Üzülerek söylemeli ki meseleleri doğru biçimlerde tartışmayı pek beceremeyen bir toplumuz. Dolayısıyla tartıştığımız her konuyu öfkelerimize, kontrolsüz tepkilerimize, ön yargılarımıza kurban ediyoruz. Bu sadece gerçeğe ulaşmamızı zorlaştırmıyor, bizi toplum olarak duygularımız üzerinden yönetilebilir, yönlendirilebilir, manipule ve hatta provoke edilebilir hale getiriyor.
Hayata ve masumiyete kasteden, kan döken, can alan, acı veren terörist saldırılar karşısında buz gibi duygusuz kalınamayacağı elbette bir gerçek... Hiçbirimiz de bu acı tablolara duyarsız değiliz. Ancak aklımızın bir köşesinde bize durmadan şu soruyu soran bir ses de olmalı: "Canımı acıtarak, öfkemi kışkırtarak, nefretimi uyandırarak bana ne yapmak istiyorlar?"
Türkiye'nin yakın tarihi, devlet adına ağır hataların, affedilmez yanlışların, utanç verici hukuksuzlukların fütursuzca yapıldığı gölgelerle dolu bir tarihtir. Bugünümüzün ne kadar kangrenli meselesi varsa hepsi geçmişin bıraktığı bu tortulardan vücut bulmuştur. Meseleyi bu insani çerçevenin içinde ele almak, algımız üzerinde yapılmak istenen tahribatlara yenik düşerek akıl pusulamızı kaybetmemek durumundayız.
Şu çok berrak bir ölçüdür; kim sinir uçlarımızla oynamaya yönelmişse, bilelim ki bizi karşısında aklı ve izanı giderilmiş, duyguları sağduyusuna galebe çalmış vaziyette istiyor demektir. Duygularımıza yenilmeyelim ve acımızı yaşarken bile meselenin özünü kaybetmeme dirayetini gösterelim.
En başta dediğimiz gibi; terör temelde bir algı oluşturma faaliyetidir ve silahı da acılardır.
20.10.2011 Yeni Şafak






























Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.