Mehmed Âkif Ersoy ömrünün bütün safahatında İslami düsturları kendisine şiar ederek yaşamış olan bir şahsiyet. Gerçek anlamıyla Kur’an şairi olan Âkif mensup olduğu din ve dinin kaynaklarını hayatına her safhada programlamış birisidir. İstiklâl Marşı hariç yedi bölümden oluşan Safahat’ı onun hayatının Kur’an perspektifli yansıması olduğunu söyleyebiliriz. Doğruluk ve dürüstlüğü, haksızlık karşısında reaksiyonu, dik duruşu, ağırbaşlılığı, ahde vefa, tevazu, merhamet ve vatanseverliği başta olmak üzere dost-düşman herkes tarafından hakkı teslim edilen meziyet ve ahlakının kaynağında sımsıkı bağlandığı bu ilahi ölçütler bütünü vardır. Din-hayat ve insan bağlamında toplumları sahih bir istikamete sevk edecek olan temel kriter Kur’an’ın işaret ettiği Tanrı inancıdır ki tevhidi düzlemde bu bir insanda yerli yerine oturmadığı sürece ne ahlak ne de ibadet doğru bir zemine oturmayacaktır.
Sağlıklı bir toplum oluşturabilmenin yolu yaratıcı ve kanun koyucu olan Tanrı’nın Kur’an merkezli olarak bilinmesi ve tanınmasından geçmektedir. Zira Tanrı anlayışı yerli yerine oturtulmadığı sürece dinin tevhidi düzlemde kavranması imkânı da ortadan kalkacaktır. Âkif’in inandığı, yaşadığı ve yazdıklarında merkeze aldığı tanrı aktif ve müdahil olan bir Tanrı, yani kâinatın sahibi ve efendisi Allah’tır. İstiklâl Marşı dâhil Âkif’in Safahat’ta 50 yerde Farsça “Huda” kelimesini kullanması da tesadüf değildir. Bu kelime deist ve agnostik Tanrı telakkilerine karşı Allah’ın yarattığı evrene hâkim, her an bir iş ve oluş üzere olduğunu ifade eder. Kur’an’a göre Allah yaratmayı bitirip kendi köşesine çekilmemiş ve hiçbir zaman da bitirmeyecektir. Nurettin Topçu gibi kimi mütefekkirler Mehmed Âkif’in Tanrı anlayışının “Dinamik Uluhiyet Anlayışı” olarak değerlendirmişlerdir. Âkif bu Kur’ani yaklaşımı “Göklerin ve yerin egemenliği ile Allah’ın yarattığı her bir nesne üzerinde ve kendi ecellerinin yaklaşmış olabileceği hususunda hiç kafa yormadılar mı?” (Araf, 185) Safahat’ında şöyle ifade eder:
“Mükevvenatı (kâinat-mevcudat) ezelden halâs edip ebede
Sürükleyen; onu hayret-feza (hayret verici) hüviyette
Tekallübât (bir yandan bir yana çeviren, döndüren) ile bir müntehâya veren, (neticelendiren)
Hem istikameti dâim o müntehâya doğru süren;
İrâde hep ezeli sa’yidir, bakılsa O’nun;
Kimin? O kudret-i mahzın, (gerçek güç) o sırr-ı meknûnun!”
(Ersoy, 2021: 275)
Âkif, Kur’an’ın uluhiyet anlayışında sonsuz bir devinim ve yaratma görür. Âkif’teki İslami dinamizmin kaynağı budur. Nitekim o bunu ‘Durmayalım’ adlı şiirinde de ifade eder:
“Yer çalışsın gök çalışsın sen sıkılmazsan otur!
Bunların hakkında bilmem bir bahanen var mı? Dur!
Masiva bir şey midir, boş durmuyor Halık bile
Bak tecelli eyliyor bin şe’n-i gûnâgûn ile
Ey bütün dünya ve mâfihâ ayaktayken yatan
Leş misin, davranmıyorsun? Bari Allah’tan utan.” (Ersoy, 2010: 39)
Âkif’e bu mısralarda ilham veren şey, “O her an yaratma halindedir.” mealindeki ayettir (Rahman, 29).
Yaratıcının evrendeki hareketi, evrenin sürekli muharrik yapısı Âkif’e göre insanın da ataletten uzak ceht ve hareket hâlinde olmasını zorunlu kılmaktadır. Kur’an’ı hakkaniyetle okuyanlar kendilerini yeryüzünde bu bilinçli deveran ve cevelandan müstağni göremezler. Şu mısralar da bu fiili ve zihni noktada meskenete saplanmış bir toplumu ayağa kaldırma heyecanından başka bir şey değildir:
“Âlemde ziya kalmasa halk etmelisin halk
Ey elleri böğründe yatan şaşkın adam kalk! (Ersoy, 2010: 207).
Ey, yolda kalan yolcusu Yelda’yı hayâtın!
Göklerde değil, yerde değil, sende necatın:
Ölmüş dediğin ruhu alevlendiriver de,
Bir parça açılsın şu muhitindeki perde.” (Ersoy, 2010: 448)
Işığı insan kendi çaba ve tekvini istidatlarını kullanarak kaybolduğu yerden geri getirmelidir. Işık ilimdir, hikmettir, teknolojidir, marifettir. O çağdaşı Tevfik Fikret gibi kendini aydınlatıp ısıtacak ateşi ve ışığı Zeus’un elinden çalması için: “Gökten dehâ-yi narı çalan kahramanını.../Varsın bulunmasın bilecek nâm ü şânını!” (Nayır, 1977: 96) diyerek Promete’leri göreve çağırmaz, aklını ve yaratıcı gücünü kullanarak “İlim müminin yitik malıdır” hadisinin esprisine uygun yollar gösterir.
Âkif Müslüman toplumların kendilerini harekete geçiren dinamiklerden hızla uzaklaştığını görmüş ve ilimde felsefede ve medeni hayatta kaybettikleri misyonu yeniden bulabilmeleri için yoğun gayretler içerisine girip her fırsatta uyarıcı bir kimlik ortaya koymaktan geri durmamıştır. Müslüman toplumla- ra sahip oldukları meziyetleri yeniden kazandırmanın en önemli yolu yurdun dört bir yanına sinmiş olan cehalet bulutlarını dağıtmaktan geçmektedir. Âkif’e göre bu Kur’an’a ve Kur’an’ın inşa etmek istediği insan modeline ulaşmakla ancak mümkün olabilir. Zira insanın tahrifatı demek Kur’an’ı anlayıp idrak edecek zihinlerin mefluç edilmesi ya da doğru anlamaya namüsait hâle getirilmesi demektir.
Âlemde “tevekkül” demek olsaydı “atalet”
Miras-ı diyanetle yaşar mıydı bu millet?
Çoktan kürenin meş’al-i tevhidi sönerdi;
Kur’an duramaz, nezd-i ilahiye dönerdi.” (Ersoy, 2010: 451)
“Çalış dedikçe şeriat, çalışmadın durdun
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun
Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya” (Ersoy, 2021: 287)
Âkif’e göre Müslüman toplumların düştükleri yerden kalkabilmeleri için neden düştüklerini hatırlayarak kendi imkânlarıyla doğrulmaları gerekir. Ba- tı’ya nispeten geri kalışımız ne bir talih ne de mümkün olanı yakalayamama sorunudur. Asıl sebep Müslüman kimliğinin içini dolduracak düzeyde Kur’an mesajından uzak ve habersiz olmaktır. “Kur’an’ın nezd-i ilahiye dönmesi” geldiği yere avdet etmesi demektir. Şair bunu sünnetullaha aykırı bulur. Çünkü çarpık tevekkül anlayışı ile sergilenen atalet ve durağanlık tevhidin meşalesini söndürüp ilahi mesajın dolaşım imkânı bulamayıp kaynağına geri dönmesi gibi garip ve hazin bir akıbete gebedir. Yukarıdaki dizelerde Âkif’in karşısında sanki bir insan varmış da ona söyleniyor gibi konuştuğunu görüyoruz. Oysa bu dizeler bir zihniyeti tenkit için en alttan en üst tabakaya kadar, dönemin devlet yöneticileri de dâhil genel bir hitaptır. Kur’an’ın kader ve tevekkül anlayışından sapma Âkif’in hem şiirlerinde hem de vaazlarında yoğun şikâyet konusu ettiği durumlardandır. İslam dünyasının bu konudaki vahameti ile Âkif’in öfkesi paralellik arz eder niteliktedir:
“Tevekkülün, hele ma’nâsı hiç de öyle değil. / Yazık ki: Beyni örümcekli bir yığın câhil,/ Nihâyet oynayarak dîne en rezîl oyunu./Getirdiler, ne yapıp yaptılar, bu hâle onu!” (Ersoy, 2021: 290).
Şiirin devamını da şamil tutarak şairin kader ve tevekkül noktasında Kur’an’dan sapmanın boyutlarını anlatırken sesini ne denli yükselttiğini daha yakından görelim:
(Tevekkülün, hele anlamı hiç de öyle değil. Yazık ki, beyni örümcekli bir yığın cahil, sonunda oynayarak dine en rezil oyunu; getirdiler, ne yapıp yaptılar, bu hâle onu! Yazık ki, dinin yüzü çirkinleştirilmiş bir yüze döndü. Bugün İslâm’ı lanetli, lanet ettirici bir bakış, bir görünüm kuşatmada. Ey aşağılık yüzsüzler, şerefsizler! Tevekkülü bu kadar ucuz, değersiz, hor görülen şekle düşürmek için, düşünceyi, halkın fikrini nasıl uyuttunuz? Bu uğursuz pisliğin simsiyah izi, tertemiz, korunmuş dinin alnında hâlâ nasıl duruyor? Tevekkül öyle yaman bir iman belirtisi idi ki, ona erdemler kahramanlığı (ya da kahramanlık erdemleri) denilse yakışırdı. Ne yazık ki, onun ruhuna miskinlik, tembellik, beceriksizlik, şırınga ettiler; tevekkül cüzama döndü, harap etti gitti memleketi!)
“Gökten inmez bir de hiçbir şey... Bütün yerden taşar; Kendi ahlâkiyle bir millet ölür, yâhut yaşar.”
Dizeleri de ilhamını “başınıza gelen şeyler kendi ellerinizle yaptıklarınızdan dolayıdır” ve “İnsan ancak çabasının sonucunu elde eder.” (Necm, 39) ayetlerinden almıştır.
Güncel sıkıntıların reçetesini Kur’an’a dönmekte gören Âkif’in birçok şiirine ayetle giriş yapıp şiirin içerisinde ayetleri tefsir etmesi onu sadece inancın şairi kılmamakta aynı zamanda hayatına yerleştirdiği ilahi mesajları hayatından farklı görmediği şiirine de yerleştirerek son derece özgün bir şiirsel yaklaşım ortaya koymuştur. Vahyin diriltici mesajını derinden kavramış olan Âkif, açık ve anlaşılır biçimde Kur’an ayetlerinin manalarını şiir, nesir ve hitabe formunda ümmetin dikkatine sunmuştur. Safahat’ta 3.kitap olan “Hakkın Sesleri”nden sonra her şiirin girişinde bir ayet metni ve meali ile kimi zaman bir hadis metni ve tercümesi verilmiştir. Söylemini ve eylemini Kur’an’a göre şekillendirmek hususunda büyük bir hassasiyet ve yılmaz bir gayret serdeden Âkif’in kendi ifadesiyle söyleyecek olursak bütün hüneri samimiyetinin bir izdüşümüdür. Buna kaynağı bilgi olan mesnetli samimiyet demek de mümkün. Zira bu samimiyet şairin söylediklerinin millet nezdinde doğruluğunu teyit eden en büyük dayanak noktasıdır.
Söz gelimi şu ayeti bütün zamanlarda yeniden inzal olmuş sayan Âkif ayetin “De ki “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 9) mesajını şiirinde hem hakikatten hem de şiiriyetten taviz vermeksizin ustalıkla işlemiştir:
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”
Olmazya...Tabii... Biri insan biri hayvan!
Öyleyse “cehalet” denilen yüzkarasından
Kurtulmaya azmetmeli baştanbaşa millet.
Kâfi mi değil yoksa bu son dersi felaket?
Ey millet, uyan! Cehline kurban gidiyorsun!
İslam’ı da “batsın” diye tutmuş, yediyorsun! (Arkanda sürüklüyorsun)
Allah’tan utan!Bari bırak dini elinden...
Gir leş gibi topraklara kendin, gireceksen!
Lâkin ne demek bizleri Allah ile iskat?
Allah’tan utanmak da olur ilm ile.Heyhat!” (Ersoy, 2021: 248)
Burada kültür, medeniyet ve de sahih gelenek noktasında Âkif’in bir itirazının olmadığını, dini inanç ve uygulamaların mesnet ve kaynağından koparılarak dine karşı din oluşturmak suretiyle sömürülmeye müsait bir toplum yaratılmaya çalışıldığını, şairin mücadelesinin de bu paralel dincilerle olduğunu vurgulamamız gerekir. İslam dünyasının temel sorunu bilgiden kopmadır. İçerik yerine kabukla meşgul olmak suretiyle Kur’an’dan uzaklaşmanın özünde de bu vardır. Kur’an ve Kur’an’ın işaret ettiği ilim de aklı kullanmayı emredip körü körüne bir şeye inanmaktan insanları uzak tutmaktadır. Âkif’e göre bu meyanda İslam’ın öngördüğü toplum hurafe ve safsata değil bilgi toplumudur. O çağın değişen zamanla beraber gelişen idrakine uygun bir İslami tebliğ önerir: “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı/ Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” (Ersoy, 1991: 403) mısralarında dile getirilen şey sanıldığı ya da biri- lerinin söylediği gibi dinde reforma gitmek veya dinin umdelerinde ilaveler -eksiltmeler yapmak değildir. Yaptıkları ve yazdıkları dikkatle incelendiğinde Âkif’in yegâne güç kaynağının Kur’an olduğunu görmekte zorlanmayız. Nasıl yolda, sokakta, camide, cephede, okulda ve insanın olduğu yerde olanca tevazu, merhamet ve insaniyetiyle bir Mehmed Âkif varsa mücadeleyle ördüğü ömrünün günlüğü sayılabilecek Safahat’ında da aynı güzergâh ve istasyonlar mevcuttur.
Ferit Kam’ın kendisine yazdığı bir mektupta belirttiği gibi Âkif, Kur’an’ın hakkıyla kavranması davasında sanatını konuşturmuştur:
“Enis-i ruhum Âkif’e, ... İhtimal ki “Sanat sanat içindir; sanattan maksat yine sanattır, sanatta dinî, ahlâkî, siyasî bir gaye aramak abestir.” diye senin mesleğine itiraz edenler, onu hoş görmeyenler vardır... Ben senin eserlerinde bu düstura muhalefetini gösterecek bir şey görmüyorum. Çünkü sen de sanatta gâye aramıyorsun; lâkin gayede sanat arıyorsun. Mesleğin tamamıyla maksadını temine kâfidir. Safahat’ın bu kısmını teşkil eden manzumelerin membaı Furkan-ı Hakîm olduğundan hepsinin İlham-ı mahz eseri olduğunu söylemek zâiddir. Hemen söyle, hemen yaz. Tevfik-i Huda refikin olsun azizim (Kam, 1913; Ersoy, 2021: 257).
Âkif’in hayatında Kur’an o kadar belirleyici bir rehberdir ki daha çocukluk yıllarından itibaren bu atmosfer içerisinde yaşamış ve hiçbir zaman bu iklimin dışarısına çıkmamıştır. Yayımlanmış ilk şiirinin “Kur’an’a Hitap” olduğu bilinmektedir. Babası Kur’an ilimleri ile mücehhez bir medrese hocası yani müderristir. Kur’an’ın baş tacı edildiği bir ailede dünyaya gelen Âkif, dört yıl, dört ay ve dört günlük iken, o günkü Müslüman ailelerin riayet ettikleri geleneğe uyarak Mahalle Mektebine gönderilmiş ve Kur’an öğrenmeye başlamıştır. Âkif 8-10 yaşlarında iken hafızlığa başlamış ve iki buçuk aylık kısa bir sürede her cüzden 12 sayfa ezberlemiş; ancak bazı engeller sebebiyle yarım kalan hafızlığını Baytarlık Mektebini bitirip Adana’da göreve başladığı zamanlarda tamamlamıştır. İstanbul’a döndüğünde bir mescitte ezbere mukabele okumuştur. Yine hatimle teravih kıldıracak kadar kuvvetli bir hafız olduğu bilinmektedir. Âkif, bir yandan baytarlık mesleğiyle ilgili Fransızca kitapları takip edip diğer yandan da hasta hayvanlarla uğraşırken, kutsal kitabına olan iman ve aşkını asla yitirmemiştir. Yirmi yaşından sonra kendi kendine hafız oluşunu bizzat kendisi şöyle anlatmıştır: “Yüksek tahsili bitirdikten sonra hafız oldum. Fakat ondan evvel Kur’an’ı okuya okuya gayet pişkin bir hale getirdiğim için zaten hıfz ile aramda uzun bir mesafe yoktu. Az bir müddet içinde Kur’an’ı ezberleyiverdim” (Ersoy, 2021). Şair Arapça ve tefsir ilmini tahsil etmiş, Celaleyn tefsirini 19 kez hatmetmiş, İstiklâl Savaşı sırasında şehir şehir, köy köy gezerek halkı Kur’an’la vaazla irşat etmiştir.
Âkif’in Kur’an’la ilgili ısrarla üzerinde durduğu ve her fırsatta dile getirdiği hususlardan biri de millet olarak Kur’an’ı yalnızca lafız olarak okuyup manasını okuyup anlamak konusundaki duyarsızlığımızdır. Töresel Kur’an okuma alışkanlığı Kur’an’ın bir mesajı olduğu gerçeğini ya tamamen göz ardı etmiş ya da onun bizim anlayışımıza sığmayacak denli mükemmel ve insanüstü bir kitap olduğu noktasında kendisini inandırmıştır. Âkif bu töresel yaklaşımı şiirinde şöyle ifade eder:
“Lafz-ı muhkem yalınız anlaşılan, Kur’an’ın:
Çünkü kaydında değil, hiçbirimiz mananın:
Ya açar Nazm-ı Celîl’in, bakarız yaprağına
Yahud üfler geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için!” (Ersoy, 2021: 210)
Töresel anlayışa göre Kur’an dünyaya ve akıp giden hayata söyleyecek bir mesajı olmayan, ölülerin taksiratını hafifleten, hastaların ağrı ve sızılarına iyi gelen, mezarlıkta okunan bir kitaptır. Âkif’in mücadelesi yanılgılarını kutsallaştıranlarladır. Yoksa o Kur’an dışında hiçbir referans kabul etmeyen bir tutum içerisinde hiç değildir. Sünnetin bir tür Kur’an’ın tefsir ve açıklama vazifesini yerine getirdiğini kabul eder. Şiirlerine serlevha yaptığı metinler sadece ayetler değil sırası geldikçe hadislere de yer verir. Tabi buradaki hassas denge hadis diye ortaya sürülen şeyin Kur’an mantalitesine aykırı düşmemesi ve çelişmemiş olmasıdır. Safahat’ın “Fatih Kürsüsünde” şair her önüne gelenin Kur’an’dan hüküm çıkartmaya çalıştığını ve mesnetsiz sözleri Hz. Peygamber’e izafe etmeye kalktığını söyleyerek rahatsızlığını ifade etmeye çalışır:
“Kitap’ı, Sünneti, icmâ’ı kaldırıp attık;
Havassı maskara yaptık, avamı aldattık.
Yıkıp şeriatı, bambaşka bir bina kurduk;
Nebî’ye atf ile binlerce herze uydurduk!
O hali buldu ki cüret: “Yecûzu fi’t-tergîb...”
Karar-ı erzeli fetva kesildi!... Hem ne garîb,
Hadisi vaz’ ediyorken sevap uman bile var!
Sevabı var mı imiş, bir zaman gelir, anlar!
Cihanı titretiyorken nidâ-yı “Men kezebe...”
İşitmiyor mu, nedir, bir bakın şu bî-edebe:
Lisân-ı pak-i Nebî’den yalanlar uyduruyor;
Sıkılmadan da “sevap işledim” deyip duruyor!” (Ersoy, 2021: 293)
Müçtehit geçinen yeni yetmelere de söyleyeceğini söyledikten sonra sözünü şu iki dize ile tamamlar Âkif:
“Kuzum, eşek nalı yapsan: Bir usta çingenenin
Yanında uğraşacaksın, başında mengenenin.” (Ersoy, 2021: 296)
Âkif’in Safahat’ında ayetlerle konu ettiği kelime ve kavramları şöyle sıralayabiliriz:
1.İnanç Esaslarıyla İlgili Ayetler: (İman, tevekkül ve çalışmak)
2.Dünya-Ahiret Dengesi: (Eğer maksûdu ancak ahiret olsaydı Yez- dân’ın; Ne hikmet vardı ibdaı’nda hiç yoktan bu dünyânın?) (Ersoy, 2010: 296).
3.Ahlâki-Sosyal Konulara Dair Ayetler: (Allah korkusu ve ahlâkın önemi)
4.Islahatçı Olmak
5.Helakimizin Nedeni Kendi Ellerimizle Yaptıklarımızdır
6.Belanın Genel Olup Özel Olmayışı
7.Bilenlerle Bilmeyenlerin Durumu
8.Âkif’in Millet Yaklaşımı: (Kur’an’da hayırlı ve seçkin toplumun nitelikleri şöyle ifade edilmiştir: “Siz iyiliği emr eyler, kötülükten nehy eder, Allah’a inanır olduğunuzdan, insanların hayrı için meydana çıkarılmış en hayırlı bir milletsiniz.” (Âl-i İmrân, 110). Âkif ise bu özellikleri taşıyan Müslüman ecdadımızı şu şekilde yâd etmiştir: “Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz: Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!”) (Ersoy, 2021: 249).
9.Dünya ve Ahiret Dirilişi İçin Rahmetin Gerekliliği: Kur’an’da farklı ayetlerde insanın dirilişi baharda yeryüzünün canlanmasına, insanların topraktan çıkıp hayat bulması da otların yerden bitip yeşermesine benzetilmiştir.
10.Kâinat -Hayat İlişkisi: Fatih Kürsüsünde Âkif vâizi konuşturup önce şu ayeti okur: “Onlar, Allah’ın göklerdeki ve yerdeki kudret ve hakimiyetini ve Allah’ın yarattığı her şeydeki nizamı görmediler mi?” (Araf, 185).
11.Azim ve Yeis: (Hz. Yakup, oğullarına şunu söylemiştir: “Oğullarım! Gidiniz de Yusuf’la kardeşini araştırınız; hem sakın Allah’ın inayetinden ümidinizi kesmeyiniz. Zîrâ kâfirlerden başkası Allah’ın inayetinden ümidini kesmez.”) (Yusuf, 187).
12.Birlik ve Beraberlik: (“Sen! Ben! desin efrat, aradan vahdeti kaldır; Milletler için işte kıyamet o zamandır.”) (Ersoy, 2021: 465).
13.Dua, Niyaz ve Naz: (“Ey bunca zamandır bizi te’dib eden Allah; /Ey âlem-i İslâm’ı ezen, inleten Allah! /Bizler ki senin va’d-i İlahîne inandık; /Bizler ki bin üç yüz bu kadar yıl seni andık;) (Ersoy, 2021: 319).
Metin Aralarında Kullandığı Ayetler
İmana Dair Ayetler: Kurtuluşun Dört Reçetesi: Asr Suresi:
“Hâlık’ın nâ-mütenâhî adı var, en başı Hak
Ne büyük şey kul için hakkın elinden tutmak
Hani Ashâb-ı Kirâm “Ayrılalım...” derlerken
Mutlaka “Sûre-i ve’l-asr”ı okurmuş. Bu neden?” (Ersoy, 2021: 428)
Ahlaki ve Toplumsal Konularla İlgili Ayetler: Çalışmak, Tevekkül ve Şûra/İstişare Meselesi, Nifak ve Fitne
Kur’an’dan İktibasla İşaret Edilen Ayetler
Âkif bazen ayetin bir kısmını zikrederek bir konuya işaret etmiş kimi zaman da hiç ayeti ifade etmeden o ayeti izah etmeye çalışmıştır.
İmanla İlgili Ayetler
“Tevhid Yahud Feryad” Şiirinde Manen İktibas Edilen Ayetler
“Eşbâha mı kurbün olacaktır cevelângâh? Ervâh bütün mündehiş-i “süm- me radednâh!” (Ersoy, 2021: 67).
Tîn suresinde insanoğlunun mükemmel yaratıldığı bildirilmiş, ardından “Sonra da onu aşağıların en aşağısına düşürdük.” (Tin, 6) buyrularak iman ilkelerine uymayan ve salih amel işlemeyen kişilerin düşeceği konum belirtilmiştir. Âkif bu ayete şöyle işarette bulunmuştur: “Eşbâha mı kurbün olacaktır cevelângâh? Ervah bütün mündehiş-i “sümme radednâh!”
Ahlaki-Toplumsal Konuları İçeren Ayetler
*İnsan *Şehitlere Dair *Mezarlık *Zulme Meyletmemek * Peygamberimiz Hz. Mu- hammed Mustafa’nın Dünyayı Teşrîfi *Yağcılık ve Yaltaklanma Üzerine *Kıssadan Hisse
Şiir Mehmed Âkif’in ömrü hayatına refakat eden bir enstrümandır. Bu enstrümandan çıkan sesler ve bu enstrümanın dinleyenlerin kalbini ve zihnini sevk ettiği nokta hakikat ve adaletten başka bir şey değildir. Adalet hayatın bütününü kapsayan bir denge durumudur ki bunun içerisinde söz, fiil ve duygu dünyası önemli bir yere sahiptir. Şiirin refakatçisi inanç, ibadet ve ahlaktır. Bu üç umde birbirine et kemik misali bağlıdır. Aralarında hiçbir düalizm görülmez. Dolayısıyla şiirin referansı da vahiydir. Âkif’in şiirine bir niteliksel başlık bulmak gerekirse rahatlıkla “fıtrata yaslanan şiirler” diyebiliriz. Yazan ile yazılan arasında hiçbir tenakuz ve yabancılaşma görülmez bu şiirlerde. Çünkü Âkif’in şiirlerinin en büyük destekçi ve doğrulayıcısı yaşadığı hayatın kendisidir. Kur’an’ı onun kadar hayatına kılavuz yapmış bir şair var mıdır bilmem. Şiiri hayatına, hayatı şiirlerine kefil olacak yakınlıktadır. Kur’an’la Müslümanlaşmış bir aklın izini sürmüştür.
KAYNAKÇA
Ersoy, M. A. (2021). Safahat. Haz. D. Mehmet Doğan. Yazar Yayınları. Ankara.
Ersoy, M. A. (2010). Safahat. Haz. Hüseyin Su & Abdurrahim Karadeniz. Hece Yayınları. Ankara.
Ersoy, M. A. (1991). Safahat. Haz. M. Ertuğrul Düzdağ. İstanbul.
Kur’an- Kur’an Yolu-Türkçe Meal ve Tefsiri-Gözden Geçirilmiş Baskı- -Cilt.2, 2020. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. Ankara.
Nayır, Y. N. (1977). Tevfik Fikret. Varlık Yayınları. İstanbul.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.