Öncelikle belirtmek isteriz ki gayemiz, bu şehri tanıtmak ve doğrularla bu şehrin tanınmasını sağlamaktır. Turizmin inanç cephesine dayalı İç Kale’nin yeniden düzenlenmesi ve çalışmalar, elbette bu şehre artı değer kazandıracaktır.
Önceden Hamza Beg Mescidi konusunda yazmış ve acilen İç Kale’de bir ibadet alanının gerekliliği üzerinde durmuş, vaktiyle Diyarbekir Bankası’nın da bulunduğu Buzhane olarak akıllarda kalan mekânda bu mescidin yer aldığını belirtmiştik. Ortaya çıkan yapının camiî ile bağlantısının olmadığı üzerinde duranlar, bunun müştemilatının eve ait olduğunu ifade etmiş, bu tarihi yapının mescidle alakasının bulunmadığını ifade etmiş olmalı ki yerel ve ulusal basında yer alan haberler üzerine çalışmalar durma seyrine gelmiştir.
Hazreti Süleyman Camiî bu fiziki yetersizlikle ileride ibadet ihtiyacına cevap veremeyecektir.
Bu ortaya çıkan ve varlığı daha önce bilinen, ismi konulamayan(!) yapının mescid olarak ihtiyacı karşılama yolunda yeterli olduğunu bilmekteyiz. İleride yapılacak düzenlemeyle ibadet yer ihtiyacı ortaya çıktığında yetkililer ne düşünecektir?
Mescidin günümüzde dört sıralı üçer kemerli-tonozlu biçimi ve büyük olasılıkla çalışmalarda ortaya çıkacak mihrabı ile yapı, Cumhuriyet dönemiyle birlikte Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nce satılmıştır. Bu satılan yapılar içinde hem camii hem mescid hem de vakıflara ait işyerleri bulunmaktadır. Bunun aksini iddia etmenin kimseye bir faydası bulunmamaktadır. İsteyen kişilere, kurumlara o dönemin belgelerini ilgili Müdürlük ya da Vakıflar Genel Müdürlüğü verebilir. İmtina eden olursa, kendilerine Kara Amid Dergisi’nde yayınlanan belge niteliğinde bilgileri, konunun uzmanlarınca yayınlanan eserleri takdimimiz söz konusu olur.
Bu SİT Alanı’nda bu yapı, denilebilir ki, “İbadethane değildir.” O halde bu yapının son yüz yıl içinde yapılması söz konusu olamaz. Hazreti Süleyman Camii gibi, toplumun değer yargılarında önemli bir mekana sahip bir yerde n han ne de bir iş yeri düşünülemez. İnsanların defnedilmek için can attığı böylesi sahabelerin yattığı bir mekânla komşu alana, ibadethanenin dışında ne gibi yapılar inşa edilebilir?
Dünün Avrupası’nda yüz sene önceki yapıların tarihi eser sayıldığı ortamda beş yüz seneyi aşkın bir tarihe, Akkoyunluların Dönemi’ne endekslenen yapının tarihi eser olmadığını söyleyen var mı? Bu eserin kitabesini sual eden varsa taşlara müracaat etsin, yapının, kemerlerine baksın, mimarisine göz atsın. İllaki yıkılmak isteniyor ise, açıkça beyan edilsin. Denilsin ki “Sizin belirttiğiniz yapının altında Roma yapıları var. İç Kale ve çevresinde Rma Dönemi’nden kalma yapıları ihya etme çalışmalarımız var ve bizim amacımız bellidir.”
Alanda araştırma yapan arkeologlara danışıldığında, yapının ibadethane amacıyla yapıldığı ve harap halde olan yapının başka bir işlevle ilişkilendirilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir.
Mezkur mahalde tarihen satıldığı varid olunan mescidin, nerede aranması gerektiği hususunda yetkililer açıklamada bulunmalıdır. Bu yapının kimi kaynaklarda harap olduğu açıklamasına dayananlara, özel mülkiyete geçen yapının mescid olmaktan çıkarıldığını, tavanının ortadan kaldırıldığını söylememiz zor olmasa gerek.
Şimdiki haliyle seksen sene önceki halinin bir olmadığını kim bilmez ki…
Sormak gerekir, kimilerine: Hz. Süleyman Camii, ihtiyaca cevap vermiyor. O halde beş sene sonra ibadet ihtiyacını karşılamaya yeterli olan bu yapı, camii değilse bile kadınlara mahsus ir ibadethane olarak düşünülse kime ne zararı vardır?
Hem bu yapı tarihi sıfata haizdir. Hem bu yapı Hz. Süleyman Camii ile yan yanadır.
Bizi, hariçten gazel söylemekle itham eden olabilir. Bu işi savunması gerekenler, işin ehemmiyetine vakıf değilse yazdığımız kendileri için bilgidir, belgedir. Buna rağmen ikna olmakta zorlanan, bu alanın ibadethane olmadığını savunan, kim ise delilleri ile bize bunu açıklamalıdır. Adeta, bu şehrin turizm ve inanç şehri olmasını istemeyenler var. İç Kale ve Sur İçi, turizme açılacak ise öncelikle bu yapının tarihi yapı olduğu tescil edilmelidir
Kanaat o ki kimse bu alanda bir mescid ihya etmeye ya cesaret etmemektedir ya da belirttiğimiz konularda zevat, bilgi sahibi değildir. Kimsenin çekinmesine gerek yok, aslında. Kiliselerin yeniden onarıldığı şehirde, kimse daha önce mescid olan ve şu andaki şekliyle namaza durmamış olanın bile “ Burası camiidir.” diyeceği mekan için, kalkıp bilimsel-ilimsel raporlar olmadan hareket etmek istemeylere, bu mekanın en azından beş yüz seneyi geride bıraktığını söyleyecek ehl-i hüner yok mu?
İsmini ister “Hamza Beg” bırakın, isterse “Sinoğlu” bırakın ya da “İç Kale Camiî” deyin, ne derseniz deyin, bu alanın mescid olduğunu kabullenin ve tarihe karşı sorumluluğunuzu yerine getirin. İbrahim Yılmazçelik’in “XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır” isimli hacimli eserinde, “İç Kale Mescidi” adı altında şu bilgi yer almaktadır:” İç Kale Camii itişiğindedir.29 Temmuz 1799’da faal olduğu anlaşılmaktadır.” (age s 70 )Aynı eserde İbn-i Sin adındaki caminin İç Kale’de yer aldığı bilinmektedir. (age s 55) Murteza Paşa Camii de İç Kale’de yer almaktadır. (age s 54) Kimi kaynaklar, Hz. Süleyman Cami onarımını yapan Paşa’nın adıyla bu camii isimlendirir. İç Kale içinde Mustafa Paşa’ya ait bir camii de söz konusudur . (age s 55) Veli Kethuda Camii yine bu aradadır. (age s 56)
Sorulmaz mı, yüz yıl içinde bu camilere ve mescitlere ne oldu? Bunlar, tarihi eser kapsamında ise yerleri soruşturulamaz mı? Var sayın ki Hamza Beg Mescidi dahil, bu yapıların içinde bir yapıya tekabül etmektedir, mevcut mekan.
Mescid amaçlı yapıldığı ortada olan bu yer için kitabe aramanıza gerek var mı? Belki de “İç Kale’ye cami yaptılar” manşetinden çekinceler olabilir. Basınının kimi cenahında itiraz sesleri yükseldiğinde, bu yazımız ve bizim ile aynı doğrultuda tespiti bulunanların yazdıkları cevap olacaktır.
Tarihe karşı sorumluluğun idrakinde olmanın verdiği iç huzurla, bu mükellefiyeti ifada biz, şehri araştıran, tanıyarak tanıtılmasını amaçlayanlar, akademik unvanların arkasına saklanmaksızın, “Şehir Araştırmacısı” olarak, gereken görevi yerine getirdikten sonra yapılanlar ne olursa olsun, üzerimizdeki sorumluluğu yerine getirdikten bu mekân, nasıl kullanılırsa kullanılsın, son sözü kalıcı olan bu tür yazılar belirler. Belirtilen alan asli gayesine uygun düzenlenirse, orayı onaranlar, asli haline döndürenler o mekân durdukça hayırla anılırlar.
SULTAN SA’SA’A MİSAL OLMALI
Vaktiyle Sultan Sa’sa’a Mescidi, Medresesi ve ilk defnedildiği alana dair oluşan spekülasyonlar, şehrimizde olası kimi sosyal patlamalara sebebiyet verme derecesine ulaşmıştı. Tarihen sabit bilgileri ve fotoğrafları yayınlarken, burasının zamanında mescide, medreseye ve kabire mekân olduğunu bilmediklerini belirtenler, iki seneyi mütecaviz zamanda doğruyu kabule taraftar olmuş, tarihen sabit olan belgeleri de adeta kerhen kabul etmişti. Bekliyoruz, bu alana dair yapılması düşünülen ve projesi hazırlanan sembolik düzenlenmenin ne zaman başlayacağını; merak içinde bekliyoruz.)
Kilise müştemilatından dönen ehl-i rapor, şehrin birkaç katmanına inse şehri “Roma Sit Alanı” ilan edecek konumda dirayetliyse, İç Kale’de Roma’dan kalan amfitiyatroyu bulsun bulmasına, öncelikle Hemedek-Vir’an Kal’a- Höyük kazısını yaparak, Roma’dan çok önceki dönemlere erişme imkânı bulabilir.
Bilgi-belge-kitabe-vakıfname istemenin bir manası da yok, kimi eserler için. Dağ Kapı Burcu üstündeki Mescid, ileride burçların turizme açılma aşamasında yine aynı tezatlar içinde med-cezirler yaşatacaktır. Diyarbakır Kalesi’nde, Mar İstefanos’tan sonra İlk İbadethane olan Dağ Kapı Mescidi, Osmanlı Döneminde ibadete açıktı.
SON SÖZ NE OLMALI?
Mar İstefanos’tan ileride bahsedeceğiz, elbette. Yerini seneler önce tespit etmiştik, bilinen bir yer olmasına rağmen bu alanın Mar İstefanos’a ait olduğunu tarihi kaynaklardan edindiğimiz bilgilerle ortaya koymuş ve bir dergide yayınlamıştık.
Bu yazımızı okuyanlar, Mar Zuknin Manastırı hakkında da araştırmalarda bulunduğumuzu bilmelidir. Sadece Müslüman olduğumuz için İslamî eserler hakkında yazmadığımızı bilmeliler. Hıristiyan Dünyası’nın kaynaklarında yerleri belli olmayan iki ibadethaneyi de tespit etmiş bulunmaktayız, seneler önce.
Sultan Sa’sa’a tabiyetiyle Arab, Hamza Beg Türk, Mervanî Mescidi Banîsi Kürd, Mar İstefanos’un Roma, Mar-Zuknin’in ise Süryanî olması muhtemel. Beş milletten oluşan beş ibadethane. Hepsinin yeri de yurdu da Diyarbekir’dir. Roma, geçmişte kaldı, eserleri ile bilinmektedir. Süryanî vatandaşlarımızın Kadîm Kilisesi ayaktadır. Sultan Sa’sa’a’nın adına yapılan yapı yok, Mervan yapısı atıl vaziyette ve Hamza Beg’e isnad ettiğimiz, başkasına da ait olabilecek yapı, tavanı çökük, molozlarla iç içe, harabe halinde. “Romanın ve Süryanilerin eserleri ortadadır. Arabın, Türkün ve Kürdün yaptıkları haraptır.” sonucuna sizi ulaştırmasın, belirttiklerimiz. Biz, ulaştığımız belgelere, okuduğumuz bilgilere ve kaynaklara göre hareket ediyoruz, açıkçası. Şehir Araştırmaları Merkezi ya da bu konuda bir enstitü olsaydı, ne bu tür yazılar kaleme alırdık ne kimi taraflara çekilebilecek, bazen kişiyi yargısız ithamla zan altında bırakacak anlayışlara, düşüncelere kapı aralanabilirdi. Biz, bu yazdıklarımızı dile getirirken kötü niyetle, bizi suçlayıcı donelerle hareket edenlerin çıkabileceği ihtimalini de göz ardı etmiyoruz. Gerektiğinde bilgiyle, belgeyle, kaynakla konuşuruz. Yine de belirttiklerimizin yanında söylenecek çok şeyin olduğunu belirtelim. Hani bu Şehrin Üniversitesi vardı? Hani bunun Mimarlık Fakültesi, Arkeoloji Bölümü, Tarih Bölümü, İlahiyat Fakültesi nerede? Sahi İl Müftülüğü bu hususta ne düşünmektedir? Bu ilde meskûn olan Vakıflar Bölge Müdürlüğü var, Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü söz konusu…
Biz, alanımızla ilgili yeterliliğe sahibiz de arada bir şehri konu alan kitaplar okuyarak, bu yazıları kaleme alıyorsak, bu alanın mes’ulü olanlara iş düşmektedir.
Şimdi, Şehir Araştırmaları Merkezi’nin neden kurulması gerektiği hususunda bizi haklı görmekte misiniz? Bu ortamda verilen cevabınız ne ise sizi de haklı görüyorum. Çünkü senelerin biriktirdiği kördüğüm yumaklarını açmak, düğümleri tarihi perspektif içinde ipleri kopartmadan eski haline döndürmek, insan ömrüne sığmıyor, yazılarımızla sadece olumsuzlukların takipçisi oluyor, yanlışlıkların yerine doğruları ulaşabildiğimiz kaynaklara göre dile getirmeye çalışıyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.