eski bilinen alimlerimizi elinin tersi ile “onlar da kim diyerek değerlerini adeta çöpe atılacak bir çöplük malzemesi gibi düşürmek isteyen ama onların değeri Allah katında bir değerse onun derecesini kimse düşüremez. Ama ortaya çıkma için kendisi varlık olarak kabul edilsin diye onları hayat sahnesinden silip atmak isteyen ve onların yerine geçmek isteyen, bir takım ukala tiplerin daha çok arandığı ve boy gösterdiği müesseselerden bahsediyoruz, bir kısım televizyonlar ifadesi ile böylece hepsini itham etmiş olmayalım, haksızlık da etmiş olmayalım. Güzel hocalarımız da var. Bu tip kanallara aklı başında olan, sorumluluk duygusu taşıyan, bunların reyting arzusuna ben alet olmam diyen hoca efendiler bu kanallara çıkmaz, göremezsiniz.

Yusuf Kardavi’yi bazı ülkelerin terörist listesine almasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu son dönemde batılıların ve batılılara uşaklığı benimsemiş olan bazı ülkelerin yapmış olduğu bir anti-terör gibi gözükse de asıl terör hareketidir. Yusuf Karadavi gibi  evvela o hangi alanlarda bir hoca efendidir, İslami ilimler alanında ve Kur’an-sünnet merkezli. Bunlara karşı olanlar bizatihi Kur’an’a ve sünnete karşı olanlardır ve bunlar İslam’a karşı olanlardır. Zaten görülen odur ki İslam’a hizmet eden herkim veyahut hangi grup varsa İslam’ın düşmanı kafirler onları terör listesine koyuyor.

Kendi teröristliklerini böylece perdelemek için bütün bunları yapıyorlar. Dünyada her devirde en çok kan akıtan devlet terörü olanlar onlardır. İnsanlığın en büyük düşmanlığını böylece sergileyen onlardır. Yetmiyor, her ülkede gruplar oluşturarak, önce etnik gruplar oluşturarak onları tahrik etmeye çalışıyorlar. Nasıl Osmanlı’da ecdadımızı yıkmak için ellerinde geleni yapmışlarsa onunla da yetinmediler, cetvelle İslam coğrafyasında yeni bölünmeler yapmak için oradaki etnik grupları öne çıkarma hususunda yaptıkları projelerini uygulamada en büyük engel olarak, ümmeti Muhammed’in mensuplarına ümmet şuurunu Kur’an ve sünnet ile verecek alimleri görmüşlerdir.

O alimleri bizim ülkemizde de vaktiyle değişik sebeplerle idam sehpalarına götürmenin yollarını bulmuşlardır. Bugün de bu defa daha uluslar arası küfür örgütlenmesi olarak onların küfrünü yaymada, emperyalist emellerini yaymada tek engel gördükleri Kur’an ve sünnet bilgisiyle ve şuuruyla ümmeti ayakta tutmaya çalışan Allah’ın böyle bir görev verdiği bu çok önemli şahsiyetleri hedef tahtasına koymak bütün kafirlerin öteden beri ortak olarak yürüttüğü bir üsluptur. 

Bu yazı toplam 4333 defa okunmuştur.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim