Yalova’da Edebiyat Öğretmeni Türkân Ayyıldız;İç İçe Geçmiş Kalpler Sobeleyen Kırmızı Bir Gül
İyi projeler üreten ve bunları başarıyla uygulayan çok az insan tanıdım yarım asırlık ömrümde. Hele de öğretmen camiasından… haklı da olsalar tenkidi bu kadar bol, başarılı uygulaması bu kadar çok az camia vardır eğitimcilerden gayrı.
Sayılarının artması için dua ettiğim, gayret ettiğim, her halükarda desteklediğim az sayıdaki güzel örnekten birisi de Yalova’da Edebiyat öğretmenliği yapmakta olan Türkân Hoca’dır.
Sevmediğim Fransızların sevdiğim atasözünde geçen ‘okuldan değil öğretmenden mezun olunur’daki bahsi geçen öğretmen Türkân Ayyıldız’dır işte.
Bir insan mesleğini bu kadar mı sever, öğrencilerine bu kadar mı düşkün olur, edebiyata bu kadar mı kara sevdalı olur; bu üç sorunun da cevabı ‘evet’tir. Ve bu evet’lerin yolu Türkân Hoca’yla kesişir bir yerlerde.
Delikanlı kızdır, mert kızdır, mücadeleci kızdır; tuttuğunu koparmadan bırakmaz. Doğru hedefler koyar, doğru hedeflere doğru insanlarla yürür.
İletişim uzmanıdır; naif zarif kibardır. Bir o kadar da mesafelidir. Ve nettir. Ne istediğini ne zaman istediğini hangi proje için istediğini net ifade eder. Doğrusu Türkân Ayyıldız ile konuşurken bir sosyal bilimciden çok bir sayısalcı ile konuştuğunuzu hissedersiniz; öylesine analitik öylesine detaycı öylesine koralasyonlu.
Bir de Türkçeyi adeta bir spiker titizliğiyle kullanabilen çok az öğretmen gördüm ben: O azlardan birisi de odur.
Hep olumlu hep dengeli hep planlıdır o; hep çalışkan hep istekli hep geliştirendir o; hep özgün hep yenilikçi hep ilerleticidir o. O nedenle olmalı, her ay bir iki projesi uygulamadadır, her ay bir iki öğrencisi ulusal ödül almıştır, her ay bir iki grup yapıp medeniyetimizin başşehri İstanbul’a götürmektedir. Bir hata sonu Karacaahmet’te Cemil Meriç, Küplüce’de Cahit Zarifoğlu, Aşiyan’da Yahya Kemal, Orhan Veli yahut Tanpınar’ın misafiridir öğrencileriyle beraber, bir başka hafta sonu Şehir Tiyatrolarında ‘Kerbelâ’da’dır.
Malatya’nın atom karıncası Nilüfer Zontul Aktaş’ın 44 yazarın çocuk kardeşlik barış temalı şiir öykü deneme yazdığı, ‘Kırmızı hayatın rengi olsun, ölümün değil’ kitabını birlikte hazırladık birlikte redakte ettik Türkân Hoca ile. Tashihini de o üstlendi kitabın. Bu vesile ile daha yakından çalışmış, daha yakından tanımış oldum; ondaki iş disiplinini, zamana riayetini, sözüne sadakatini, olağanüstü fedakarlığını görünce tebrik etmemek, teşekkür etmemek, takdir etmemek ne mümkün! Ve bütün bunları kotarırken ‘Hocam…’ diye başlayan cümlelerdeki nezaketini, nerede duracağını hiç şaşmaz biçimde ustaca belirleyişini, ukalalığa kaçmadan… böbürlenmeden uzak bir eda ve tavırla yaptıklarının başarılarının hep iki adım geride duruşunu…
Tipik bir Malatyalıdır Türkân Hanım. Malatya’nın güzel ailelerinden birisi, Akgüllerin kızıdır o. ’44 Yazar Barış Kardeşlik ve Çocuklar İçin Malatya’da Projemiz çerçevesinde son gidişimde yakinen tanıma imkânı buldum Akgülleri. Her birisi ayrı güzel insanlar. Baba Ahmet Akgül’ün seksen yaşında olduğu hâlde Türkiye’nin her bir meselesiyle büyük bir titizlikle ilgilenişini, ülkesini büyük bir vatanperverlikle sahiplenişini gördüm, takdir ettim. Anne Hayriye Hanım’ın şefkati kuşatıcılığı insancıllığı kadar aileyi gözleriyle idare edişine şahit oldum. En büyük ağabey Hacı Mehmet’in mertlik yiğitlik ve cömertliğine tanıklık ettim. İyi bir tüccar olmasına karşın, ‘iyi insan/merhametli insan’ olmanın ticarete mugayir olduğunu bir kez daha farkına varmanın hüznünü yaşadım. Ortanca ağabey Hasan’daki dengeyi misafirperverliği fedakarlığı cömertliği yiğitliği teşhis ettim yüzünde, her görüşümde. Eşi Zehra Hoca’mın gözleriyle konuştuğunu, kendisini bazen yemekleriyle ifade ettiğini, yüz ifadesiyle çok şeyler söylediğini okudum; onun maharetli elleriyle pişen yemeğin lezzetinde, aslında bütün o doğu insanında şahitlik ettiğimiz misafirperverliğin samimiyetin ve insan sevgisinin bolluğunu keşfettik adeta. Abla Medine Hanım’ın, anne Hayriye Hanım’dan kopyalanarak tevarüs ettiği birçok özelliği görünce ecdadın söylediği ‘anasına bak kızını al’ ilkesinin nasıl kıyamete dek sürecek şaşmaz sapmaz yıkılmaz bir kanun olduğuna mutmain olduk. Ailenin en küçük ferdi Türkân Hanım’ın anne ve babasının etrafında bir serçe yüreğiyle dolaşışını çırpınışını kanat çırpışını görünce kendisine bir başka yönden de hayran oldum elbette. Bireyciliğin, bireyselliğin, bireyselciliğin zirve yaptığı bu çağda Akgülleri yakinen tanıyınca, oldum olası ‘aile’ birlikteliğini ‘ülke’ birlikteliğiyle eş tutan ben, cennet vatanımın geleceğinden daha bir ümitvar olduğu mu itiraf etmeliyim.
Evet; bir örnek aile, bir mümtaz aile, bir güzel aile Akgüller. Türkân Akgül Ayyılıdz’da gördüğümüz güzel ve takdire şayan karakter özellikleri, ‘armut dibine düşer’ yahut ‘asil azmaz tuz kokmaz’ değişmez ilkelerimizin bir kez daha bin kez daha bir milyon kez daha hayata yansıması elbette.
Mümin, mütevekkil, mütedeyyin bir doktorla, Dursun Ayyıldız ile evli Türkân Hocam. Rabbim üç güzel evlat ile ödüllendirmiş onları: Orta sona giden Zeynep Rana, henüz beş yaşındaki Ayşe Neva ve dört yaşındaki Ahmet Rasim. Bol okuyan bir doktorla ‘hayatı edebiyat’ olan bir öğretmenin çocuklarının isimleri çok şey söylemiyor mu zaten… Ne güzel!
O bir denge insanı demiştik. Ölçü insanı, düzey insanı, analiz insanı evet o. Oğlu Ahmet Rasim’in adının kendi babası ile kayınpederinin adının birleşiminden meydana geldiğini söylersem, vefa saygı ve denge kadar; problem çözücülüğünün de altını çizmiş olmaz mıyım sizce de.
O bir fedakarlık o bir şefkat o bir sahiplenme insanıdır. Mezun ettiklerini de okuttuklarını da kendi üç çocuğundan zerrece ayırmayan, zaman zaman daha fazla üstlerine titreyen bir ‘serçe yürekli hoca’dır o.
Israrcı ama kavgacı değil, sağlamcı ama saygısız değil, faydacı ama çıkarcı değildir onun yaradılışı. Almayı değil vermeyi sever; hep fedakar hep veren hep ikram edendir.
Bir işe bir projeye bir uygulamaya ruhunu koyar, vücudunu koyar, yirmi dört saatini koyar.
Özgün projeler üretmekte üzerine yoktur: On iki yıl önce Yalova Fen Lisesi öğretmeniyken il çapında başlattığı ve Dilek Karaduman’ın takdir edilesi gayretiyle hâlen devam ettirilen ‘Yazsın Kalemler Şiir ve Öykü Yarışması‘, başarılı öğrencilerine İstanbul’un mezarlıklarını tek tek gezdirerek uyguladığı ‘İstanbul Hazire ve Mezarlıklarındaki Edipler’i, Yalova’nın en güzel projelerinden birisi olan ve il düzeyindeki tüm lise öğrencilerinin katıldığı ‘Güzel Türkçemizi Güzel Konuşalım’ Yarışması… onun ürettiği güzelliklerden sadece birkaçıdır.
Evet o ‘proje canavarı’ bir öğretmendir. Yalova’nın ‘atom karıncası’ bir öğretmendir. Benim de zaman zaman ‘bu analitik kafayla siz doktor ya da mühendis olmalıymışsınız hocam’ diye takıldığım, proje kafalı bir güzel öğretmendir o. Hâlen Yalova Anadolu İmam-Hatip Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenidir.
Uzunca bir süredir yetenekli gençlerden oluşan bir öykü atölyesi yürüttüğü, yayıma hazır bir yazarlık okulu kitabı olduğunu da belirtmeliyim bu noktada. ‘Sosyal Hizmetler’ alanında yüksek lisans yaptığı, birçok sempozyumda bildiriler sunduğunu da.
Ayrıca… sadece okutan sadece öğreten sadece üreten biri değildir. Yarınlarda öykücü olarak da adını çokça duyacağınız ‘kankisi/ekürisi’ Segâh Gümüş ile birlikte bir zarif bir güzel bir latif kalem sahibidir de. Bu işlerden birazcık anladığını sanan ve yaklaşık otuz beş yılını bu işlere veren bir kalem sahibi olarak dediklerimi ciddiye alırsanız eğer, söylemek isterim ki, ‘kalemine haksızlık eden bir güzel kalem sahibi’dir Türkân Ayyıldız. Yani az yazan, yani yazmaya az eğilen. Yukarıda adı geçen ve editörlüğünü birlikte üstlendiğimiz kitapta yer alan ‘Sağım Solum Sobe Kırmızı Ebe’ başlıklı yazısından küçük bir bölümü paylaşmak istiyorum sizlerle; varın kararı siz verin:
‘Bu yazı hiçbir şarkının, hiçbir resmin, hiçbir şiirin anlatamadığı kırmızı kıyameti anlatmak için yazıldı. Uzaklardan bir yerden gelerek yüreklerimizi dolduran, kanımızı donduran bir renkle uyandı bir gün çocuklar!
Kırmızı pusu kurmuş bekliyordu bir köşede... Ölümü bir oyuncak tabancanın art arda basılan tetiğinde sanan vahşi bir katliamın çocuklarıydı onlar. Gülüşleri tutsak... Ateş onları kurumuş bir dal gibi yaktı. Nefesini tutup da ölmeyenler, özgürlük adına güzelleştirmek istediler hayatı. Küçük teknelerle büyük hayaller taşımak istediler dünyaya... Kıyaya vurdu küçük bedenleri... Bir nilüfer çiçeği gibi açtılar yüreğimizde kanayarak...
Bir başka kırmızı pusu kurmuş bekliyordu bir köşede. Annelerinin nasırlı ellerinde ağlayan, eflatun bakışlı çocukların göz yaşlarında. Boylarından çok daha büyük bir hayatta iyice küçülmüşlerdi. Gülüşleri un ufak olmuş masal yüzlü çocuklar: Dövülen, suçlanan, ezilen, küçümsenen... Kırmızının narin bedenlerinde hâle hâle yer ettiği, hayalleri çalınmış, uçurtmaları vurulmuş, umutları dağıtılmış çocuklar...
Kırmızı pusu kurmuş bekliyordu başka bir köşede. Bir gün küçük bir kızın gonca dudağında incecik bir çizgi olmuştu. Boyanan yanakları, kınalanan elleri ile yetişkin olduralamayan; ürkek bakışlarıyla çocukluğunu ele veren küçük bir kız çocuğu pusuya düşmüştü. Kırmızı bir örtüyle bağlanmıştı başı... Düşlerinde oyun oynayan o çocuk, şimdi gelin olmuştu, evcilik oynarken rüyalarında… Kınalı ellerini kanatarak yıkadı... Akan bir daha asla dönemeyeceği masumiyeti, hayalleriydi. (…)
Ancak bu kırmızı gün gelecek, an gelecek; yorgun kalpleri tekrar hayata iade edecekti. Göklerde kırmızının sarıyla dansı başlayacaktı... Sahte duyguların gözüne mil çekilecek ve kırmızı asli görevine dönerek fışkıracaktı hayat alevi olarak yüreklerden... Beklenmedik anlarda, yüreklerin kapılarını çalacaktı coşkusuyla, yol gözleyenlerin; yolu gözlenenlerin... Dünyanın kirli, karaya çalan kırmızısı, hiç beklenmedik bir anda ve şekilde yüreklerde temizlenip cemiyetin tekmili birden vuslat rengi olacaktı. Dağlanmış bir sevdanın izleri, yürekten yüreğe geçerken; kırmızıya çalacaktı beti benzi atmış yüzler... Renklerin en yorgununu, en kırılgan yerinden yakalayacak ve savuracaktı merhamet sağanaklarına. Belikleri çözülmüş bir kız çocuğunun masum bir busesi ile asırlık uykusundan uyandıracaktı gönülleri susamış insanları. Alev kırmızısı, miadı dolan eski masalları köhne zamanlara gönderecek, gömecekti. Ruhların sırdaşı, gözlerin neşesi; sevdanın, aşkın ve tüm güzelliklerin rengi olacaktı...
Sevgili’nin "Bir kızıl goncaya benzer dudağın"ın nağmeleri söylenirken,"Yarin dudağından getirilmiş / Bir katre âlevdir" in sıcaklığıyla kalpler birbirine ısınacaktı... İç içe geçmiş kalpler sobelemişti kırmızıyı, en kızılından...’
Evet, onun adı Türkân Akgül Ayyıldız. Yalova’da on altı yıllık bir Edebiyat öğretmeni. Hayatı yazdırmak okutmak öğretmek olan bir güzel yürek.
Bir kırmızı yürek, iç içe geçmiş kalpler sobeleyen. Türkçe yaşayan Türkçe yaşatan kırmızı beyaz bir kalp.
Yolun açık, mücadelen kutlu, hizmet ve himmetlerin bol olsun Türkân Hoca’m.
Yalova’yı da sevdirdin bize. Senin kattığın ‘güzel’liklerle ‘taktığımız’ bir şehir, bir kırmızı gül, bir ‘kızıl gonca’ artık Yalova. Müsterih olasın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.