Kendini yakanları, vücudunu bomba niyetine kullananları, pusuya düşürenleri veya mayınla patlatanları onurlu mücadelenin gramerine katıveren siyasetçiler. Direniş dilinin ölçüsünü kullanmaksızın kalbin sırrını deşifre ettiğine inanan...
Ve en çok da 'bilimsel analitik örtüleri'yle adalet ve hakkaniyet talep edenleri hedef gösteren yazarçizerler, gerçeği saptıran veya ima yoluyla nefret suçu işleyip bilimsel titrlerinin arkasına sığınanlar...
Hepsi, her şey iç içe. Ayıklamaya, tasnif etmeye, tanımlamaya çalıştıkça çarptığımız duvarlarda birer mermi boşluğu açılmış hep.
Suçluların bir kısmı halen dışarıda. Ve 'içerisi' ile 'dışarısı' arasındaki manik depresif ilişkiye ait tüm yargılarımızı yönetiyorlar. Bazen sokak çatışmalarını provoke ederek, bazen şiddetin kitleselleşmesi için doksan yıldır yapılageldiği gibi dedikodu ve yalan haber üretip gençlerin nefret ve öfkelerini kamçılayarak.
Kan aktıkça katettiğimiz kelimeler yığıldı kaldı toprakta. Üst üste. Anlamlarını tüketti, terk ettiler. Geriye kadavraları kaldı. Ölü umutlarımız gibi. Çoktan çürümüş iyiniyetlerimiz gibi.
Kelime kadavraları. Bugünün kan deryasında yegâne 'medeniyet' izi!
Üç yıl önce Zaman'daki son yazımda "haksızlığa ve zulme direnenler özgürdür" demiştim. Bu ülkede bizi çatıştıran sinsi muktedir dil evet, bu ortak direniş sayesinde sesini eskiye oranla daha az çıkarıyor. Ama pes etmiyor. Her birimizi Ogün S. gibi tetikçi olarak yetiştirmek için elinden geleni ardına koymuyor.
Nefretin, öfkenin, şiddetin hepimizin konuştuğu tek anadil olması için oluk oluk kan akıtmaktan kaçınmıyor. Özgürlüğümüz, özerkliğimiz, anadilimiz, haklarımız, adalet ölçümüz... Bunları konuşabilmek, ortak bir dilde ifade edebilmek için sivil anayasa yapmamızı hiç istemiyor.
Bin ayaklı gövdesi var. Dağa, ovaya, meclise, medyaya, sermayeye, dışarıya, içeriye... Her yere uzuyor.
Yeni işbirlikleri, ittifaklar kuruyor. Bazılarını bozuyor, çözüyor, sonra yeniden bağlantılandırıyor farklı denklemlerle. Gerçeklik algımızın hudutlarını kaldırıyor pervasızca. Hak ile batılı birbirine karıştırıyor.
Faili meçhullerin, işkencelerin, yargısız infazların, katliamların devlet operasyonlarıyla işleme konduğu doksanların ceberrut devleti tüm bunlara rağmen kör topal değişiyor. Hatalar yapsa da eskisi kadar suç işlemeye meyyal değil.
Ama onun geldiği gelenek, bugünlere kadar savaşı sürdürmek suretiyle bu topraklarda bir 'kadavra medeniyeti' oluşturabildi ancak. Şimdi bazılarımız bu eski devletin tasfiye olduğunu görmemize engel olmak için, kitlesel bir savaş provası yaptırıyor bu memleketin evlatlarına. Devleti ise yeniden ceberrutlaşmaya itiyor.
Tabii bu itme eyleminin yanı sıra, barışmayı güçlü bir zafer olarak algılamayan Kürt ulusalcılığı giderek jakoben bir dili çoğaltıyor. Bir vakitlerin Türk ulusalcılarının yaptığı gibi tıpkı.
Ne olur oyuna gelmeyelim. Kendi askerini, kendi vatandaşını vurarak, kitleleri birbirine kırdırarak iktidarını darbeler üzerinden meşrulaştıran 'yetkililer'in yeniden kelimelerimizi katletmesine izin vermeyelim.
Ölülerimizin özerkliği adına on yıllardır bu topraklarda hüküm sürmüş bu 'kadavra medeniyeti'ni tekrar diriltmeyelim. Kelimelere dönelim yeniden. 'Anayasal anlara.' Meclise. Kelimelerin kalbine. İçimizden konuştuğumuz o ortak anadile... Merhaba!
26.07.2011 Zaman































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.