Her şeyden önce küresel (globe) kelimesi nesneyle, eşyayla, cisim halindeki maddeyle doğrudan ilişkilidir. Evren, yani kainat (universe), mahiyetine, özüne (cevherine) unsur olarak madde dahil edilmiş olsa bile, zihnî bakımdan soyut, ideal, aynı zamanda manevi özlü varlığı içkin (mündemiç, immanent)dir. İlkelere dayanır, ilkelere dayanarak kavrayış düzeyine getirilebilir ya da ilkelere kaynaklık edebilir.
Küreselleşmenin dünya kamuoyuna ve bu arada Türkiye kamuoyuna taşınması ‘80’li yılların başından itibaren başlamıştır. Doğum alanı aslında iktisat, özel olarak kapitalizm ve onun kaçınılmaz sonucu olan emperyalist politikalardır, denebilir. ‘70’li yıllardaki “petrol krizi”, Avrupa ve Amerikan kapitalizmini kökten sarsan, uyaran ve yeni önlemlere zorlayan bir olay olmuştur. Birtakım iktisatçı ver siyaset bilimcilerinin ortaya attıkları, iktisat ve siyaset kuramlarının, kapitalizme yeni bir görünüm sağlama çabalarının sınanmasıyla doğrudan ilişkilidir. “Şikago Okulu” olarak adlandırılan bir grup iktisatçı ve siyaset bilimcinin parlatılmasıyla Amerika’da Reagan, İngiltere’de Thatcher vb. uygulama girişimleri, küreselleşmenin temelini oluşturdu. Daha doğrusu kapitalizmin kronik krize bağlı nöbeti küreselleşme söylemi yaftası altında gizlenmeye çalışıldı. Kapitalizmin kaçınılmaz sonucu ülkelerde olduğu gibi, dünya ölçeğinde de aşırı zenginlik-aşırı yoksulluk, bunu besleyen damar olarak sömürü sürecinden kurtulamamaktadır. Yani adaleti, sözgelimi gelir dağılımında, üretim ve tüketim dengesinde, hammadde ve emek konularında, ever adaleti gözetememesidir. Çünkü adalet, evrensel bir etik erdem olduğu gibi, evrensel düzeyde uygulama kuralına muhteva kazandırılan bir hukuk ilkesi, daha doğrusu amacı, yani idesidir. XIX. yüzyılda, mesela J.S. Mill gibi birtakım yazarlar kapitalizme bir ahlaki temel oluşturmaya çalışmışlarsa da, yapısı ve mahiyetindeki doku uyuşmazlığı, bu türden değerleri kendi amacı doğrultusunda dönüştürmüştür.
Özetle “küreselleşme”, her türden ideolojiyi, dünya görüşünü, din ve inancı soğurup dönüştürmeyi, ifsat etmeyi, kendi varlığı için şart gören kapitalizmin, şartlar gereği bir maskesi ya da şapkasıdır. XVI. Yüzyıl Avrupası’nda Hıristiyanlığa Protestanlığı (özellikle J. Calvin ve Calvincilik gibi) aşılayan bu güdü, günümüze kadar insanlığın, toplumların, ülkelerin, devletlerin, kültürlerin, uygarlık ve inanışların hasmı olarak varolmuştur.
Bugün küreselleşme söylem ve politikalarının hedefi, düşmanı, mağduru, mazlumu olarak belirlenmiş Müslümanların ve ülkelerin siyasetçileri, yöneticileri, yazarları, bu oyunda rol kapabilme ihtirasına kapılmışlarsa, akıl almaz bir aymazlık söz konusu olmalıdır. Bu da bir düşünce ahlakı sorunudur aslında.
13.02.2013 Milli Gazete































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.