Zamanla bu çatışmalar, başlangıçta hiç de katı olmayan bu zihinsel ayrışmaları keskinleştiriyor, toplumun bütünselliğini tehdit edecek ölçüde koyulaştırıyor. Böylece ayrışma tabiri caizse kurumsallaşıyor. Bu kırılma noktasından itibaren toplumun bireylerinin aynı kelimelerden aynı şeyleri anlama ihtimali tamamen ortadan kalkıyor. Her grup kendi kelimelerini tabulaştırıyor, kelimelerden anladıklarıyla oluşturduğu anlam dizgeleriyle hayata bakar hale geliyor. Dolayısıyla kulağa aynı kelimelerle konuşuyormuş gibi gelen toplum, aslında aynı dille konuşmuş bile olmuyor. Toplumun farklı gruplardan gelen bireyleri, birbirini anlamak şöyle dursun, aynı şeyden bahsetmek imkanından bile mahrum kalmış oluyor.
Yukarıda anlatmaya çalıştığım insanlık manzarası, aynı dilin içinde yabancılaşan bireyleri ve dolayısıyla zavallılaşan bir toplumu anlatıyor. Bu toplumun bizim toplumumuz olduğu iddiasında değilim. Ancak bizim toplumumuzda da insanların birbirini anlamasını zorlaştıran koyu ya da açık bir yabancılaşma hali yaşandığı herhalde takdir edilecektir. Yukarıdaki manzaranın belki bire bir uymasa da, bizdeki yabancılaşmaya dair bazı ipuçları taşıyor olabileceği kanaatini taşıyorum. Bu kadar çok konuşup tartıştığı halde, on yıllar boyunca anlam dünyasında bir asgari müşterek, bir kesişme kümesi oluşturamamış bir toplumuz biz. Belki de fikirlerimizi tokuşturmayı her şey zannetmekle başlıyor yanlışlığımız. Üşenmeyip kelimelere geri dönsek ve karşılaştırsak kelimelerimizi birbirimizin kelimeleriyle. Bizi aynı kelimelerden aynı şeyi anlayamaz hale getiren bütün başlangıç hatalarını tespit etsek... Sonra önce kelimelerde uzlaşmanın bir yolunu bulsak... Doğru yerden sadece telaffuzda değil, anlamlarında da ortak olan kelimelerle yola çıksak...
Yapmayız bunu ama, yapsaydık eğer, birbirimizi anlayabilirdik hiç olmazsa!
19.09.2011 Yeni Şafak































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.