Miladi 7. asrın başlarında özgün ve özgür bir şekilde tarih sahnesine çıkan İslâmiyet ilk vahyin indiği tarihten (610) tam 100 yıl sonra (710) batıda Atlas Okyanusu’na kadar mesajını ulaştırmıştır. Bu güçlü mesajın önünde ne Doğu Roma (Bizans) ne de Sasani İmparatorlukları durabilmiştir. İslâm, batıya doğru maddeye meyletmiş, doğuya doğru ise maddeden kopmuş mahşerî ruhu özgürleştirmiş ve olması gereken yere; madde ile maneviyatın dengede olduğu asıl mevkiye yerleştirmiştir. Dolayısıyla tek bir parolayla (Allah’tan başka ilah yoktur) coğrafyaları ve kıtaları fethetmiş, nisan yağmurları gibi bolluk ve bereketiyle gönülleri diriltmiştir. Bu dirilen coğraflardan biri de 8 asır “kutlu peygamberin” kardeşleri tarafından yönetilen İberik Yarımadası yani Endülüs olacaktır.
Tarihî zamanlarda yaşanmış hadiselerin ayniyle tekerrürü mümkün olmasa bile bu hadiseler günümüzü anlama ve geleceğimizi inşa ve yolumuzu aydınlatma anlamında önemli işaret taşlarıdır. Endülüs’te 500 yıl önce Müslümanların başına gelen menfûr hadiselerin anlaşılması ve bu hadiselerin bir daha tekerrür etmemesi için hafızalarda yer edinmesini sağlamak tarihî vazifemiz olmalıdır.
Bilindiği üzere Müslümanların İberik Yarımadası’ndaki son başkentleri Gırnata’nın (Granada) işgalinden (1492) sonra yaklaşık 3 milyon Müslüman, Katolik iktidarında yaşamak zorunda kalmıştır. Gırnata’nın teslim anlaşmasında din, dil, nesil, ibadet ve can emniyetleri garanti altına alınmasına rağmen kısa bir süre sonra Katolik İspanyol iktidarın verdiği tüm sözlerden caydıkları görülmüştür. Bunun nedeni, İberik Yarımadası’nda “kan ve iman birliğini” sağlamaya yönelik yapacağı insaf dışı faaliyetler olacaktır.
Devamı: https://www.insaniyet.net/endulusten-postmodern-avrupaya-bitmeyen-dava-kan-ve-iman/
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.