Kocamı ve oğlumu uyandırdım. Kahvaltılarını yapıp çıktılar. Sofrayı topladım. Salonu temizledim. Akşam yemeği için sarma yapmayı planlıyordum, asma yapraklarını kaynar suya yatırdım. Taze fasulyenin kılçıklarını temizleyip kırarken televizyondaki izdivaç programını seyrettim. Sarmayı sarıp akşama pişirmek üzere buzdolabına kaldırdım. Fasulyeyi, pembeleşen soğanın üzerine ekleyip bir süre pişmesi için bekledim. Kabuklarını soyduğum domatesleri ve yeşil biberi ilave ettim. Biraz daha zeytinyağı ekledim. Pişmeye bıraktım. Öğleden sonra biraz yorulmuştum. Odaların tozunu alıp çamaşırları makineye koydum,çalıştırdım. Nihayet akşam oldu. Kocam işten döndü. Onu güler yüzle karşıladım. Ardından oğlum geldi. Birlikte yemeğimizi yedik. Çay servisi yaptım. Onlar çaylarını içerken mutfağı toparladım, bulaşık makinesini çalıştırdım. Gece yatağa girdiğimde ayaklarım sızlıyor, belim ağrıyordu. Kocamı çok seviyordum..."
"Çocuklar her günü buna benzeyen bir günce sıradan, hiçbir ilginç tarafı olmayan bir hikayedir. Peki, roman olması için ne gerekir? Yine şöyle düşünmeyi deneyelim: Eğer bu kadın, saat 11.00 sularında kapı çaldı, açtım bir mutfak robotu pazarlamacısı. Son derece yakışıklı ve çekici bir adamdı. Ondan çok etkilendim. İçeri buyur etim. Ve bu yasak ilişkinin başlangıcı oldu diye yazarsa o zaman roman belirmeye başlar. Şeytanın müdahil olduğu bir öyküden bahsetmiş oluyoruz böylece..."
Sadık Yalsızuçanlar, anlatıcı Ali olarak; S.Hoca'nın görüşlerini şeytanın karışmadığı öykülerin de roman olabileceğini ispat etmek üzere naklediyor: "Hocanın ne demek istediğini anlıyorum. Ama Tevfik Bey'in hikâyesi, kişilerin iyiliğine ve kusursuzluğuna rağmen bir romanın sınırlarını aşacak nitelikte."
Anlatının roman olması için şeytanın karışması şart mıdır? Hayır. Ama roman bizi nefsin basamakları üzerinden, nefs ile vicdanın, nefis ile ruhun çatışmaları üzerinden bir yolculuğa çıkarır.
Özelde roman genelde de edebiyat ne anlattığınız ile alakalı değil. Anlattığınızı nasıl anlattığınız ile alakalı bir durum.
Roman söz konusu olduğunda ille mahrem, gayri ahlaki edebi aşan bir şeylerin anlatılması gerektiği, bütün romanların buradan mayalandığı gibi bir anlayışı "muhafazakar erkek romancı" öteki mahallenin kızlarını hidayete erdirerek aşmaya çalıştı. Anlattığını ne kadar çok sayfada anlatabiliyorsa aşk,macara heyacan kendisini o kadar başarılı buldu.
Önemli olan romanın kalınlığı ya da inceliği değildir. Anlattığını hangi yoğunluk üzere anlattığıdır.
Fotoğraf için nasıl ışık ve açı önemliyse edebiyat için de, kelimelerin yoğunluğu ve kalbe ve zihne batabilmesi, hayata karşı ruhun bağışıklık sistemini güçlendirmesi esastır.
Yazının başına dönecek olursak bir ev kadınının sadece fasulye ayıklarken geçirdiği yirmi dakikalık bir zaman dilimini kapsayan pek alâ gerilimi, psikolojik derinliği yüksek bir roman inşa etmek mümkündür. "pazarlamacı" bahsi kitabı bayağılaştırmak için gereklidir ancak edebi kılmak için hiç önemli değildir.
Bir ev kadınının ayşekadın fasulye ayıklarken geçirdiği zamanı esas alarak roman yazılır. Fakat bu fasulye ayıklayan kadınların fasulyemi ayıkladım hadi şimdi bir roman yazayım demesi anlamına gelmiyor.
Teknolojik konularda son derece yenilikçi, her türü yeniliği uygulamaya meraklı olan Müslümanların söz konusu edebiyat sanat olduğunda Tanzimat modernleşmesinden bir adım dahi uzaklaşmamış olduğunu görmek çok can sıkıcı bir durum.
21.11.2011 Yeni Şafak






























Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.