Bu tespitler birkaç noktada önem taşırlar. Bir başka ifadeyle, İslam ülkelerinde halklar ile yönetimlerin ortadan kaldırılması, birtakım sorunun doğru tespit edilerek öncelikle çözümlenmesini şart koşmaktadır. Bu ise, çok yönlü araştırmaya, aynı zamanda ve öncelikle bir özeleştiri, yani bir muhasebe ve murakabeyi gerektirmektedir. Bir anlamda bir durum tespitinin yapılmasını öngörmektedir. Sözgelimi Müslüman halklar, çeşitli ve farklı mezhep anlayışlarına rağmen, genel olarak itikat noktasında, mesela Hıristiyanlıkta olduğu gibi, ciddi ve derin bir ayrılık içinde değildirler. Dolayısıyla, teknik ifadesiyle söylenirse, çeşitli ve farklı kültürlere sahiptirler. Bu kültürel çeşitlilik ve farklılıklar, bir zenginlik, güç ve imkan kaynağı olabileceği gibi, bağlamlarından koparıldıkları takdirde bir husumet, çatışma vesilesine de dönüştürülebilirler. Somut örnekleri biliyoruz. Irak’ta, Afganistan’da, Pakistan’da ve diğerlerinde, özellikle Batı’nın büyütece tuttuğu Sünnilik ve Şiilik gibi. Aynı zamanda, İslam ülkelerindeki yönetimler varlıklarını yerleştirme ve sürdürmede bunu kullanmaktan çekinmemektedirler. Oysa itikat bakımından “Müslüman” kavramı kuşkuya yer vermeyecek ölçüde açık ve kesindir. Kelime-i tevhid ve şehadet muhkem bir ilkedir. İlişkilerin düzenlenmesi de buna uygun olmak durumundadır. Kaldı ki, kültürel çeşitlilik ve farklılık, dinin hayata ve ilişkilere nüfuz edebilmesinin hem bir gereği, hem de sonucudur.
Bu durum bizi kurum olgusuna götürmelidir. Ayrı bir yazı(lar) konusu olmakla birlikte, hemen belirtilmelidir ki, Müslüman halkların sorunlarını çözümleyecek işlerlikte kurumları var mıdır, yok mudur?
28.08.2013 Milli Gazete































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.