• İstanbul 18 °C
  • Ankara 20 °C

Fahri Tuna ile Yaşayan İyilik Padişahları-II:Yaşayan Nasreddin Hoca; Hâf

Fahri TUNA

Söyleşi / Kadir Korkut

Fahri Abi; sizin 2014 yılında yayımlanan kitabınızın adı, ‘Yaşayan Nasreddin Hoca; Hâfız Hasan Çolak.’ Bu adı, Hasan Hocamızın hangi özelliği veya olayı üzerine verdiniz? 

 Birçok olay var. Ama özellikle ikisini duyunca, - biri ‘Namazınız olmadı,’ diğeri ‘Matüridileri namaza çağırıyormuşsunuz siz?’- ‘işte tamam, bu adam Nasreddin Hoca’ dedim ve ekledim: ‘Üstelik yaşıyor, aramızda. Şahidiz. Hayatı kitaplaşmalı. Ve yarınlara kalmalı bu anılar.’ Bir yaz boyunca oturdum, çalıştım, yazdım. 240 sayfalık kitap,  2014 Kasım ayında da Değişim Yayınları’ndan çıktı, evet.

Öyle mi? Ne güzel. İkisini de dinleyebilir miyiz? ‘Namazınız Olmadı Vakası’ neymiş efendim?                                                                                                                                                                  Hâfız Hasan Çolak, 36,5 sene Adapazarı Orhan Camii’nde müezzinlik yaptı. Memur kadrosu olarak, kadrolu müezzin yani. Kadrolu müezzin olarak görev yaptığı, daha emekli olmadığı günlerin birinde, bir kış günü, bunlar iki arkadaş, Mali Müşavir Abidin Birinci ile birlikte Taraklı’dan Adapazarı’na dönüyorlar. Birinci’nin arabasıyla. Bilenler bilir, Taraklı - Geyve ortalarında, yolun üzerinde Soğuksu Köyü vardır. Akşam ezanı da ha okundu ha okunacak, hocanın eli kulağında. ‘Hazır abdestimiz de var, akşam namazını burada cemaatle eda edelim’ deyip iniyorlar arabadan. Malum, cami zaten yolun kenarında.

Ezan da okunmak üzere herhalde?                                      

O sırada köyün imamı ‘Allahüekber, Alahüekber’ akşam ezanını okuyor. Köy ahalisinden, benim gibi altmış - yetmiş yaşlarında, on - on beş öksürüklü ihtiyar da geliyor camiye. O sırada köyün imamı, bizim Hâfız Hasan Çolak’ı fark ediyor. Tanımıyor ama bu işlerden anladığı belli diye, cübbeyi sarığı bizimkinin eline tutuşturup kametliyor imam efendi. Bizim kadrolu müezzin Hasan Çolak imam oluyor, köyün imamı da müezzin. On beş kadar da cemaat. Akşamı eda ediyorlar. Farzdı sünnetti tespihti duaydı derken, Fatiha… Tam cemaat çıkmak üzere. Bizim Hâfız Hasan Çolak, ‘Cemaat, namazınız olmadı, lütfen iade edin, yeniden kılın’ diyor. Herkes şaşkın vaziyette. Allah Allah, ne oldu acaba? Namazı kıldıranın abdesti mi yoktu… Herkeste farklı farklı düşünceler. Birinin aklına soru sormak geliyor: ‘Neden omadı bizim namazla bakiim?’ Müezzin Hasan Çolak soruyor bu sefer: “Siz farza nasıl niyet ettiniz? Uydum imama demediniz mi?” Cemaatten hep bir ağızdan cevap: ‘Dedikkk’ Hâfız Hasan Çolak turnayı gözünden vuruyor: “Ben imam değilim, kadrolu müezzinim. Namazlarınız olmadı yeniden kılın!” Şakayı anlamayan yedi - sekiz kişi yeniden namaz kılmaya kalkışıyor ki, zor durduruyorlar. İşte böyle büyük bir nükte ustasıdır Hasan Çolak Abim.

939f4dba-52fb-461c-9c21-1cc557e23b62.jpg

Fahri Abi, bizler Ehli Sünnet olarak amelde Hanefi, itikatta ise Matüridiyiz. Bizim bölgemizin hemen hepsi böyle değil mi?                                                                                                                                    

Evet, Kadir. Tam da öyle. Anadolu’nun yarısı, batısı, Trakya ve Balkan Müslümanları olarak, itikatta İmam Muhammed Matüridi’nin mezhebine, amelde ise İmamıazam Ebu Hanife’nin mezhebine bağlıyız. Güzel söyledin. Âh ki âh. Kim bilip kim merak ediyor, bu büyük iki imamı, harika inanç ve amel umdelerini.

Peki, Hasan Hoca’nın bu Matüridi Vakası nedir?                         

 Diyanet genel merkezinden, Ankara’dan, iki murakıp geliyor, Sakarya’daki bütün camileri ve din görevlilerini denetlemeye. Bir iki ay sürüyor bu iş. Olağan görev. Her il, denetleniyor böyle. Oradan bir yönetici diyor ki, ‘Adapazarı’na gidince Orhan Camii Müezzini Hâfız Hasan Çolak’ı bulun, selâmımı da söyleyin. Görev yaparken o size yardımcı olur, hem hoş vakit geçirirsiniz, hem iş yaparsınız.’ Aynen böyle oluyor. Murakıplar mutlu, bizimkiler mutlu. Üç - beş gün böyle geçiyor. Hasan Hâfız da malum Taraklılı. Yalaza üstadı. Murakıplar diyorlar ki bizimkine, ‘Hasan Hoca’m, öyle bir yalaza yap ki, ilk defa olsun, içinde biz de olalım, Ankara’ya dönünce de hep anlatalım’, ‘olur’ diyor bizimkisi. Ve onlara senaryoyu yazıp veriyor, şöyle sorun böyle sorun diye.

Nerede geçiyor olay?                                                                                                                             Bildiğim kadarıyla Adapazarı Orta Camii’nde. On beş - yirmi sene kadar önce. Hasan Hâfız’ın yazdığı tiyatro (orta oyunu mu desek, yalaza mı desek) sahneye konuyor. Murakıp, müezzini çağırıyor, caminin içinde: ‘Hakkında Müftülüğe şikâyet var, savunmanı yap bakalım?’ ‘Efendim, ne şikâyeti varmış hakkımda?’ ‘Sen Matüridileri, camiye namaza çağırıyormuşsun, hem de günde beş defa?’ Müezzin şoke olmuş vaziyette, bir yandan tir tir titriyor bir yandan korku içinde cevap veriyor: ‘Vallahi de billahi de iftira efendim. Ben hiç öyle bir şey yapar mıyım? Şart olsun ki çağırmadım, çağırmam. Ben kanunsuz bir şey yapmadım, yapmam hiç.’ Birkaç dakika sonrası. Hasan Hoca’nın yazdığı diğer senaryo yürürlüğe konuyor. Diğer murakıp, imamı çağırıyor yanına, bu kez de: ‘Sizin hakkınızda da şikâyet var, imam efendi!’ Korkarak sokuluyor yanlarına caminin imamı: ‘İddiaya göre sen de istibra, istinca yapıyormuşsun, ne cevap vereceksin? Haydi, savunmanı yaz bakalım?’ İmam da müezzininden geri kalır mı hiç: ‘Tamamen kuru iftira efendim. Bende öyle, yanlış bir şey yapacak göz var mı? Bu iddiayı kabul edemem. Katiyen yapmadım, yapmıyorum.” Kahkahaları koyuveriyorlar tabii ki, murakıplar. Ağlanacak hâlimize gülüyoruz biz de. (Malum istinca, istibra, tuvalet sonrası, abdeste başlamadan önce yapılmasında fayda görülen, imam ve müezzinlerin mutlaka yapması gerektiği söylenen, birkaç küçük temizlik işlemi.)

75c1d9cd-9af4-43ba-bef2-018fc107044a.jpg

Siz, Hâfız Hasan Çolak’ı ilk ne zaman ve nasıl tanıdınız?                                                                                                                                   

  O Taraklılı ben Kaynarcalı. On üç yaş büyük benden. İkimiz de 1974’de gelmişiz, ilçeden, şehir merkezi Adapazarı’na. O Orhan Camii’ne müezzin, ben İmam-Hatip’e parasız yatılı okumaya. Onu ilk ne zaman fark ettiğimi, hatırlamıyorum. Ama gür sesiyle okuduğu ezanları, elli senedir iyi hatırlıyorum. Bana göre Hasan Çolak’ın ezan veya salaları, ‘Adapazarı’nın on büyük markası’ndan birisidir. Hasan Hoca’dan, aklımda kalan en eski izleri takip ettiğimde, sanıyorum 1997 veya 98 olmalı, en az yirmi beş sene önce, Orhan Camii’nde, bir ikindi namazı sonrası, Türkiye’nin en büyük ve en ulu, kurra hâfızlarından, onun gibi Taraklılı, Süleymaniye Camii eski başimamı hattat Saim Özel’e (sonra yakın dostum oldu o da, hep Saim Amca derdim, çok yakın dost olduk) okuttuğu aşere-i takriptir. Muhteşemdi. Mükemmeldi. Unutulmazdı. Bir de ben 1996 Haziranından itibaren Belediye Kültür Müdürü olarak görev yaptım. Sekiz sene kültür müdürü, 2004 yazından itibaren de beş sene Büyükşehir Belediyesi Kültür Dairesi Başkanı. Zaman zaman Türk Tasavvuf Musikisi ve Türk Sanat Musikisi konserleri düzenliyorduk. Hasan Hoca’m, hemen hepsinin başmüdavimiydi, hiç kaçırmazdı. Öyle de yakınlaştık. Sonra ikimi de Taraklı sevdalısıyız, yalaza sevdalısıyız. 2000’de itibaren çok yakın olduk. Çok seyahatlerimiz, çok radyo ve televizyon programlarımız oldu, birlikte. İlk eşi Cemile Yengem, öz ablamız gibi oldu zamanla. Nur yüzlü, cennet yüzlü bir mü’mineydi rahmetli. Her bayram eşimle kaynanamla baldızlarımla gider olduk onlara. Evimizin imamı oldu zamanla Hâfız Hasan Çolak da. Oğlum Ahmet Arif ile gelinim Dilek’in, bir sene sonra da kızım Ayşenur Gülsüm ile damadım İsa İlkay’ın nikâhlarını o kıydı. Aramızda geçen şakaları, yaşadıklarımızı bir kitap almaz, kaleme alsam üç beş kitap olur.

Nerelere gittiniz gördünüz birlikte Hâfız Hasan Çolak ile mesela?                                                                                                                                    

Hangi birini saysam ki… Mardin’e, Diyarbakır’a, Hasankeyf’e, mesela. Defalarca İstanbul’a, defalarca Edirne’ye. Burgaz’a, Şumnu’ya, Tırnova’ya, Etır’a, Kırcaali’ye, Filibe’ye, Sofya’ya, Üsküp’e, Gostivar’a, Priştina’ya, Prizren’e, Mamuşa’ya… Ohri’ye, Resne’ye, Manastır’a. Kınalı Köyü’ne, Vodina’ya, Selanik’e, Kavala’ya, Gümülcine’ye. Birçok radyoda, birçok belgeselde, birçok oturumda onu konuşturdum. Başta İstanbul Cağaloğlu olmak üzere, Ankara’da, Mardin’de, Edirne’de ona özel söyleşiler düzenledim. Altıotuzbeş Osman dediği Osman Abiye (Aydın’a) ‘yurtiçi menajerim’, bana da ‘yurtdışı menajerim’ diye takılır.

Yüzlerce güzel ve nükteli anı yaşamış olmalısınız. Bunlardan birini istirham etsek?                                                                                                                                     

Edirne Valisi Hasan Duruer’in Balkan danışmanıyım. Balkanlarda maalesef Vahhabilik, mezhepsizlik, Suudi taklitçiliği hızla yayılıyor. Sene 2013. Ramazan. Hasan Valinin onayı ve desteği ile bir ekip kurdum. Hâfız Hasan Çolak, Hâfız Suat Tekeoğlu (ki, Nuruosmaniye hâfızıdır, şahane Kur’an okur, şu anda Adapazarı’nın tartışmasız en iyisidir), şair, bestekâr, Doktor Abdullah Uysal, ben. Trakya Üniversitesi öğretim üyelerinden, yakın dostum Dr. Rifat Gürgendereli’yi de alıp, Edirne’den yola çıktık. On gün süreyle, her akşam bir Balkan şehrinde Enderun Teravihi kıldırttık. Malum, Enderun Teravihi, 250 sene kadar önce büyük bestekârımız Itri’nin başlattığı, her dört rekâtta bir, farklı makamdan ilahilerin okunduğu enfes bir teravihtir. Bir yandan Balkan Müslümanlarının kulaklarında bir İstanbul sadası bıraktık, Türkiye’yi, kadim medeniyetimizi ve kültürümüzü daha bir sevdirttik, diğer yandan tadına doyulmaz anılar biriktirdik. Beşinci akşamdı, Üsküp’ün tam merkezinde, Murat Paşa Camii’ndeyiz. Yollar, uykusuzluk, iyi beslenememe, yorgunluk. Benim tansiyonum düştü. Yatsının farzını kıldık, tam teravih başlayacak, benim gözler karardı. Ekipten birine ‘ben otele dinlenmeye geçiyorum’ dedim. Suat Hoca imam, Hasan Hoca ile Dr. Abdullah nöbetleşe müezzinler. Üsküp Cemaatini coşturmuşlar, bir güzel. Teravih sorası bakıyorlar, ortalıkta Fahri Tuna yok. Nerede? Tansiyonu düşmüş, otelde. Hasan Çolak bu, kaçırır mı fırsatı: ‘Haydi kalkın, bizim Fahri, sokakta tansiyonunu düşürmüş, aramaya gidiyoruz!’ Yarım saat süreyle, Üsküp sokaklarında millete ‘Fahri Tuna’nın düşen tansiyonu’nu aratmış… Ağlar mısın güler misin. Hasan Hoca bu. Yakışır ona. Yakıştı da.     

Bir de kızıyla damadıyla otuz yıldır dargınmış, evine sokmuyormuş diye duyduk Hasan Hoca’yı?                                                                                                                                                           Çok doğru duymuşsun. Ayniyle vaki. Ben de şahidim yakın dostu olarak. Tanıdığımdan beri eve sokmadı. Konuşmuyor da. Rahmetli Cemile Yengemiz, kızına damadına torunlarına dargın ve hasret gitti kadıncağız. İnat adam Hasan Çolak. Çok inattır. Hasan Çolak Manav’dır. Yani Sakarya’nın yerlisi, özbeöz Türk. Ben de öyle. Meşhur bir Adapazarı atasözü vardır, ‘Abazalar attan, Manavlar inattan ölmüş’ diye. Kimler girmedi ki araya. Valiler, diyanet işleri başkanları, rektörler, dekanlar…  Barışmıyor adam yahu. Yakın dostlarından Prof. Dr. Suat Cebeci, ‘üç yüz kişilik barış yemeği vereceğim, masraflar benden, yeter ki barış’ dedi, bizimkisi gene barışmadı. Tek dediği şu: ‘Vallahi de billahi de, ikisini de eve sokmam. İşin aslını bilseniz siz de teklif etmezsiniz.’ Nuh diyor, peygamber demiyor. Barıştıramıyoruz. Ne yapacağız bilmem Kadirciğim? Bu kadar güzel kalpli, neşeli, nüktedan adam, konu kızına damadına gelince birden değişiveriyor. Bambaşka, asi, inat, sevimsiz birine dönüşüyor, maalesef.

 

Nasıl çözülecek bu konu, Fahri Abi?                                                               

 Kısmen çözüldü aslında. Yurtiçi menajeri Osman Aydın, otuz - kırk kişilik nezih bir toplulukta, yine gündemde Hasan Hoca’nın kızıyla damadıyla dargınlığı… herkes üzüntülü... sırrını faş etmiş: ‘Geçen gün, bizim Çaybaşıyeniköy’den minibüsle Adapazarı’na gidiyordum. E-5’e çıktık. Pekşenler’e gelince trafik polisleri bizi durdurdular. Şoföre ehliyet ruhsat evrak sordu, polis. Aldı, inceledi, ceza yazdı. Arabadan komiser ‘beş puan da ehliyetinden düş’ diye bağırdı. Bizim minibüsün şoförü, ‘hayır ehliyetimden puan düşürttürmem’ diye tutturunca poliste komiser de telaşlandılar, ‘acaba bu şoförün arkasında milletvekili mi var bakan mı var?’ diye. ‘Niye düşürttürmüyorsun?’ diye sordular, şoför de ‘ehliyetim yok ki’ diye cevap verdi. Komiser de poliste kahkahayla gülmeye başladılar. Hasan Çolak Hoca’mın da kızı damadı yok ki, nasıl barışsın!..’ İşin aslı bu Kadir kardeşim. Hasan Çolak’ın, hakikatte Rıdvan ve Yunus diye iki oğlu var. Ki, ikisini de çok severim. Kızı yok ki. Olmayan kızı damadıyla otuz yıldır milleti meşgul ediyor. İşin aslını öğrenen de kahkahaları koyuveriyor. Böyle büyük bir usta, kendi tabiriyle ‘Marmara Bölgesi Yalaza Başkanı’dır Hâfız Hasan Çolak. Tam da yaşayan Nasreddin Hoca’mız o bizim. Öyle değil mi? Ne dersin? (Bu arada minik bir not: Hasan Hoca’mız, ilk eşi cennetmekân Cemile Yengemizin vefatından bir süre sonra, aslen Kastamonululu olup İstanbul’da ikamet eden bir hanımefendiyle evlendi. O da Cemile Yengemiz gibi, çok iyi bir insan. Hocamızın sağlığıyla da çok ilgili, sağ olsun. Bu yengemizden Hasan Hocamızın dört kızı dörtte damadı var. Ben de takılıyorum şimdi ona, senelerce olmayan damadın üzerinden milletle dalga geçtin. Allah’ın tokadı yok; ahir ömründe sana dört tane birden damat verdi. Şimdi ne yapacaksın bakalım, diye.)

Musiki ile de arası iyi galiba Hasan Hoca’mızın?    

İyi ne demek. Pekiyi. İki üç günde bir araşırız. Dün akşam aradı meselâ, yine şarkı ile başladı. Duruma göre mutlaka bir şarkı ile başlar söze. Büyük bir Türk Sanat Musikisi icracısıdır. Müthiş bir kulağı vardır onun. Okuma yazması yoktur Hasan Hoca’nın. Bir gün okula gitmişliği de yoktur yani. İlkokulu, ortaokulu, liseyi, hep dışarıdan bitirip diploma almış. Ama müthiş icracıdır. 2000’in üzerinde bestesi olan çağımızın büyük bestekârı Kandıralı Âmir Ateş ile çok yakın dosttur. Ondan aldığı icazetle, onun bestelerini okumaktadır, senelerdir. Âmir Abi’nin bestelerinden Ben Seni Unutmak İçin Sevmedim, Eylül Akşamları, Bir Kızıl Goncaya Benzer Dudağın, Ben Seni Unutmak İstemedim ki’yi neredeyse her mecliste büyük bir zevkle seslendirir. Bun bile bizler de mutlaka isteriz zaten. Bir gün yine beni aradı, İstanbul’a cenazeye gidiyor muyuz? Diye sordu. Hayrola, kim ölmüş? Dedim. Meslektaşım, dedi. Aldı beni bir düşünce: Hemşerimiz Fevzi Mısır desek, vefat edeli bayağı oldu. Çanakkaleli de öyle. Kâni Karaca sağ mı öldü mü, bilmiyorum. Bunun ölen meslektaşı kim acaba? Hem ben onun meslektaşlarını tanımıyorum ki? Bir tek Âmir Abi dostum, o vefat etmiş olsa, haberim olur zaten. Dayanamadım, sordum: Hangi meslektaşın abi? Cevabı müthiş: Müzeyyen Senar. Ben kahkahaları patlamış vaziyette yakaladım kendimi. Anlattı, sahiden de tanışıyorlarmış, Müzeyyen Senar’la. Bu arada Yahya Kemâl’in güftesi, Münir Nurettin Selçuk’un bestesi, bana göre Türk Sanat Musikisinin en şahane eseri olan Dönülmez Akşamın Ufkundayım, Vakit Çok Geç‘i Hasan Çolak kadar güzel seslendiren çok az sanatçı gördüm. Yüz sanatçının doksan yedisinden daha iyi okuyor, o eseri, Hasan Hoca’m. Samimiyim. 

Bunların hepsi güzle tespitler elbette. Hasan Çolak’ın hayatını kitaplaştırmanızın asıl sebebi ne Fahri Abi? Asıl nedeni merak ediyorum ben?                                                                                                                                                        İşin aslı şu, Kadir: Bizim toplumuzda din ve Allah, korkulan bir şey. Allah şöyle yapar, böyle yakacak, şunu yapmazsan cehennemde şu kadar yanacaksın bak. Allah ve din, adeta öcü. Korku dinine dönüştürülmüş İslâm. Korku ve terör dini. Halbuki biz ‘kolaylaştırın zorlaştırmayın, müjdeleyin korkutmayın’ buyuran bir medeniyetin evlatlarıyız. İşte Hâfız Hasan Çolak, altmış dört yıllık hayatımda, İslâm’ı tebessümle, nükteyle, neşelendirerek, sevdirerek anlatan, yaşayan ve yaşatan bir insan. Bir büyüğümüz. Gerçek bir iyilik, gerçek bir neş’e, gerçek bir tebessüm padişahı. Hüzünlü kalpleri neşelendiren bir güzel ağabey. Kitabını yazma sebebim bu, benim. İslâm estetik dini, neş’e dini, şiir dini, aslında. Bu dünyayı iyilik ve güzellik kurtaracak. Buna inanıyorum ben. Hasan Çolak da dünyamızdaki bu iyi ve güzel, örnek alınacak insanlardan biri. Ona sağlıklı huzurlu neşeli bir ömür diliyorum. Yengemizle beraber. İki oğlu, dört damadıyla beraber.  

27 Kasım 2023,                                                                                                                                                    Keçiören / Ankara

91a0cd52-c5c0-41dd-a2e0-ebfa323f95f8.jpg

Bu yazı toplam 170 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim