Nitekim, halen söz konusu eylemin arka planı anlaşılmaya, öğrenilmeye çalışılıyor. Bakan Davutoğlu, “Saldırıdan birçok kesimin çıkarı olabilir. Şu anda kesin şudur diyemem.” diyor. Oldukça haklı...
Fakat ortada kesin olan bir durum var; o da düne kadar Ortadoğu’da, özellikle de Suriye krizinde “etken” olan yeni Türkiye’nin artık “edilgen” bir sürece-konuma sokulmaya başlanması gayretleridir.
Zira, söz konusu krizde “Amacımız Türkiye’nin etrafında bir barış, istikrar, güvenlik ve refah kuşağı oluşturmak” iken, geldiğimiz aşama bu. Dolayısıyla, “Şu anda kesin şudur diyemem.” itirafının kendisi bile, krizde ne kadar inisiyatif sahibi olduğumuzu, kimlerle hareket edip etmediğimizi, bilgi akışı ve istihbarat noktasındaki durumumuzu resmetmesi açısından önemli.
Burada Türkiye ve izlenilen politikalarda gelinen aşama itibarıyla karşımıza çıkan bir diğer kilit ifade ise, Bakan Davutoğlu’nun sarf ettiği “bir çok kesim”dir. Oysa, düne kadar bu kesimler belli idi ve rahatlıkla belli başlı gruplar, ülke ya da ülkeler hemen fail olarak gösterilebiliyordu.
En azından dokuz ay öncesinde, “Yeni Ortadoğu”nun hamisi olarak Suriye’deki gelişmelerle ilgili olarak şu tespiti yapabiliyorduk: “Suriye’de olaylar sokaktaki insandan gelmektedir”, “Suriye’de yaşananları, dışarıdan empoze edilen planlarla izah etmeye çalışmak bölge insanına hakarettir.” Peki, ya şimdi?
Evet, Suriye merkezli “Yeni Ortadoğu” politikasında en son geldiğimiz aşama bu. Düne kadar Arap Baharı sürecinde en ön saflarda yer alan ve kendisine önemli roller biçen dış politikamız, bugünlerde “Bahar”ın sınır kapılarında etkisini göstermeye başlayan soğuk yüzüyle birlikte daha farklı bir duruş sergilemeye başlamış bir durumda.
Bir diğer ifadeyle, dış politikada savunmacı yaklaşım-refleks bir kez daha devreye girmiş gibi görünüyor. Bunun devamı, “bekle-gör” politikası olarak kendi içine çekilme şeklinde devam ederse hiç şaşırmayın. Çünkü bu son gelişmeler, şaşkınlığın ve içine düşülen acziyetin, hayal kırıklığının beraberinde getirdiği doğal ve bir o kadar da kaçınılmaz, acı bir sonuca işaret ediyor.
Nitekim, şimdi bırakın saldırıyı kimin gerçekleştirdiğini, bombalı eylemi gerçekleştiren söz konusu aracın hangi istikametten geldiği konusunda bile cevap vermekte zorlanan bir Türkiye durumu söz konusu. Bu da içine girdiğimiz ya da sürüklendiğimiz krizde nasıl bir oyuna getirildiğimizin bir başka somut göstergesi.
Bu bağlamda, “Saldırıdan birçok kesimin çıkarı olabilir. Şu anda kesin şudur diyemem” ifadesi, aynı zamanda Türkiye’nin Suriye krizindeki yalnızlığını ortaya koyması açısından da oldukça dikkat çekici. Oysa, Türkiye’nin söz konusu krizde yalnızlaşmaya başladığına yönelik bir takım tespitler gündeme getirildiğinde; “83 ülkeyi, Suriye halkının taleplerine destek olmak hedefiyle İstanbul’da toplayabilen Türkiye’nin nasıl Suriye konusunda yalnız kalmakla suçlanabiliyor olduğunu anlamak mümkün değildir” deniliyordu.
Şimdi sormak lazım, nerede bu 83 ülke? Bırakın 82’sini, ABD nerede? Ankara-Washington hattında esen sert rüzgarlar, hangi tarafın daha çok hayal kırklığının bir sonucu? Kim kime burada mesajlar yolluyor?
Unutmamak gerekir ki, “dostlar alışverişte görsün” anlayışı ya da hamaset, uluslararası politikada prim yapmaz. Bunu göz ardı ettiğiniz an, bu türden kafa karışıklıklarını yaşamaya başlarsınız ve bir takım değişiklik kararları, hamleleri ile karşı karşıya kalırsınız.
Şimdilerde yaşananlar da bu değişikliğe ya da en azından “uyarılar” dikkate alınmadığı takdirde bunun hızlı bir şekilde gerçekleştirilebileceğine işaret ediyor. Birileri, “birinci sınıf” aktörlerle bu işi yapabileceği mesajını veriyor. Dolayısıyla, “Suriye’yle ilgilenmek bizim için bir tercih meselesi değil, zorunluluktur” ifadesi, artık şimdi daha büyük bir anlam ve önem kazanmaya başlamış durumda.
Bekleyip, göreceğiz ya da...
18.02.2013 Milli Gazete































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.