• İstanbul 18 °C
  • Ankara 24 °C

Hüseynbala Mirelemov’un Ceza’sı Üzerine

Hüseynbala Mirelemov’un Ceza’sı Üzerine
Azerbaycanlı yazar Hüseynbala Mirelemov’un uzun hikâye tarzında olan eseri Ceza’nın ilk baskısı 2007 yılında yayımlanmıştır.

Azeri Türkçesi ile yazılan eser, Azad Ağaoğlu’nun çevirisi ile Türkiye Türkçesine aktarılmış ve 2010 yılında Truva yayınları tarafından basılmıştır.

Ceza’da “çevre,ekoloji ve maneviyat mevzuları” ele alınmış, insanın doğa ile arasındaki uyumu tahrip etmesinden doğan olumsuz sonuçların felaketle son bulması anlatılmıştır.

Eseri okurken çok fazla karakterle karşılasmayız. Hikâyede anlatılmak istenilen olay, merkezde olan iki kişi –Ağalala ve Tilki Kasım- üzerinden okura anlatılmıştır. Tilki Kasım, kasabada “kedi” lakabıyla tanınırken daha sonra sinsiliği, kurnazlığı ve yüzünün de tilkiye benzemesi sebebiyle Ağalala tarafından “tilki” lakabıyla anılmaya başlanmış, o günden sonra da öyle kalmıştır. Bu iki adam “vatan toprakları üzerinde yetişen, ellerinin uzandığı her şeyi sahiplenmeyi birer sülük misali gibi toplmun kanını emmeyi alışkanlık edinen kötü amelli” insanlardır. Yazar bu iki karakter üzerinden doğaya karşı savaş açmış insanları uyarma niyetindedir.

Eserde, bazı insanların malum nedenlerle genelde doğaya özelde ise  kurtlara olan hasımlığı eserin çatışma unsurlarını oluşturur. Kitabın önemli yanlarından biri de yazarın kurtların davranışlarını özel bir gözlem gücü ile gerçekçi bir şekilde yansıtmasıdır. Kurtların karakteristik özellikleri kitapta bütün yönleriyle anlatılmıştır.

Hikâye bodur ahududu, ladin, gürgen, meşe, ıhlamur ağaçlarının ve tavşan, geyik, kaplan, tilki, çakal gibi birçok canlının içinde yaşadığı, hayvanların yaşamlarını idame ettirmek için türlü mücadelelere şahit olmuş bir avlak alanı olan orman tasviriyle başlar.

Ormanın içlerinde Tumaslar ve Kanıklar soyundan gelen iki kurt soyu yaşamaktadır. Bu iki aile de yuvalarında sakladıkları enikleri büyütmenin “gâvur eziyeti”nden beter bir durum olduğunu bilir ve her defasında ava çıkarken, yavrular inde kalsın diye onları bir araya toplayıp emzirerek avlanmaya çıkarlar. Bir gün yavruların dikkatini mağaradan içeriye sızan bir ışık çeker. Onların merakını uyandırarak yavruları mağaranın kapısına doğru çeker. Bu bilmedikleri ışık onların doğa ile ilk tanışmalarıdır. Yavrular, bilmedikleri bu yeni dünyayı keşfe çıkarlar, otların üzerinde yuvarlanır, gördükleri her şey ile temas etmeye çalışırlar. Yeni keşfettikleri dünyanın güzelliklerine kapılan yavrular, doğadaki “vahşiler”den habersiz bir şekilde ormanın içlerinde oynarken bir kaplanla karşılaşmaları felaketlerini de doğurur. Kaplanın vehameti karşısında çil yavruları gibi kaçsalar da kaplanın pençelerinden ancak Tumasların kızı Ayçen ile Kanıkların oğlu Köyserek kurtularak yuvaya dönebilir.

Köyserek ve Ayçen, o korkulu günden sonra mağaranın dışına çıkmamayı öğrenirler. Artık en korktukları şey, kardeşlerinin ölümüne sebep olan o ışıktır. Zamanla sonbaharın gelmesiyle mağaraya vuran ışık kaybolur, yavruların çekinecekleri bir şey kalmaz.

Köyserek ile Ayçen zaman içinde büyümeye devam ederler. Köyserek, doğadaki ilk mücadelesini mağaranın kapısının önünde bekleyen yaşlı vaşakla verir. Epey hırpalansa da vaşağa karşı başarılı olur ve Ayçen’le birlikte karınlarını doyururlar. O avlanmadan sonra cesaretlenip yuvaya dönmek istemezler. Doğaya karışıp oyun oynamaya, türlü hayvanlar avlamaya başlarlar.

İki  kurt hangi hayvanın nerede bulunacağını, kime nasıl davranılacağını tecrübe ederek öğrenmişlerdir. Bir keresinde, yılkılık atların arasından birini sürüden ayırıp uçurumu dibine kadar sürüklemiş sonrasında atın kendini uçurumdan atmasıyla karınlarını doyurmuşlardır. Artık güçlerinin farkında olan kurtlar, ormanın en usta avısı olarak dolaşır, en vahşi yırtıcı olan kaplandan bile çekinmeden ormanda avlanırlar. Kurtların tek korktukları şey “sürü sürü koyun, sığır, manda; yılkı yılkı at besleyen mahluklar”ın bulundukları yerden gelen patırtı sesleri ve barut kokularıdır.

İlkbahar başlarında, meşe ağaçlarının az ilerisinde Palıtlı Restoran’ın çalışanları, restoranı düzenliyor, etrafı temizliyor, sobaları yakıp müşteriler için yemekleri hazırlıyorlardı.

Tilki Kasım, restoranın önünde “yeni projesi” için düşünürken Ağalala da döküntü arabasıyla gelip odasına geçer. İşler kötü gitmektedir. Ağalala da Kasım da bunun farkındadır. Kasım, Ağalala’nın odasına girip projesinden bahsetmeye başlar. Kasım, kasabadaki en meşhur avcıdır, uçan kuşu gözünden vurur. Ağalala’ya da uzun zamandır takip ettiği bir kurt olduğunu, eğer onu yakalayıp bir kafeste sergilerlerse insanların merakla restorana gelip onu izleyeceklerini bu sayede kendilerinin de iyi para kazanacakları anlatır.  Bu fikir Ağalala’nın kafasına yatar, zaten istedikleri olmasa da kaybedecekleri bir şeyleri yoktur. Kurdu bedvaya yakalayıp restoranın bahçesine koyacaklardır. Düşünerek onay verir. Kasım’ın ondan istediği kamyonu ve adamları da tahsis edecektir.

Ağalala, daha önce de Kasım’ın dediklerini yaparak kazançlı çıkmıştır. Onu dinleyerek ormanın içinde bir parke imalathanesi açmış, ormandaki birçok ağacı keserek sağlam ve pürüzsüz parkeler üretmiştir. Parkelerin ünü yurtdışına kadar yayılmış, dünyanın birçok yerinden siparişler gelmeye başlamış ve imalathanenin kapısında kamyonlar kuyruk olmuşturmuştur. Ağalala da bu sayede hem nüfuzlu insanlarla tanışmış hem de servetini arttırmıştır. Ancak bir gün restoranın önünde birkaç “ensesi kalın” adam peyda olmuş, Ağalala ile aralarında bir mesele olmuş sonra da Ağalala bu adamlardan kurtulmak için imalathaneyi ve bütün servetini bu adamlara vermek zorunda kalmıştır. Bir süre ortalardan kaybolmuştur. Bu olaydan sonra restorandaki işler de düşmeye başlamış, Ağalala aradan dört ay geçtikten sonra tekrar dükkânın başına geçmiştir ama parke imalathanesinden umudunu kesmiştir.

Ormanda yeni insanlar peyda olmuştu. Eli testereli adamlar imalathane için ağaçları gövdesinden kesip duruyor, “koca kalın gövdeli ağaçları testereyle kesmeyi başaramayınca da köklerine anilinli fitil sokarak onları köklerinden” ele geçiriyorlar. Ormandaki bu gürültü birçok hayvanın yuvasını bozmuştur. Elektrikli testere sesleri ve mazot kokusu çoğu hayvanın yuvasından kaçıp dağlara sığınmasına, kesilen ağaçların gövdesinde yaşayan hayvanların ise ölmesine yol açmıştır. Sanki “Allah, bir zamanlar işlemiş olduğu günaha karşılık ormanın  başına taş yağdırıyor”, insanın doğaya işkencesi bütün dengeyi bozacak şekilde ilerliyordu.

Ayçen ile Köyserek iyice serilip serpilmiştir. Ayçen’e dotluk için yaklaşan farklı kurtlar olmuş ama bazen Ayçen bazen de Köyserek buna izin vermemiş, birlikte yaşamaya devam etmişlerdir.

Köyserek’le Ayçen kışın getirdiği zorlukla ormandan ayrılmış, insanlara daha yakın bir tepede yer bularak yaşamlarına devam etmeye çalışmışlardır. Ayçen’in karnında yavrular olduğu için artık avlanmaya tek başına çıkan Köyserek de avlanmakta zorlanıyor, Ayçen’in karnını doyurabilmek için bir şey bulamıyordu. Köyserek, son çare olarak koyun ve manda sürülerinin olduğu ve çok korktuğu “omuzlarında kepenek, ellerinde değnek olan mahlukların” arasına dalarak aralarından bir av yakalamayı planlıyordu. Köyserek sürüye dalarak bir koyunu boğup sırtlayarak kaçmaya başlar. Çobanlar, çadırlarından çıkıp ateş etseler de Köyserek barut kokuları arasından avını Ayçen’e götürüp, dişisinin karnını doyurmayı başarır. Daha sonraki günlerde de karaca, yaban domuzu gibi avlayacak hayvanlar bulur ve karınlarını doyururlar.

Ayçen yavrular, vücudu rahatlar ama mağaradan dışarıya çıkamaz. Daha gözleri bile açılmamış yavrularının başında durmak ve onları emzirmek zorundadır. Ayçen yavruları emzirdikçe, kendi açlığından dolayı iyice solmaktadır. Köyserek ise Ayçen ve yavrular için sürekli yiyecek arama derdindedir. Yer yer sürülerin arasından bir av kapıp kaçmayı düşünse de “ellerinde ateş saçan, esrarlı ve tuhaf demir parçası” taşıyan adamları gördükçe buna cesaret edemez.

Köyserek daha önce de ormanın içine gelip ahududu, çilek toplayan; odun taşıyan insanlar görmüş, aç olmasına karşın bu insanlara dokunmumıştır ama bu gördüğü “demir parçası taşıyan mahluklar”ın, ormandaki insanlarla aynı olmadığını sezmiştir.

Köyserek ve Ayçen yeni mağaralarında yaşarlarken geceleri ulumaları, yerleştikleri çevredeki insanların dikkatini çekmiş ve onları korkutmuştur. O civardaki kurtların kökünü kazıyan “usta avcı Kasım” kurt seslerini duyunca sevinmiş, yeni yakalayacağı kurtlar için alacağı paraların hesabını yapmaya başlamıştır. Kasım duyduğu ulumalardan iki kurdun olduğunu, bunlardan birinin dişi diğerinin de erkek olduğunu hatta dişinin yavruladığını bile tahmin edebilmiştir. Daha önce de kurt yavruları yakalayan Kasım, bunları Avcılar Cemiyeti’ne teslim ederek karşılığında belirli bir miktar para almıştır. Daha sonra başka bir adamla tanışmış, bu adam kurt yavrularının teki için yüklü miktarda para vereceğini söylemiştir. Kasım, yeni yakalayacağı yavrularla adamdan alacağı paraların hayalini kurmaya başlamıştır

Kasım, kurtları görebilmek için bir tepenin üstünde pusuya yatar. Ayçen, açlıktan yavruları yuvada bırakarak avlanmaya çıkmıştır. Kasım, dişinin  sarkan memelerini görmüş ve kurdun yavrularının olduğuna emin olmuştur. Dişinin yuvaya dönüşünü de takip ederek inlerini öğrenmiştir. Kasım kurtların tek seferde sekiz dokuz enik doğurduğunu bilir ve bunlardan kazanacağı parayla üniversiteyi kazanan oğlu Niyaz’a üst baş almak, borçlarını kapatmak için planlar yapar.

Ayçen sekiz yavru doğurmuş, bunlardan en son doğanı, çok zayıf olduğu için daha üç günlükken kardeşlerinin arasında ezilerek ölmüştür.

Açlık, anne kurdu yine mağaradan çıkmaya zorlarken dışarıdan gelen birtakım seslere kulak kesilmiş, karşı tepelerde “demir barut kokan mahlukları”ın toplanmış olduklarını görmüştür. Tehlikenin farkına varıp telaşa kapılan Ayçen, umudunu kestiği Köyserek’i tepelerin ardında, ağzında iri bir tavşanla görmüş, biraz olsa da rahatlamıştır. Köyserek, mahlukları kandırmak için farklı bir yere yönelmiş, avcıların yönünü şaşırtarak Ayçen’in ve yavruların yayına varmıştır.

Ayçen ve Köyserek, avcıların tekrar yuvaya doğru yöneldiklerini görünce, yavrulardan ikisini ağızlarına alarak zor zamanlar için daha önceden belirledikleri yere, yeni yuvaya taşımaya başlarlar. Diğer yavruları da almak için yuvaya dönerlerken demir mahluklulardan biriyle karşılaşırlar. Bu, oduncu Beşir’dir. Adam karşısındaki iki kurdu görünce korkudan soğuk terler dökmeye başlar, bir şey yapamaz. O sırada Tilki Kasım ve diğer adamları da yetişir. Bağıra çağıra Ayçen’e ve Köyserek’e ateş etmeye başlarlar. Köyserek, Ayçen’i de önüne katarak karşı tepelere doğru koşmaya başlar ancak Ayçen, “korkusundan mı, kendini kaybettiği için mi yoksa yavruları bırakmak istemediğinden mi” bilinmez Köyserek’i bırakarak, tekrar yuvaya koşmaya başlar. Köyserek de hızını arttırarak tepeye tırmanır.

Erkek kurt, bir tepenin üstünde belirince Kasım tüfeğini doğrultarak ateş etmeye çalışır ama Köyserek’in ona doğru bakan, ateş saçan gözlerini görünce elleri titrer ve hedefini ıskalar. Kasım, o kadar av yakalamasına rağmen ilk defa bir hayvandan bu denli korkmuş ve vuramamıştır. Erkek kurdu yakalayamayacağını anlamıştır.

Kasım’ın diğer adamları inin ağzını tutmuş, Kasım da mağaradan başka bir çıkış var mı diye kontrol ederken bir yol bulmuştur. Yavruları yakalamak için “operayon”a başlarlar. Adamlar, yanlarında getirdikleri gaz yağını çıkararak yuvanın bir ağzında ateş yakmaya başlarlar. Diğer çıkışta ise ellerinde ağlarla kurdun çıkmasını beklemeye başlarlar. Köyserek, tepelerin ardından mahlukları korkutmak için ulusa da adamlar Ayçen’in çıkması için hazır beklerler.

Duman yuvanın içine iyice dağılmakta ve artık nefes almaya imkân bırakmamaktadır. Ayçen’in gözleri dumandan yanmaya başlar, dayanma gücü tükenir. Yavrulardan rastgele birini ağzına alarak çıkışa gider. Mahlukları fark eder ama çıkmak zorundadır ve ağa takılarak yakalanır. Ağı pençeleriyle, ağzıyla parçalamaya çalışır ama başındaki adamlar ellerindeki dirgen ve değneklerle ona vurmaya, kan içinde bırakmaya başlarlar. Adamlar bütün öfkeleriyle kurda vururlarken Kasım müdahale eder, kurdun canlı olarak işlerine yarayacağını söyler ve cebinden çıkardığı iple kurdun ağzını, ayaklarını bağlar.

Kasım, kurdun ağzındaki eniğin öldüğünü görünce telaşla yuvaya girmeye çalışır ama dumandan duramaz. Yavruların boğulduğunu anlar, dumanın dağılmasından sonra yuvaya tekrar girer, canlı bir yavru bulamaz. Kurduğu hayallerin suya düştüğünü anlar. Ayçen’in ağa takıldığını gören Köyserek, tepenin ardında acı acı ulumaya başlar. Diğer iki yavru olmasa kendisi de Ayçen’in yanına gidip onunla ölmeye razıdır ama yapamaz. Köyserek’i tepelerin ardında gören Kasım korkuya kapılarak aceleyle Ayçen’i arabaya taşımayı emreder ve arabaya binip uzaklaşırlar.

Kamyonla restorana getirdikleri Ayçen’i demir tellerle çevrili bir kafesin içine koyarak bağladıkları ipi keserler. Kurt önce hareketsiz kalsa da etrafındakilere aldırmadan yaralarını yalamaya başlar. Onu görmeye ilk olarak etraftaki kütük işçileri gelir. Kurdu merak edip görmeye gelenler restoranın bahçesini doldururlar. Semaverler dolup boşalır, çalışanlar çay siparişlerini yetiştirmekte zorlanırlar. Bu durum en çok Ağalala’nın hoşuna gider, aşçıya ertesi gün daha çok yemek yapması için emir verir. Sonra da odasına çekilip Kasım’ı çağırarak müşterilerin daha da artacağını bahçeyi genişletmek gerektiğini söyler. Kasım restoranın arka tarafındaki kütükleri söktürerek daha fazla yer kazanabileceklerini belirtir, Ağalala başta tereddüt etse de bu fikri onaylar.

Tilki Kasım eve epey geç döner. Evdekiler uyumuştur. O da uyumak ister ama gözlerini kapattığında karşısında Köyserek’i görür, korkudan uyuyamaz. Evdeki tıkırtılardan, dışarıdaki seslerden ürperir. Yanındaki karısının horlamasından türlü türlü anlamlar çıkarır. Hatta kurdun, karısının yerine geçtiğini fırsatını bulduğunda üzeine atlayacağını düşünür. Aklına tüfeğini kapının girişinde bıraktığı gelir, tüfeğini alarak karısına doğrultur. Karısının bir iki defa öksürmesiyle nerede olduğunu hatırlar, tüfeği elinden düşürür. Karısı sese uyanıp tekrar uykuya dalar. Kasım, kurttan kurtulmanın tek yolunun onu öldürmek olduğunu anlar ve uyumaya çalışarak sabahı eder.

Ağalala, restoranın etrafındaki kütükleri söktürmek için çalışmaları başlatır. Traktör küçük kütükleri rahatlıkla çekip çıkarırken büyükleri için makinenin takviye motoru da devreye girerek bir iki denemeden sonra topraktan kopartılır.

“Asırlar boyu derinlere işlemiş olan kökler toprağın yumuşak ve bereketli koynundan” ayrılarak birer mezar çukuru gibi ardında boşluklar bırakıyor, toprağın canı “başı kesik koca kütüklerden daha çok yanıyor”, toprağın başı, bedeninden ayrılıyor gibi seyirciler arasında kamyonlara taşınıyordu.

Ağalala, Kasım’ın kurnaz fikirlerine güvendiği için onunla senli benli olarak konuşurdu. Bunun sebebi sadece Kasım’ın yakaladığı kurt değil daha öncesinde de Ağalala’nın yararına olan planlarındandı. Ağalala, Kasım’ı birkaç av yakalaması için ormana gönderir. Kendisi de balık almaya gider. Kasım arabasıyla çıkar, çevreye sordurarak uygun fiyata “semiz bir erkeç” alıp parçalatarak arabanın bagajına yerleştirir. Kasım, korkusundan avlanmaya gidememiştir ancak getirdiği etin, av eti olduğunu sanırlar. Ağalala da restorana gelir. Kafesin önündeki kalabılığı görünce durumdan hoşnut bir şekilde Kasım’a selam vererek içeriye girer.

Kafesin önünde biriken kalabalıkta en çok kadınlar ve çocuklar vardır. Ayçen kalabalığa aldırmadan yatarken kafasına yağan taş, kemik ve meyve parçaları umrunda değildir. İnsanlar dağıldıktan sonra Ayçen, dar kafesin içinde yaralarının sızlamasına rağmen ayağa kalkar, etrafı gözden geçirir, önüne atılan et ve kemik parçalarına aldırmaksızın olduğu yere çömelir. Aradan epey zaman geçmesine rağmen Ayçen önüne atılan hiçbir yemeğe göz ucuyla bile bakmaz, günden güne zayıflamaya, memeleri pörsümeye başlar. Bu hâli Ağalala’yı korkutur. Onun için bir veteriner getirtmeyi düşünür ama Kasım, Ayçen’in yavrularını özlediği için böyle yaptığını, veterinerin bir faydası olmayacağını söyler.

Ayçen’in götürülmesinden sonra Köyserek iki yavruyu taşıdıkları yuvaya gider. Yavrulardan birinin öldüğünü geriye sadece yavru Börü’nün kaldığını görür. Yaşadıklarının etkisiyle uzun uzun ulumaya başlar. Uluması art arda dört gün boyunca devam eder. Tüm civara yayılır. Sonunda Ayçen de gücünü toplayarak erkek kurdun ulumasına karşılık verir.

Bir gün restoranın bekçisi Murat bir mucizeye tanık olur. Uluma sesleri arasında mezarlıkların içinden bir kurt, ağzında enikle kafese doğru yaklaşmaktadır. Kurt kafesin önüne gelince eniği bırakıp dişisi ile koklaşır daha sonra eniği kafese sokabilmek için kafesin altındaki kumu kazmaya başlar, dişisinin de yardımıyla bir çukur yaparak eniği kafesin içine sokar. Anne kurt, yavrusunu doyurur. Gün ağarmaya başlayınca da erkek kurt yavruyu alarak yine yuvaya döner.

Bu olay kısa sürede civara yayılır. Ağalala, bu hikâyenin ilgi çekeceğini, duyanların gelip kurdu görmek isteyeceğini düşünerek daha çok mutlu olur. Tilki Kasım da hayatta kalan tek yavruyu yakalayıp kazanacağı paranın hayalini kurar. Kasım bir gece damın üstünde pusuya yatar. Gecenin bir vaktinde gelen sesleri takip eder ve anlatılan olayların doğru olduğunu kendisi de görür.

Kasım’ın karısı Tamaşa, bir sabah kocası ile şiddetli bir şekilde kavga eder. Çocukları üniversiteye başlayacaktır ama çocuğun üstünde başında doğru düzgün giyeceği yoktur. Kasım da karısını Ağalala’nın restoranda vereceği ziyafet için gelmeye ikna etmeye çalışır, Tamaşa oraya da gitmez. Kasım bu tatsızlıkla evden çıkıp restorana gider. Ağalala’ya para vermesi için imada bulunur ama Ağalala, onu geçiştirmeye çalışır.

Kasım, para işini sağlama almak için yavruyu yakalamayı kafasına koymuştur. Bir gece yine pusuya yatar. Köyserek yavrusu ağzında kafese yaklaşır, etrafı kontrol ederek yavruyu tekrar annesin yanına sokar. Yavru annesiyle oynarken Köyserek de etrafı kolaçan eder. Gözleri damın üzerindeki kütüğe takılıp kalır. Kasım’ın içine bir korku düşer, elleri titremeye başlar. Köyserek de tedirgin olur. Yavruyu kafesten çıkarıp gitmeye çalışır. Kasım, planları suya düşmesin diye tüfeğini tekrar kurda çevirir, gözleri kararır, karşısında oğlu Niyaz’ın hayalini görür. Çocuk bütün zavallılığıyla ona bakmatadır. Kasım kendine gelene kadar kurt gözden kaybolmuştur.

Ertesi gün sabaha doğru başlayan yağmur gün boyu aralıksız yağmaya devam etmiştir. Restorandaki müşteri sayısı da yağmurun etkisiyle azdır. Ağalala o gün restoranda ziyafet vermek için karısını, çocuklarını, Kasım’ı ve Niyaz’ı çağırır. Ziyafet vermedeki amacı hem restoranın işlerinin iyi gitmesini kutlamak hem de bütün aileyi bir arada görerek muhabbet edebilmektir. O gün Ağalala, bütün samimiyetiyle sohbet eder. Her türlü konudan konuşur. Dışarıda sağanak bütün şiddetiyle devam ederken o konuşmasına ara vermeden günün tadını çıkarmaya çalışır.

Palıtlı Restoran, iki derenin arasında, yumuşak ve kumlu toprağı olan bir tepenin üzerinde buluyordu. Restoranın arkasında beş altı adımlık mesafede derin ve sert bir uçurum başlıyordu. Yukarı tarafında ise kesilmiş ağaç kütükleri, çıplak dağlar vardı.

Yağmur bütün şiddetiyle devam ediyor, gök gürlemeleri ve şimşek sesleri büyük bir uğultu meydana getiriyordu. Restoranın alt tarafındaki derenin sesi insanları tedirgin ediyor, hepsini balkona çıkıp yağmuru ve dereyi izlemeye teşvik ediyordu.

Ziyafet gece boyunca yağmur ve şimşek sesleri arasında devam etmiş, sonunda Ağalala ve ailesi evlerine çekilmiş, restoranda sadece Kasım kalmıştı.

Kasım kafasına bir naylon geçirip tüfeğini alarak kurdu yakalamak için tekrar pusuya yatar. Sabaha karşı Köyserek ağzında Börü ile tekrar kafesin önüne gelip yavruyu bırakır. Tilki Kasım, tüfeğini kaldırıp nişan alır. Tam tetiği çekecekken gök gürlemesi duyulur ve ardından bir şimşek dört yanı da aydınlatır. “Semadan bir derya kopmuş” gibi yağmur başlar. Tilki Kasım silahını düşürür, aşağıda ateş saçan gözleriyle Köyserek’i görür, silahını almaya cesaret edemez.

Kasım bir anda suya kapılır. Gırtlağına kadar suyun ve çamurun içinde kalır. Yağmurun oluşturduğu sel, toprak kaymasını da beraberinde getirmiştir. Kasım elini kolunu oynatmaya fırsat bulamadan çamurun içine saplanıp bir süre sonra gözden kaybolur. Palıtlı Restoran da bir kayık misali suyun üzerinde yüzerek dağılır. Ağalala ve çocukları dışarıdaki gürültü ile evlerinin çökmekte olduğunu görürler ancak onların da elinden suya kapılmaktan başka bir şey gelmez.

Ayçen ve Börü’nün içinde bulundudu kafes, sel sularının darbesiyle devrilir. Ayçen, Börü ve Köyserek, “mezar taşlarını anımsatan kütükler”in arasından dağlara doğru koşarlar. Dağın tepesinde durup da Palıtlı’ya baktıklarında, kendilerine bunca zaman “cehennem işkencesi yaşatan Palıtlı”, selin pençesinde doğanın cezasıyla yok oluyordu.

İnsanın doğa ile arasındaki uyumu bozması, para kazanmak için ona her türlü işkenceyi yapması sonucunda doğa da intikamını en acı şekilde almıştır. Sonunda Nuh Tufanı’na benzeyen bir felaketle doğaya zarar veren insanlar selin pençesine kapılarak yaşamlarından olmuşlardır.

Cihan Adıman

Bu haber toplam 1345 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim