Bu yoğun "28 Şubat" tartışması içinde geçenlerde uzunca bir bölümünü izlediğim farklı bir programdan söz edeceğim şimdi de.. Güzel programdı doğrusu. Ülke medyası bunca yıldan sonra – bildiğim kadarıyla nihayet- Merve Kavakçı'ya söz veriyordu. (Söz konusu yarışma programınin önümüzdeki günlerdeki fasıllarından birinde "Yakın tarihte bin türlü hileye başvurularak Meclis dışında bırakılan milletvekilinin adı nedir?" sorusuyla karşılaşırsak şaşırmayalım!)
Merve Kavakçı, söz konusu programda "28 Şubat" ruhunu çok güzel açıkladı doğrusu. Biraz önce sözünü ettiğim "hile"nin özellikle altını çizerek. Partili erkek yoldaşlarının kendisini nasıl yalnız bıraktığını hatırlatarak. En önemlisi de kendisine oy veren 400 bine yakın seçmenin oyunun bir alicengiz oyunuyla deve yapılmasına ilişkin itirazlarını dile getirerek.
Merve Kavakçı'nın "28 Şubat"ın bunca tartışmaya rağmen önemli ölçüde –hâlâ- devam ettiği yolundaki değerlendirmesi de önemli olduğu ölçüde yerindeydi. "Siz Devlet'i bu kadar unutkan mı sanıyorsunuz?" der gibiydi...
Konuşmacının Meclis'te yine hâlâ niçin başörtülü milletvekili bulunmadığına ilişkin sorulara cevabı da önemli ve açıklayıcıydı.
Bu ve benzer açıklamalar içinde beni en çok "kendisine oy veren 400 bine yakın seçmenin oyunun bir alicengiz oyunuyla deve yapılmasına" ilişkin olanı düşündürdü. Çünkü bu haklı şikayete konu olan sorunla bugün de karşı karşıyaydık. Kavakçı'nın binbir "hile" ile Meclis dışında bırakılmasını çağrıştırır biçimde bugün de bilmem ne kadar seçmenin oylarıyla seçilen milletvekilleri Meclis dışında değiller miydi? Demek ki bu ülkede "Devlet", sabahtan akşama herkesin bıkmadan tekrarladığı "milli irade"nin tecellisi yolunda o ya da bu gerekçeden hareketle sürdürdüğü "vasi" rolünden hâlâ vazgeçmemişti. Açıklamadığı için bilemem ama tahminin o ki, Kavakçı'dan sözünü ettiğim bugünkü sorunun değerlendirilmesi istense, tutarlı davranarak "28 Şubat"ta seçmenlerinin seçme haklarına el koyulmasına itiraz ettiği gibi benzer bir şekilde son genel seçimde çok daha önemli sayıda seçmenin seçme haklarının elinden alınmasına da itiraz edecekti.
Konuya ilişkin düşüncemin yanlış anlaşılmaması için şu notu da düşmek isterim: Benim bildiğim kadarıyla –bilmiyorum belki de vardır- demokrasilerde tutuklu milletvekili adayı çıkarıldığına şahit olmadık. Ama bu bayağı "özel" durumun benimsendiği bir ülkede adaylık süreci Yüksek Seçim Kurulu'nun nezaretinde tamamlandıktan sonra seçilmişlere "kusura bakmayın" denmesi çok daha şaşırtıcı değil mi? Bir devlet hiç değilse "tutarlı" olmak zorunda değil midir? Tıpkı Merve Kavakçı'nın milletvekilliği hikayesinde karşılaştığımız gibi.
Yazının bu bölümünde sözümü unutmayıp "28 Şubat" ruhunu içine sindirmiş "Türk medyası"nın o dönemde Merve Kavakçı'yı okurlarına nasıl takdim ettiğine ilişkin zamanında yayımladığım "eğlenceli" bir iki satır aktarmaya hazırlanıyordum ki, elimi attığım ilk yazıda karşıma çıkan şu sözlerden sonra lafı daha fazla uzatmanın gereksiz olduğuna kanaat getirdim. Şu sözlere bakın lütfen: "Sadece Merve Kavakçı. / Halbuki sen devletsin. Merve'yi kulağından tutup atarsın... Tartışmayı bitirirsin... / Böyle şey mi olur? / Sabahtan akşama kadar Merve mi, konuşulur? Yapacak çook işimiz var. / Ayrıca acelemiz var." (Dikkat ediyorsanız bu köşe yazarı da dönemin ruhunu benimsemiş pek çok meslektaşı gibi Merve Kavakçı'dan küçük adıyla, "Merve" diye söz etmektedir."
Bu sözlerin "merkez"e geçmeden önce zamanında "Ergenekon"un öz yurdu olan "anti komünizm" faaliyetinin öne çıkan bir köşe yazarının kaleminden çıktığını da unutmayın... Çok da "muhafazakar" çok da "milliyetçi" bir medya "abi"sinin kaleminden...
10.03.2012 Yeni Şafak
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.