Bölgenin doğal değişin sancıları, "Rusya-İran aksı"nın Suriye hesapları, "Suudi Arabistan-Katar hattı"nın Türkiye'nin askeri ve siyasi gücünü kullanma çabaları, ABD-İsrail'in yeni bölgesel projeleri... Böylesine karmaşık güçler mücadelesinin medyaya, sokaklara yansıma biçimleri, dar-küçük grupların harekete geçirilmesi, fikir ve sorgulamadan ziyade çirkef tartışma biçimleri ve zihin kirliliği...
Bütün "uzantılar", istihbarat kuryeleri, dürüst gazeteci ve dava adamı görüntüsü altında Türkiye'ye rol biçmek için harekete geçirilmiş durumda. Zihin kirliliğini yaratanlar bunlar. "Türkiye neden savaşmıyor", "Türkiye haksız", "Suriye'ye bile karşı çıkamadınız", "Bizim uçağımız zaten hatalı, ne hakla Suriye'yi tehdit edersiniz", "Türkiye'ye ne hakla Suriye meselesine burnunu sokar" ve benzer sayısız sloganlarla herkes sokağı kendi lehine çevirmeye çalışıyor.
Buradan sağlıklı bakış çıkmaz. Bu zihin kirliliğinden, akıl yoksunluğundan, başkalarının kuryeliğinden Türkiye sadece zarar görür. Bunları yapıyorlar, ardından da hükümet neden bizim dediğimiz gibi hareket etmiyor diyerek saldırıya geçiyorlar. Bir taraftan "büyük ülke, hadi vur" diyorlar, olmayınca o "büyük ülke" kabile devletine dönüşüyor.
Türkiye'nin en büyük sorunu Suriye meselesi değil, bu zihin bulanıklığıdır. Gazetecinin, sivil toplum örgütü temsilcisinin, dava adamı görüntüsü altında kimlik bulan bir takım tanımsız kişilerin kendini devlet görmesidir. Ellerine küçücük iktidar alanı geçiren herkes, her çevre kendini devletin ve ülkenin sahibi görüyor. Kendi buyruklarını onaylamayanlara verip veriştiriyor.
Bırakın kuryeleri, lobileri, küçük grupların temsilcilerini. Bir bakanlıkta küçücük yer edinen ya da devlet bürokrasisi içinde "iş" bulan, eline telefonu ya da kalemi alıp devlet adına, hükümet adına ona buna buyruk vermeye, ayar vermeye, azarlamaya kalkışıyor. Büyük büyük sözler söyleyip, devlet gibi konuşmaya, aslında hiç bilmediği konularda ahkam kesmeye başlıyor. Bu, son derece tehlikeli ve rahatsız edici bir eğilimdir. Tevazu, olgunluk, işi ehline bırakma ya da sorumluluk duygusu kimsenin umurunda değil. Bu ülkede kimse işleri, oy verip hükümet ettiklerine bırakma niyetinde değil. En hassas, ne tehlikeli konularda bile herkes bulunduğu yerde devlet sanki.
Saldırının üzerinden birkaç gün geçti. İçeride ve dışarıda Türkiye'yi yerin dibine batıranlarla göklere çıkaranlar aynı. Esad yalnız adamlıktan kurtulur korkusuyla Türkiye cevap vermemiş. Uçağı İran füzesi düşürmüş. Yok Rus füzesi düşürmüş. Belki de İsrail vurmuş olabilir.
Batı basınına, özellikle İngiliz basınına bakıyoruz: Türkiye, zayıf ve akılsız bir ülke olmuş. Düne kadar bu ülkeye gaz verip "hadi Suriye'yi işgal et" diyorlardı. Bu çerçevede yüzlerce haber servis edip sayısız yazı yazdırdılar.
Bütün bunlar zihinlerimizi kirletiyor. Bir ülke, kendi değerlendirmesini, güvenlik politikasını elbette belirler. Durduğu yeri, Suriye krizine ilişkin değerlendirmelerini elbette yapar. Bizler, hepimiz elbette bu konuya ilişkin görüşlerimizi açıklayacağız, gerekirse eleştireceğiz de. Ancak kendimizi devlet yerine koymayı, herkese akıl öğretmeyi, başkalarının hesaplarını Türkiye'nin doğrularıymış gibi pazarlamayı bırakalım.
Türkiye Suriye'yi neden vurmadı? Suriye meselesinin karmaşıklığını, çok taraflılığını değerlendiren mekanizmalar var. İşin bir kısmını da onlara bırakalım. Ne dersiniz?
29.06.2012 Yeni Şafak































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.