Mesele edindiği şeylere ilişkin mütevazı haliyle cümleler kuruyor, etrafındakilerin izahlarını da sakince ve onlara büyük önem verdiğini gösterir bir tavırla dinliyordu. Konuşmasının dikte edici bir tavrı yoktu. Onunki yeterince bildiğini düşünen birisinin bildiklerini vaaz etme halinden ziyade, bir davetti. Hep beraber bilmeye, tefekkür etmeye, ziyadeleşmeye bir davetti. O nedenle etrafındakilere sürekli soruları soruyor, onları konuşturmaya çalışıyordu.
Kendisine aşinalığım yoktu. Yalnızca ismini biliyor ama değerini bilmiyordum. Değerden kastım elbette ki hem şahsının ihtiva ettiği değer hem de esasında yaptığı ve söylediği şeylerin değeriydi. Duruşunun ehemmiyetinden, dert ettiği şeylerin, sözünün ve bunların muhteviyatının ehemmiyetinden ileri geliyordu bahsettiğim değer.
Sonrasında o bir saatin tetiklediği merak ile yazılarına bakmaya, kendisi ile ilgili daha başka şeyler de okumaya çalışmıştım. Ama ne ki, bu çabamın kayda değer bir çaba olmadığını, muhatap olduğum kişinin kameti ve kıratı ile mütenasip bir keyfiyet arz etmediğini bir kusurun itirafı olarak dile getirmeliyim. Bu nedenle böyle bir yazıyı kaleme alabilecek, hele de onun mirası şeklinde bir başlıkla mevzuya girebilecek en son kişi olduğum açıktır. Bununla birlikte bir eserinin öğrencilerle birlikte yaptığımız okumaları sırasında ve sonrasında bende bıraktığı etki ve izden ve dahi öğrencilerde yaptığı tebeddül ve hâsıl ettiği duygulardan hareketle onun mirasına ilişkin bir kelam edebileceğimi düşünmekteyim.
Haddi zatında bir mütefekkirin bir ya da birden fazla eseri hakkında ve bu minvalde onun düşünce dünyası hakkında serdi kelam edebilmek için illa ki onu şahsen tanımak gerekmez. Belki bir saatlik bir tanışıklık bir an-ı seyyale hükmünce pek çok saatlik tanışıklıklara kâfi gelebilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.