Taht kavgasında yenik düşen şehzade gibi ismini bilmediğim diyarlarda geziniyorum. Kaçışım korkutmuyor beni. Ömür dediğin zaten kaçışa meyilli. Beni asıl kahreden hayal kırıklıklarım, beni terk edeceğinden korktuğum ve gönüllü esiri olduğum yalnızlığım.
Uçsuz bucaksız çöller gerekmiyormuş yalnızlık için. Bunu yaşayarak öğrendim. Şehirler de çölleşiyormuş kimi zaman yalnızlık ikliminde. Daha derinden bir dalga gibi sarsıyor bu yalnızlık. Tutunduğum tek dalım ise güz. Can simidimdir o benim, ölüm rengim, yârimin yüzüne düşen perçem, hastalıklı şairlerin ilk mısrası, solgun melodilerin tınısı, sarı yalnızlığım.
Şarkın büyük üstadı yalnızlık sözlerini benim için söyledi, güz benim için sararıp hüzünlendi. Onun için sokaktaki siluetimin bana ne ifade ettiğini bilmeden yorumlamayın dalgınlığımı.
Sarı mevsime vurgun olmak ile kendimden kaçmak arasında geçiyor hayatım. Saplanıyorum yalnızlığa, saplandıkça daha çok teferruatı gerekiyor konuşulanların. Nefes alacak bir yer bulamıyorum. Her yer çöl, şehir çöl, hayat çöl. Her yer yalnızlık şiiri, her yer kıvamına varmayan bir Sartre oluyor, hiçliğe yol alıyor duruşum. Geçmişe bakınca yabancı kalıyor gelecek; geleceğe bakınca inkârın rengini alıyor geçmiş. Sağırım, dilsizim silinmiş belleğim, lügatimdeki kelimeler sadece güz ve yalnızlık…
Çağın anlam biçicilerine ne olduğunu sormuyorum bile. Ne yalnızlıktan anlıyorlar onlar ne de eylül dâhil güzden kaçışımın sebebini kavramaya çalışıyorlar. Sevdanın şarkısına zaten baştan yabancı saydılar kendilerini. Marifet çoktan kaybolmuş sokaklarında. Merhem taşımazlar yaralarıma. Yiyorum, bitiriyorum kendimi, kayboluyor fidan boyum, tükeniyor eylülde.
Devamı: https://www.insaniyet.net/bir-yanda-guz-bir-yanda-yalnizligim/
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.