Şu sorunun cevabını o zaman aradım ve bir cevap buldum: Demirel SSCB ile özellikle iktisadi alanda yakın ilişkiler içindeydi ve Hindistan’dan sonra en çok SSCB yardımı alan ülkeydi. İktidarın bu politikası Türkiye’nin ABD’den uzaklaştığı, SSCB ile ittifaka yöneldiği anlamına mı geliyordu yoksa ABD’nin bir kanadı, eski dengenin devamı için, SSCB’yi takviye amacıyla Türkiye ile yakınlaşmasını mı istiyordu?
Başka bir durum siyasi anlayışımızın ne kadar yanlış olduğunu gösteriyordu. Siyasi partileri ve kişileri ideolojisine göre tasnif ediyor ve değerlendirmemizi ona göre yapıyorduk. Oysa Demirel ve Özal’ın orta sağda olduğunu söylüyor ama bunların rakip olduklarını, birbirinden çok farklı ekonomik ve dış politikaları olduğunu göz ardı ediyorduk. Aynı tezadı daha sonra da yaşadık. Mesela Refah Partisi ile AKP’nin ideolojisi aynı ama politikaları hiç benzeşmiyor. Asıl önemli örnek CHP’nin bir günde dönüştürülmesi ve aynı tabanla zıt bir dünyaya yönelmesidir. İnönü Ecevit ile dövüştü ve kaybetti. Kendisi ile özdeşleşen partisinden istifa etmek zorunda kaldı.
Darbeci askerler de meseleye ideolojik açıdan baktılar ve meselenin siyasi boyutundan habersizdiler. Onlara göre Türkiye için dört tehlike vardı ve bunlar komünizm, irtica, kürtçülük, türkçülük olarak belirlenmişti. Dünyada iki kutup vardı: Biri ABD öncülüğünde NATO, diğeri SSCB öncülüğünde Varşova Paktı idi. Biz batılı idik ve SSCB blokunun simgesi komünizm idi. Diğer tehlikeler iç dinamiklerin eseriydi. Bunu bilen güç odakları bu tehlikelerden birini ya da birkaçını öne sürerek askeri darbeye sürüklediler. O günlerde ülkemizdeki çatışmaların Batı içindeki farklılaşmanın sonucu olduğunu söylediğimde olumsuz karşılandım ya da SSCB’yi desteklemekle suçlandım. Kürt sorununun barışçı yollarla çözülmesine katkı sağlamaya çalışmam birçok bedel ödememe sebep oldu. Bu nedenle çatışmada taraflardan birini desteklemek yerine gözlemci olmaya karar vermek zorunda kaldım. Amacım olayların doğru bir fotoğrafını çekmek ve kararı halka bırakmak oldu. Varacağım yeri de yıllar önce belirledim. 21 Eylül 1986’da Milliyet gazetesindeki röportajım şu sözlerle sona eriyordu: Oyunun sonucu belli. Ben yenileceğim. Sonu belli bir oyunu oynuyorum. Sadece iyi oynadı desinler.
11 Haziran 2011 Star Gaz.































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.