5. İran-Körfez ilişkilerinde dengenin her geçen gün bozulması ve özellikle de Suudi Arabistan’ın bölgesel krizlerde ağırlığını arttıran bir ülke haline dönüşmesi ve Şii jeopolitiği açısından ciddi, radikal bir tehdit oluşturmaya başlaması;
6. Bu sürece paralel olarak radikal Selefi grupların ve özellikle de El Kaide’nin artan faaliyetleri, güvenlik bağlamında yol açtığı tehdit; buna karşılık, Hizbullah vb. örgütler üzerinden yürütülen “vekaleten savaşlar”ın çok boyutlu artan maliyetleri ve bunu karşılamada yaşanılan sıkıntılar.
Bu son madde, bir çoğunuzun aklına “İran-Taliban-ABD” üçlüsünü getirmiş olmalı. Hatırlanacağı üzere, İran ABD’nin Afganistan işgaline Taliban tehdidine son verileceği beklentisiyle sessiz kalmıştı. Nitekim, Ruhani’nin 20 Eylül’de Washington Post’ta yayınlanan makalesi de bu noktada önemli bir ipucu veriyor. “Kan davalarının devri bitti. Küresel liderlerin tehditleri fırsatlara dönüştürmek için liderlik etmeleri bekleniyor” dediği yazısında ulusların terörle, radikalizmle, siber suçlarla ve diğer sorunlarla baş edebilmek için “kaba kuvvet” yerine “kazan-kazan sonuçlar” peşinde koşması gerektiğine vurgu yapan Ruhani’nin burada özellikle el Kaide’nin adını zikretmesi oldukça manidar. Ruhani, adeta el Kaide’yi ortak bir düşman yerine koyuyor ve ABD’ye “gel birlikte mücadele edelim” diyor.
Dolayısıyla karşımızda her iki taraf açısından daha rasyonel ve pragmatist bir tavrı gerektiren süreç söz konusu. Fakat, diğer taraftan oyunda gelinen son aşama, aşılması çok zor görünen güven sorunu ve diğer aktörlerin olası tepkilerinin de bu arada göz ardı edilmemesi gerekiyor. Ne de olsa oyun büyük, zemin kaypak ve herkesin kendine göre devam eden, bitmemiş bir hesabı var!
26.09.2013 Milli Gazete































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.