• İstanbul 13 °C
  • Ankara 12 °C

Genel Başkan Arıcan Tarih ve Felsefe Üzerine Değerlendirmelerde Bulundu

Genel Başkan Arıcan Tarih ve Felsefe Üzerine Değerlendirmelerde Bulundu
Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi tarafından yapılan Tarih Sohbetlerinin konuğu; Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkanı ve Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan oldu.

Afyon Kocatepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanlığı Dr. Öğretim Görevlisi Talat Koçak’ın yönetiminde gerçekleştirilen “Tarih Sohbetleri” programında Prof. Dr. Arıcan tarafından tarih ve felsefe üzerine değerlendirmelerde bulunuldu.

Tarihçilerin ve felsefecilerin uğraş alanlarının birbirine yakınlıkları ile felsefe ve tarihin kesiştiği alanları anlatan Prof. Dr. Arıcan, tarih ile felsefenin iç içe kavramlar olduğunu ifade etti. Tarih ve felsefenin disiplin bağlamında ayrışmış gibi göründüğünü dile getiren Arıcan, ancak iki kavramın da insanın var olduğu anla başladığını ve bu anlamda benzerlik gösterdiğini kaydetti.

Prof. Dr. Arıcan, “tarih, insanın dünyasında olup bitenleri, insanların değişik zamanlarda neler yaptığını ve kültür, fikir, sanat, din, siyaset gibi birçok alandaki yaptıklarını kayda alan bir disiplin. Keza felsefe de insanı konu edinen bir alan, bir anlamda hakikatin ve gerçekliğin araştırılmasının yer aldığı bir alan. Kültür, fikir, sanat ve siyaset içerisindeki insanın yapıp etmelerini düşünceye konu edindiren bir alan. Bugün tarih ve felsefeyi birlikte konuşmak çok önemli” dedi.

Covid-19 salgınının birçok mecrayı etkilediği gibi tarih ve felsefenin yorumlanmasında da değişmelere sebep olduğunun altını çizen Prof. Dr. Arıcan; şöyle konuştu:

“İnsanın 2.0’ın konuşulduğu, ilk insandan bugüne gelen o tarihsel sürecin bir başka paradigmaya geçtiği bir dönem konuşuluyor. Aslında insanın yeryüzünde var olma anından düşünce tarihi, kültürel yapıp etmeleri ve felsefi birikimleri dâhil bambaşka bir paradigmaya eviriliyor. Böyle bir dönemdeyiz. İşte burada da İnsan 2.0 ile beraber transhümanizm konuşuluyor. Bununla beraber de, belki tarih ve felsefe dediğimiz kavramların ilmi bir hüviyet kazanmasında, aslında onun belki efsanelerden, mitolojilerden ayıklanması söz konusuydu. Tarih aslında gerçekliği ve hakikati anlatan bir olguydu. Efsanelerden, kurgudan, uydurmalardan ayrılan bir şeydi. Felsefe de aslında bir anlamda insanın hakikat üzerine düşünmesiydi. Bu açıdan baktığımızda felsefe de bir hakikat yolculuğuydu, bir hakikat arayışıydı. Oysa 2016’da yılın kavramı seçilen bir kavram var; post truth dediğimiz gerçeklik ötesi kavramı. Az önce söylediğimiz İnsan 2.0 ve bu dijital mecra ile aslında insanlığın ilk başlangıç dönemine dönüldüğü bir zamanı yaşıyoruz. Yeni bir tarih yazılıyor, bambaşka bir tarih yazılıyor. Bu açıdan da tarihi ve felsefeyi bundan sonra daha çok konuşmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Tarih ve felsefeyi hakikatin iki yüzü olarak değerlendiriyorum.”

Salgın ile birlikte yeni tarih yazımı üzerine değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Arıcan, birçok tarih yazımı biçimi olduğunu belirtti. Prof. Dr. Arıcan, “Heredot’un, Aristo’nun, İbn-i Haldun’un çok çeşitli tarih teorileri vardı. Burada aslında insanlık tarihinin kırılmalarla ilerleyen, beklenmedik olaylar ile ilerleyen bir tarih olduğunu görüyoruz. Tarihin hem yazılma biçimi hem de okuma biçimi çok farklı oluyor. İnsanlığın daha önce yaşadığı salgınlar dikkate alındığında tarihin akışı bir şekilde değişiyordu. Tarih düz bir çizgide gitmiyor. Büyük savaşlarla, beklenmedik olaylarla, afetlerle birden başka bir yöne kırılmalar yaşıyor. Gelişmiş bir toplum birden geri plana itilip başka bir toplum ön plana çıkabiliyor. Ancak bu salgın; hem küreselleşmenin getirdiği, insanlığın son 100 yıldır yaşadığı ve modern tarih yazımı ile gelişen dönemin de bir uzantısı olarak tüm insanlığın çok hızlı bir şekilde sarıp sarmalandığı, buradan da başka bir tarihin yazıldığı bir döneme geçiyoruz” diye konuştu.

Yeni bir tarihin yazıldığı ve insanların bu tarihte kimi zaman özne kimi zamansa nesne konumunda olduğunu ifade eden Arıcan, konuşmasına şöyle devam etti:

“Biz şu an bu tarihin öznesi miyiz, nesnesi miyiz? Bir tarih yazılıyor ama bu kimin tarihi? Bu tarihi kim yazıyor? Evet, bizler bu sürecin içindeyiz, dijital mecralardan haberleşiyoruz. Bir zihin inşasının içindeyiz. Bir düşünce tarihi de yazılıyor. Sadece böyle bir zamana ve mekâna yayılmış bir dönüşümde değiliz. İnsanların dünya görüşleri, insanların yaşam felsefeleri, insanların kültürleri, sosyal değişimler, inançlar… Bunlar topyekûn değişiyor. Bizim yüzyıllardır getirdiğimiz bazı değerlerimiz, farkında olmayarak farklı yerlere eviriliyor olabiliyor. Bunun farkında olmayabiliriz. Bizler bu dijital mecraları kullanırken, bu salgını izlerken, belki de tarihi oluşturan aktör gibi görüyoruz kendimizi ama oysa biz bu tarihin tam anlamıyla bir nesnesiyiz. Bizim üzerimize inşa edilen bir tarih. Bu tarih önceki tarih yazımlarından çok farklı bir tarih yazımı. Bu tarih yazımı ve bu paradigma, tarihçilerin çok iyi analiz etmesi gereken bir dönem.  Çünkü salgınlarla oluşan bu tarih yazımı çok önemli. Yeni bir dünya tarihi yazılıyor diyebiliriz, yeni bir insanlık tarihi, kültür tarihi, inanç tarihi yazılıyor diyebiliriz.”

Tanrıyı kıyamete zorlamak ya da tarihin sonu tezi gibi kavramlara açıklık getiren Prof. Dr. Arıcan, şunları söyledi:

“Bu evren yaşlandı diyerek, başka bir evrende yeni bir yaşam oluşturma yani bir anlamda o tarihin sonunu tam anlamıyla infilak ettirecek bu salgın zaten bize çok ciddi anlamda bir kıyamet sahnesini hatırlattı. Acaba tarihin sonu mu geldi? Bir hafta öncesine kadar küresel ısınmanın, iklim değişikliğinin hat safhada olduğu gördük. Aslında şu anda tekrardan buzul çağı yaşanacak şekilde büyük değişimler olacağı konuşuluyor. Ama bunların tümü insan eliyle oluyor. Ve tüm bunlar belki Hegel ile zirveye ulaşan o tarih felsefesini bambaşka bir boyutta yeniden gündeme getiren bir süreç. Konuyu bu perspektiften ele almak lazım. Kıyamet senaryosu mu yaşanıyor? Bu gidişat nereye? Ama bunu şöyle de düşünmek lazım; bunun altını ısrarla çiziyorum. Aslında Tanrıyı kıyamete zorlamak ya da tarihin sonunu getirmek yenidünya düzeni diye tüm bilimsel çabaları, tüm dünya görüşleri, tüm hayat felsefeleri, tüm inançları böyle olan sistemler, anlayışlar var. Bu yeni dönem tarih yazıcılığında bu tarihi biz yazmıyoruz. Bu tarih bizim tarihimiz de değil belki. Ama bu tarih kimin tarihi? Bu tarihi kim yazıyor? İşte bu Tanrı’yı kıyamete zorlamak ya da tarihin sonu tezini savunanlar kimler? Bence biz bunları da bilmiyoruz. Bu anlamda milenyum tarikatları ya da Evanjelikler denilen bu konulara Türkiye’de daha fazla çalışmalar yapmak lazım. Ben tüm bunların bu yaşadıklarımızla ilişkili olduğunu düşünüyorum.  İnsan 2.0, transhümanizm, post truth gibi şeylerin bununla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Her tarihin bir kaynağı var. Aslında bu söylediklerimizi besleyen bir zemin, bir kaynak var. Birçoğumuza bunlar komplo olarak gelebilir ama asla değil. Bunun çok güçlü bir teolojisi var. Aslında bugün Ortadoğu’da yaşanan olaylarda bile İsrailiyat ilişkilenen, aslında İslam gibi gözüken ama olmayan birçok terör örgütü İslam’dan besleniyormuş gibi gözüken bu teoriler ve kuramlar tarafından devreye sokulan unsurlardır. Aslında birbiriyle ilişkili gibi gözüken ama çok sistemli bir yapının olduğunu söyleyebiliriz. Böylesi bir mecra var.”

Mehmet Ersoy’dan alıntılar yaparak emperyalist zihniyet ile mücadele etmenin yolunu anlatan Prof. Dr. Arıcan, şöyle konuştu:

“Mehmet Akif’in yüzyıl önce yazdığı İstiklal Marşı’nın zamanında bu coğrafyada olan bitenler aynen devam ediyor. Yani aslında Milli Mücadelemiz devam ediyor. İstiklal Marşı’nda söylediği ‘Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar, Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar, 'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?’ Aslında Akif zaten bu farkındalığı yüzyıl sonrada ortaya koyuyor.  Tüm Ortadoğu’da olup biten 1. ve 2. Dünya Savaşının olma nedenini, maneviyatını ve ruhunu kaybeden, tamamen maddiyata kapitalizme sürüklenen o emperyalist Batı Medeniyetini tek dişli canavar olarak kaldığını nitelendiriyor. Bugün tüm felaketlerin müsebbibi aslında bu emperyalist zihniyettir. Akif’in ifadesi ile ‘tek dişli kalmış canavar’ olan bu zihniyettir. Aslında salgın, virüs. Asıl aşıyı buna karşı geliştirmemiz lazım. Asıl aşı Mehmet Akif’i, Nurettin Topçu’yu, Sezai Karakoç’u, Mehmet Doğan’ı, Cemil Meriç’i okuyarak bu karşı duruşu yapmamız gerekiyor. Bu teze, antitez ve sentezi üretmemiz gerekiyor. Ortada bir tez var. Biz bu tezin tezi olmamalıyız. Antitezi olmalıyız. Batıdaki iyi gelişmelere hakkaniyetli olan gelişmelere bir sözümüz yok. Ama değerler anlamında, ahlak anlamında ve teolojiler anlamında bahsediyorum. Cemil Meriç’in dediği gibi; derdi onların bizim Batıya entegre olmamız değil, tamamen bu inançlardan sıyrılmamızdır ve bu inançlardan sıyrılsak buna bile inanmayacaklar diyor. Böyle tarihsel bir geri planı var. Bu yeni tarih yazımına yeni içinden geçtiğimiz salgın, dijitalleşme, yapay zekâlar, post truth, tranhümanizmalar bu dediklerimizin Tanrı’yı kıyamete zorlamanın, tarihin sonu tezinin medeniyetler çatışmasının yeni versiyonları olduğunu düşünüyorum.”

Gazali’nin nedensellik vurgusunu illiyet bağı ile açıklayan Prof. Dr. Arıcan, şunları kaydetti:

“Gazali nedensellik ilkesi ile her şeyi sebep sonuç ilişkisi üzerinde değil bir illiyet ile farklı bir şekilde geliştiğini söylüyor. Yani birilerinin bir hesabı var, bir şeyi diziyor ama bir şeyi unutuyor o da Allah’ın hesabı. Gazali diyor ki ‘Ateş yakar ama bazen ateşin yakmadığı da olabilir’ yani her şeyin bir şey ile meydana geldiği sebep sonuç ilişkileri vardır. Ama bu sünnetullahtır. Tabiatın bir düzeni vardır ama mucizeler dediğimiz, olağanüstülükler dediğimiz ilahi müdahalenin olduğu durumlar da vardır. Müslüman olarak Gazali bunu söylüyor. Gazali aynı zamanda önemli bir mütefekkirdir. Aynı zamanda David Hume da nedensellik ilişkileri ve mucize konusuna değiniyor. Mucizelik konusunu konuşma adına, son dönemlerde Deizmin gibi konuların konuşulduğu dönemdeler de Gazali ve David Hume’u daha fazla konuşmak lazım. Mesela Amerika süper güç, ilelebet süper güç olamayacak bir gün bir bakmışsınız yok olmuş. Bu Müslüman mütefekkirlerin tefekkürüdür. Bu aslında Kuran-i bir bakıştır. İbn-i Haldun ne diyor; her şey doğar, büyür, gelişir, yok olur diyor. Devletler de böyledir. Onun için bunları gözümüzde çok fazla büyütmemeliyiz. Bugüne bakacak olursak Gazali’nin bakışı; evet siz sebeplerle ilerleyeceksiniz gerçeğe ulaşmada bir metodik şüpheyi ortaya koyuyor. Yani her şeyi olmuş bitmiş gibi düşünmemek gerek. Ya da olmuş bitmiş değil ‘acaba’ sorusunu sorarak onun farklı bir şekilde olabileceğini, hiç olmaz dediğimiz şeyin de ihtimal dahiline alınması lazım. İşte bugün salgınla ilişkili olarak bir zorunluluğun, bir determinizmin olduğu anlayışı yıkan da bir düşünce. Sebep sonuçlarda beklenmeyen durumlarında olması durumunu ifade eder Gazali.”

Programın sonunda gençlere tavsiyelerde de bulunan Prof. Dr. Arıcan, konuşmasını şöyle tamamladı:

“Dijital mecra artık her şeyi yazıp bulduğumuz bir mecra. Hepimizin agnotolog olduğu bir dönem. Hakikat üzerine konuşamıyorsunuz. Doğru ya da yanlış her şeye erişebiliyoruz. Dolayısıyla bu dönemlerde ilk olarak kitaplara yeniden dönmemiz gerektiğini, köklerimize yeniden dönüp bağlı kalmamız gerektiğini düşünüyorum. Bir defa İbn-i Haldun’dan başlayarak, Mukaddime’den başlayarak bir okuma yapılması gerektiğini düşünüyorum. Daha öncesi olarak da Farabilerin çok iyi okunması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü eserlerinin çok önemli tarih metni olduğunu, hem tarih hem felsefenin olduğunu düşünüyorum. Yine aynı zamanda İbn-i Rüşt ve Gazali’nin de çok iyi okunması gerektiğine inanıyorum. Batıdan ise yine Aristo’dan Platon’dan başlamak üzere Descartes, Kant, Hegel, Spinoza’yı iyi okumamız gerektiği kanaatindeyim. Ülkemizde de çok önemli tarihçilerimiz var. Bunları bir Osmanlı Tarihi ya da Selçuklu Tarihi olarak görmememiz gerekiyor. Okunacak çok önemli tarihçilerimiz var. Bu yeni dijitalleşme dönemiyle ürkütücü şekilde akan bu mecrada biraz sakinleşip, göreceliliğin çok arttığı, post truthların uçuştuğu bu mecrada bence bir zemin tutturmak ve okumaları bu zemin üzerinde yapmak gerekiyor. Mesela Mehmet Akif’i sadece İstiklal Şairi olarak görmeyelim. Örneğin Sefahat isimli eserinde bu coğrafyada olup biteni, dünyada olup biteni anlattığı bir manzum eser olarak görmeliyiz, çünkü orada bir felsefe var, bir tarih var. Ya da Nurettin Topçu, batıyı çok iyi bilen ve bunları bize anlatan birisi mesela. Bizim, biraz kendimiz olmamız gerekiyor. Kendi gerçekliğimizi, kendi değerlerimiz üzerinde duruş sergileyerek yaşamamız gerekiyor. Durduğumuz zemini çok iyi ortaya koymamız gerektiği kanaatindeyim. Yoksa çok ciddi bir savrulmaya maruz kalabiliriz. Ben bu anlamda metinlerle buluşmamız gerektiğini düşünüyorum. Metinleri düz bir tarih kitabı olarak görmüyorum ben. Bunlar bize kim olduğumuzu, kişiliğimizi, tarihi değerimizi ve bundan sonra nasıl var olacaksak ve tarihin akışında nasıl yer alacaksak bunları anlatan metinlerdir.”

Bu haber toplam 604 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim