Subaşı Camii’nin avlusuna, önünden geçen yoldaki girişte asırlık, ulu bir çınar, bir hayli badirelerden sonra hâlâ ayakta durmaktadır. Beş on yıl öncesinde bağrı, gövdesinin topraktan iki-üç metre yükseğe kadar oyulmuştu. Hatta bir nadan adam, o kovuğa ıvır zıvır birtakım şeyler bile koymaya başlamıştı. Adeta kalbe saplanan hançerin döndürülmesiyle yaralanan beden nasıl acılı bir ölüme zorlanırsa, ulu çınar da benzer bir durumla boğuşur gibiydi. Bereket, ulu çınarın bağrındaki kovuk özel bir maddeyle dolduruldu, bir bakıma kalp ameliyatı oldu ve canlandı. Yaşlı, kırılmış dalları budandı, ululuğuna yaraşır yüksekliği ve görkemi biraz örselendi ama hayatta oluşu, yaşama azmi imrenme duygusunu depreştirebiliyor.
Böyleyken, ulu çınarın bağrına taş dökülmüş duygusundan kurtulamıyorum. İstanbul’un da! Daha önemlisi, insanın da bağrına, yüreğine bin bir çeşitten ihtiyaç gibi algılatılmış ihtiyaç olmayan taşların döküldüğünü bir iç sızıyla duyar gibiyim: Ey insan, ses ver!
02.10.2013 Milli Gazete































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.