• İstanbul 15 °C
  • Ankara 12 °C
  • İzmir 17 °C
  • Konya 12 °C
  • Sakarya 13 °C
  • Şanlıurfa 18 °C
  • Trabzon 16 °C
  • Gaziantep 16 °C
  • Bolu 6 °C
  • Bursa 14 °C

Fahri Tuna'dan: Şükürsüz bir İlahiyatçı; Şükrü Sevinç

Fahri TUNA

Benim Kahramanlarım-10/ Fahri TunaŞükürsüz bir İlahiyatçı;Şükrü Sevinç

Bin dokuz yüz yetmiş sekiz eylülü. O zamanki adıyla İstanbul İslâm Enstitüsü’ne, şimdiki adıyla Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne yüz seksen kişi alınacak ön kayıtla. ÖSS’de o sene taban puan üç yüz. Enstitüye üç yüz otuz ve üzeri puan alanlar mülakat sınavı için başvurabiliyor. İki bin sekiz yüz kişi müracaat etmiş. Neredeyse sınava giren her on beş kişiden birisi başlayabilecek üniversiteye. Beş kişiden oluşan sınav heyeti her adayı tek tek içeriye alıyor, Kur’an’dan üç dört ayet okutuyor, Arapçadan bir şeyler soruyor.  Doğal olarak hafızlar kazanıyor sınavı. Kıraatı zayıfça, Arapçası şöyle böyle biri giriyor içeriye. Ona da okutuyorlar elbette. Yetersiz raporu yazmak üzereler. Heyetten biri soruyor: ‘Oğlum, durumunun zayıflığına rağmen niye geldin sen sınava. Ne yapmak istiyorsun?’ Uzunca boylu, kumral, mahcup delikanlı cevap veriyor: ‘Okumam lâzım benim!’ Heyetten bir başkası soruyor: ‘Peki ÖSS puanın kaç senin?’ Söylüyor delikanlı. Başvuru taban puanından yüz puan kadar yüksek olduğu fark ediliyor. Şimdilerde ülkenin en büyük ve en derin fıkıhçısı olarak kabul edilen, heyetin başkanı Hayrettin Karaman söze giriyor: ‘Çok molla aldık arkadaşlarım, bir tane de kafası çalışan alalım bakalım!’ Heyet Karaman Hoca’yı kırmayıp kumral delikanlının girişini onaylıyor.

Bu mahcup delikanlının adı Şükrü Sevinç’tir.

İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği büyük ekonomik krizin etkisiyle Ordu Korgan’dan – o günlerde Karasu’ya, şimdi Ferizli’ye bağlı- Sinanoğlu’na 1954’te göçmek zorunda kalan Kurualioğulları Ailesi’nden çiftçi-ramazan hocası Durmuş Sevinç’in üçü kız, Ayşe Güler Hatice, biri erkek dört çocuğunun ikincisidir.     

Babaanne Sakine Hanım ‘Bu evlat bize Mevla’mızın armağanıdır; şükürler olsun! Adını Şükrü koyalım?’ der, çalıştığı taşocağından ancak on birinci gün gelebilen baba Durmuş Sevinç, oğlunun kulağına okuduğu ezanın ardından seslenir: ‘Senin adın Şükrü olsun; çok şükredersin Yaradan’a inşallah!..’

İlkokulu köyünde okur küçük Şükrü. Ortaokulu da. O zamanlar, şimdiki Anadolu Lisesi sınavlarına benzer bir sınav vardır. Sakarya ilindeki on binlerce öğrenci gibi genç Şükrü de o sınava girecek, o sene Adapazarı İmam-Hatip Lisesi’ni parasız yatılı kazanan, Fahri Tuna, Sabahattin İmir, Özcan Balçık, Halil Ayvaz, Mahmut Efe, Hüseyin Karakaya gibi seçilmiş on Sakaryalıdan biri de Şükrü Sevinç olacaktır.

Bin dokuz yüz yetmiş beş senesi yazıdır;  Durmuş Hoca Hakk’ın rahmetine kavuşacak, on beş yaşındaki Şükrü’nün cılız omuzlarına sadece kendisinin değil, anacığı ile üç kız kardeşinin yükü de binecektir.  

Dört yıl bin bir zorlukla, bin bir de güzel hâtırayla geçer. Şükrü mali zorluklar yüzünden okulun fotoğrafçısıdır bu süreçte; dört yıl boyunca herkesin birçok güzel okul fotoğrafı olacaktır ama çeken hep Şükrü olduğundan hiçbirinde Şükrü olamayacaktır. Her zorluğa rağmen o çalışkan ve başarılı bir öğrencidir, pek uyumlu bir öğrenci olmasa da.

Liseyi bitirmeye yakın günlerde, köyünden, kendisi gibi Ordulu bir güzel kıza, Gülizar’ına gönlünü kaptırır, okul diplomasını almadan evlilik diplomasına kavuşur on sekiz yaşını henüz bitirmemiş, bıyıkları daha yeni yeni terlemiş Şükrü.

Sonra İstanbul yılları… fakülteyi nasıl kazandığını yazının girişinde anlatmıştık. Farklı bir öğrencidir Şükrü; birçok molla camiden çıkmazken, o İstiklâl Caddesi’ndeki Sen Antuvan Katolik Kilisesi ve Ortaköy’deki  Etz Hayim Sinagogu’nun müdavimlerindendir. ‘Ben bir teolog olacağım; her dini yerinde ve iyi öğrenmeliyim’ der. Otuz beş sene sonra gülümseyerek hatırlar, Sen Antuvan Papazı’na günah çıkartmaya girdiğini, papazın para istemesi üzerine günah çıkartamadığı günleri… Tabii yakın arkadaşı Fahri Tuna’nın diline de düşer: ‘Bizim Şükürsüz Şükrü’nün şükürsüzlüğü Sen Antuvan papazıyla yakın teşrik-i mesai günlerinde başladı…’ İstanbul’da geçen dört yılda Tercüman Gazetesi’nde başta Ahmet kabaklı olmak üzere, birçok ustayla çalışma imkânı bulur; İlahiyat kadar hayatı da zorlukları da güzellikleri de birlikte iç içe yan yana tahsil edecektir Şükrü Hoca.

Sonra Trabzon Araklı (iki yıl), Hendek Soğuksu’da Ortaokul Müdürlüğü (on bir yıl), Limandere (beş yıl) ve  Ferizli’de (on yıl) ortaokullarda öğretmenlik ve liselerde (beş yıl) müdürlük. İnişler çıkışlar; gelişler gidişler; yükselişler düşüşler. Otuz üç yılın sonunda geldiği nokta: Gölkent Ortaokulu Müdürlüğü.

O hiçbir zaman klasik bir İlahiyatçı olmamış, olamamıştır; olamayacaktır da. Muhakeme ve mukayese uzmanıdır; birçok içinden çıkılmaz gibi görünen sorunlara dinî çıkış yolları önerir, çözümler bulur; pratiktir, aklîdir, gerçekçidir; çağdaştır, çağsıldır, çağdıldır. Mecelle’deki ezmanın tagayyürü ile ahkamın tagayyürü inkâr edilemezyani zamanların değişmesiyle hükümlerin değişmesi inkar olunamaz hükmünü iyi bilir iyi anlar iyi uygular.

Derse girdiği her sınıfta sevilmiş, dini imanı İslâm’ı sevdirmiştir. Müdürlüğünü üstlendiği her okul, ki içlerinde sıradan bir ilçenin sıradan bir meslek lisesi de vardır, çok değil, bir iki sene sonra kategorisinde il düzeyindeki en iyi okullardan birisi olmuştur. Yazarlar çizerlerle buluşturur gençleri; ufuk vizyon kazanmalarına gayret eder, imza günleri söyleşiler düzenler, kişisel gelişim uzmanları getirir okuluna. Öğrenci-veli-öğretmen işbirliğinde örnek alınacak ilişkiler kazandırır okuluna. Üniversite kazanma ihtimali olan öğrencileri tek tek belirler, ailelerini çağırır, onları hazırlık kurslarına göndertir, imkanı olmayanlara çözümler bulur, dersleriyle ayrı ayrı ilgilenir. Ve sonuç: Kenar bir ilçenin kenar bir okulunda bile, yıl sonunda bir önceki yıla oranla dört yıllık üniversite kazanan sayısı yüzde yüz katlanmıştır.

O sever, sevdirir, sevilir.

Lider yaradılışlıdır, karizmatiktir, beceriklidir; durumu iyi analiz edip çözümler geliştiren yöneticidir.

Bir doksanlık boy, yüz yirmi beş kiloluk çam yarması görünümünün aksine merhametli, nazik, naif adamdır. Kırk kilo fazlası, tarama özrü, sık sık açım aç diye haykıran midesi dışında kendinden şikayeti yoktur.

Arkadaş canlısıdır, fedakârdır, cömerttir.

Arar sorar, gelir gider, sever sevilir.

Takım elbiseye, kravata, marka otomobile düşkünlüğü makam, mevki ve güçten hoşlandığına verilmelidir; o yüzden de geliş gidişlerinde, iniş çıkışlarında huzursuzdur, sabırsızdır, sitemkârdır. Fahri Tuna diliyle şükürsüzdür. İlahiyatçılığını yüzünden okuyamazsınız; artık nasıl gizlemeyi başarıyorsa…

O bizim ufuk sahibi ilahiyatçımız, başarılı yöneticimiz, arkadaş canlısı kardeşimizdir.

O benim kahramanlarımdandır.

O benim şükürsüz ilahiyatçımdır.

Şükürsüz Şükrü’mdür.

Hayrettin Karaman’ın gözlem ve özlemi tahakkuk etmiştir; ondan iyi İlahiyatçı, akıllı bir teolog olmuştur.

Babası Durmuş Hoca’nın dualarının kabul olduğu, çok şükredeceği günler de yakındır inşallah.

Dualarımız onunladır.

Sabırsızlıkla bekliyoruz. 

Bu yazı toplam 1385 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim