Derken jetler uçmaya başladı. O yıllarda köy henüz bu kadar turistik bir çehreye sahip değil. Yazın köye gelenlerin sayısı artıyor artmasına ama kışın okulun kapanacağı bir sessizliğe bürünmüyordu. Taşımalı eğitim diye bir tabir henüz yoktu.
Gökyüzünde uçan her alete köyde el sallayarak mukabelede bulunmak adeti vardır.
Köyün ihtiyarlarından biri, bu sene erken başlamışlar uçmaya dedi. Yok dedi yanında yürümekte olan. Bunlar onlar değil.
Bu konuşmayı duyan herkes anladı herhalde. Ben hiçbir şey anlamadım. Ne demek ki bunlar onlar değil?
Derken Ayten Alpman'ın sesi doldurdu çeşme başını. "Bir başkadır benim memleketim"
Alamancıların elde teyip köyün sokaklarında gezinmesine aşina olan gözümüz, kulağımız "aranjmana" yadırgama üzerinden bir mesafe koydu... Ses bir Alamancı evinden değil köy odasından geliyordu çünkü.
Bunlar onlar değil dedi ihtiyar tekrar. Besbelli dedi arkadaşı.
Köyde henüz elektrik yok. Annem, iki arkadaşı ile birlikte halı dokuyor. Köye bir elektrik gelse gece boyu dokumaya devam edeceklerinin hayali ile dolup taşıyor arkadaşları. Burada bir parantez açayım. Elektrik gelmeden önce köyde halı kilim dokuyan kadın sayısı bir hayli fazla idi. On yaşına basan her kız bir çeşme başında bulaşık yıkamayı öğrenirdi bir de halı kilim tezgahında kirkit sallamayı.
Elektrik geldikten sonra belki sadece tesadüf kilim dokuyanların sayısı giderek azaldı. Televizyon ile birlikte atadan dededen bir zanaat öğrenmek neredeyse tarihe karıştı. Parantezimin genişliğinden müşteki bir şekilde ne alaka diyebilirsiniz. Alakayı uzun uzun anlatmadan pek çok zanaatın can sıkıntısı ile öğrenildiğini söyleyerek açtığım parantezi müsaadenizle kapatayım.
Köye gittiğimizde mutlak bir sessizlik yaşıyorduk o yıllarda. Akşam olunca annem ortaya bir mısra atar biz ağabeyimle bu mısrayı devam ettirir unutmamak için uyuyuncaya kadar tekrar ederdik.
Sabah kalktığımızda hatırlayamadığımız kısımları annem hatırlatırdı.
Kıbrıs Barış Harekatı'dan nasıl haberimiz olmuştu?
Pekçok haberi bir hayli sonradan öğrenirken Kıbrıs Barış Harekâtı'nı aynı gün içinde duyduğumuzu hatırlıyorum.
Köyde oğlu askerde olan aileler vardı. Oğlunu, torununu askere göndermişlerin heyecanını, bekleyişini bilir misiniz? Her şeyden bir fal tutarlar. Düşümde askerimi gördüm hele hayır olsun diye başlarlar anlatmaya. Ya da pencereye konan baykuşu şimdi bu bana ne söyler hele, uğursuz, kapımda ne arar diye kovalamaya kalkarlar.
O yaz oğlu askerde olan bütün kadınları baykuşların uğursuz değil haberci olduklarına, üstelik sadece misafirin gelişini haber verdiklerine inandırdım. Nasıl inandırdığımı belki başka bir zaman anlatırım.
O yazdan aklımda kalan müthiş bir kurabiye kokusu var. Ne alaka değil mi? O yıllarda oğlu askere gidecek ailelere ev kurabiyesi yapıp götürmek âdeti vardı. Kurabiye denmezdi. Püsküt denirdi. Adana civarında püskevit denen şeyin ise bizim oralarda adı bastırma idi. Bakkala yap bana bir bastırma derdiniz. Bakkal iki bisküvinin arasına bir lokum koyarak "bastırma"nızı hazır ederdi.
Hatıraların kimyası çok garip. Bu yazının kelimeleri Başbakanımız'ın Kıbrıs'ta yapmış olduğu konuşmayı radyondan dinlerken geliyor.
Birinci Kıbrıs Barış Harekâtı ile köyde karşılaştım. Belki bir vesile ile ikinci Barış Harekâtı'nı yaşadığım İstanbul'daki mahallemizi anlatırım. Karartma gecelerini. Siyah perdelerimizi.
Neden bilmiyorum hatıralar en çok yaza yakışıyor sanki. Hatıraların gizli bahçesine ani davet ile, umarım sizleri sıkmıyorum.
22.07.2011 Yeni Şafak































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.