Bir “tercih” mi yoksa “gözdağı” mı?
Bu politikanın arkasında şu hususlar yatmaktadır: a) Türk-Batı ilişkilerinde yaşanan güven sorunu ve Batı’nın tek taraflı müttefiklik anlayışı çerçevesinde Türkiye’nin milli güvenlik sorunlarını ve çıkarlarını göz ardı eden tutumu (özellikle Küba krizinde ABD’nin SSCB ile Türkiye’deki Jüpiter Füzeleri’ni pazarlık mevzuu yapması ve müttefikine danışmadan bunları çekmesi, Kıbrıs sorununda NATO silahlarının kullanımının bir krize yol açması ve Türkiye’ye uygulanan silah ambargosu, PKK’ya karşı yürütülen operasyonlarda yaşanan bir takım sorunlarda görüldüğü üzere); b) Sorunların bir kısmının NATO üyesi ülkelerle yaşanıyor olması ve bu silah sistemlerinin siyasi ve teknik olarak bu ülkelere karşı kullanılamaması (ki, mevcut gelişmeler Türkiye-NATO arasında bölgesel ihtilafların başta Ortadoğu ve Doğu Akdeniz bölgeleri olmak üzere daha da gelişeceği ve derinleşeceğine işaret ediyor); c) Türkiye’nin son dönemde dış politikada yaşamaya başladığı “değerli yalnızlık” dönemi ve burada başta ABD olmak üzere, Batı’nın ve bazı “komşu ülkelerin” Türkiye’ye karşı yürüttüğü politikalar; d) Buna verilmek istenilen, anlamı fazlasıyla derin “sembolik” bir mesaj (ki öncesinde ŞİÖ Diyalog Ortaklığı kapsamında atılan adım da bu sürecin bir parçası olarak değerlendirilebilir); e) Türkiye’nin “Yeni Bir Dünya” arayışı ve buna yönelik altyapısını kuvvetlendirme çabası.
Türkiye kararlı olmak zorunda...
Nitekim meseleyi daha çok teknik seviyede bir sorun olarak yansıtmaya çalışan eleştirilere karşın Savunma Sanayii Müsteşarı Murad Bayar’ın, “Çin’den aldığımız sistem bizim hava savunma ağına entegre olabilecek. Bu da tamamen NATO standartlarına uygun olacak” açıklaması, Türkiye’nin bu husustaki kararlılığının bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Aynı şekilde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın verdiği yanıt da çok açıktır: “NATO’ya uygun düşmüyor demek doğru değil. Bizim teknisyenlerimiz tarafından bu çalışmalar yürüyecek. Bizim sözleşmemizde NATO dışında silah alamazsınız diye bir madde de yok.”
Bu açıklamalar, aynı zamanda Türkiye’nin meseleyi halen NATO üyeliği çerçevesinde gördüğünü yansıtması açısından da dikkat çekicidir. Fakat diğer taraftan, gerekirse Türkiye’nin 1975’te NATO ve ABD’nin eleştirilerine karşı NATO’dan bağımsız olarak kurduğu, NATO kapsamında olmayan tek ordusu, Ege Ordusu örneğinde görüldüğü üzere NATO’dan ayrı bir sistem kurma yoluna gidebileceği olasılığı da göz ardı edilmemelidir.
Kara liste iddiası!
Bu arada cevaplandırılması gereken şu iki husus oldukça önemlidir. Birincisi, Türkiye’nin Suriye krizinde karşısında yer alan bir ülkeyi niçin tercih ettiği, diğeri ise ihalenin başında ve orta safhasında ABD’nin kara listesinde yer almayan bu Çinli şirketin neden Şubat 2013 tarihi itibarıyla bu listeye alındığıdır.
Sizce neden olabilir?
10.10.2013 Milli Gazete































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.