Dolayısıyla, bu darbelerle, istikrarsızlaştırmalar üzerinden bölgedeki İslami karakterli yönetimler başarısız olarak gösterilmeye çalışılırken, Türkiye ve Mısır’ın başını çektiği eksen de dağıtılmak istenilmektedir.
Bu çerçevede, Mısır’daki darbeyi takiben özellikle Batılı basında yer alan “Siyasal İslam’ın sonu” ve “İslami yönetimlerin başarısızlığı” türünden haberler, bu operasyonun bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır. Önümüzdeki süreçte bu darbe-sabote girişimlerinin Tunus ve Cezayir’de gündeme gelmesi ve Libya’daki istikrarsızlığın ise daha da derinleştirilmesi, açıkçası bir sürpriz olmayacaktır.
Daha da önemlisi, Türkiye-Mısır ekseninin bir daha kolay kolay bir araya gelemeyecek şekilde süreçten etkilenmesidir. Şu ana kadarki mevcut tutum ve duruş, bu endişeyi her geçen gün daha da derinleştirmektedir. Bu yönüyle darbe, ilk somut sonucunu Türkiye-Mısır ilişkileri boyutunda vermeye başlamıştır. Eğer, bu ülkede süreç çok farklı bir noktaya tekrar çevrilemez ise, Türkiye büyük bir ihtimalle Mısır’ı kaybedecektir. Mısır’ı kaybeden bir Türkiye ise Ortadoğu’da büyük ölçüde kaybetmeye mahkumdur.
Bu kapsamda Mısır, tarihinin en büyük istihbarat oyunlarına ve mücadelesine sahne olmaktadır. Süreci de büyük ölçüde bu “istihbarat savaşları” belirleyeceğe benzemektedir. Türkiye’nin istihbarat anlamındaki gücü, durumu, açıkçası Suriye sonrası Mısır’da da büyük bir sınavdan geçmektedir.
Şu ana kadar ki mevcut gelişmeler bu mücadelenin çok boyutlu, fakat “örtülü” olarak devam ettiğini göstermekte. Ankara, Kahire’deki “oldu bittiyi” açıktan açığa karşısına alacak bir tavır-tutum içerisine girmekten kaçınırken, Askeri yönetim de benzer bir politika izliyor. Ankara-Kahire hattında adı konulmamış bir “soğuk savaş” yaşanıyor desek, daha yerinde olur.
Bu kapsamda Türk gazetecilerin gözaltına alınması girişimi ya da “baltacılar” üzerinden tehdit edilmesi, Ankara’ya verilen bir gözdağı olarak değerlendiriliyor. Darbe yönetimi, Ankara’ya üstü kaplı olarak adeta “işimize burnunu fazla sokma” mesajı veriyor.
Kuşkusuz Ankara oyunun farkında, pek tabi ki asıl oyuncuların da... Nitekim Ankara da bu sürecin arkasındaki iki büyük gücün varlığına dikkatler çekiliyor: Neo-Con Amerikası ve İsrail. AB ise, bu ikilinin daha çok “kuyruğu” hükmünde görülüyor. Darbeciler ise, zincirin son halkası...
Ve oyundaki asıl hedefin de kendisi olduğunun çok net bir şekilde farkında. Gücün birinci derecede belirleyici olduğu bu coğrafyada, Müslüman Kardeşler’i ve akabinde Selefi unsurları kaybedecek yeni Türkiye sürecinin rahatlıkla tasfiye edileceği biliniyor. Gezi ve Tahrir’deki olaylar arasındaki “zamanlama”, “söylem”, “eylem” ve “yöntem” benzerlikleri ile “arka plan” paralelliği bu hususu fazlasıyla teyit ediyor.
Dolayısıyla, bölgede taraflar açısından “yarım kalmış bir devrim süreci”nin tamamlanmasına yönelik ciddi anlamda bir savaş söz konusu ve Türkiye’nin işi hiç de kolay görünmüyor. Dışarıda yoğun bir mücadele içerisinde bulunan Türkiye, içeride de çok dikkatli olmak zorunda...
11.07.2013 Milli Gazete































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.